İslâm Hakikati - 4. Bütün Peygamberlerin Öğretisi Olarak İslâm
Makale Dizini
4. Bütün Peygamberlerin Öğretisi Olarak İslâm
İslâm, Hz. Âdem’den günümüze kadar insanların düşüncede, tasavvurda, pratik hayatta ve iç âleminde her şeyini tanzim edip bunlara birer ölçü getiren ve vaz’ ettiği mizanla da bunları tartan sistemin adıdır. Bu sistem, insanı bir mekanizma hâlinde yaratan ve onu her şeyiyle görüp gözeten bir Zât tarafından ortaya konulması yönüyle oldukça kapsamlıdır. İslâm, dünyevî-uhrevî bütün meseleleri bir bütün hâlinde kendi bünyesinde toplamış; dünya ile ahiretin omuz omuza gelip kucaklaşmasını sağlamıştır. İnsan, bedeninin küçüklüğüne rağmen İslâm sayesinde, azamet ve ulûhiyetiyle nâmütenâhî olan Allah’la münasebet kurmuş ve kâinatla ilişkilerini ayarlamıştır. Dolayısıyla o, İslâm’da derinleştiği nispette âdeta sonsuz bir mahiyet arz eder. İslâmiyet’e ait bu derinlikler, aslında onun kendi tarifi içinde vardır ve nebilerin dilinde de ifadesini bulmuştur.
Bu tarifi ilk defa Hz. Âdem (aleyhisselâm) yapmıştır. Ondan sonra gelen nebiler, aynı tarif altında insanları İslâm’a çağırmış, ondaki derinlikleri görmeye davet etmişlerdir. Hz. Âdem’den (aleyhisselâm) sonra Hz. Nuh (aleyhisselâm), وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُسْلِمِينَ“Ben Müslüman olmakla emrolundum.”[7] demiş; Hz. İbrahim ve Hz. İsmail, beşerin kıyamete kadar yeryüzünde kıblegâhı, Sidretü’l-Müntehâ’ya kadar da meleklerin metâfı olan Beytullah’ı taş taş üstüne koyup bina ederken, رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ “Ey Rabbimiz! Bizi Sana teslim olanlardan kıl. Neslimizden de Sana teslim olan bir ümmet çıkar.”[8] diye yakarmışlardır.
Yine Hz. Yusuf (aleyhisselâm), Mısır’a nâzır olup, anne-babasına kavuştuktan ve kardeşlerini açlık ve sefalet sıkıntılarından kurtardıktan, kısaca maddî-mânevî her şeyi elde ettikten sonra, تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ “Allahım! Beni Müslüman olarak vefat ettir ve salihler zümresine ilhak buyur.”[9] diye dua etmiştir. Hâlbuki onun sahip olduğu bu mazhariyeti elde etmiş ikinci bir insan göstermek mümkün değildir. Hz. Yusuf’un durumunu anlatırken Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Kerim oğlu kerim oğlu kerim oğlu kerim, Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ın oğlu Yakub’un oğlu Yusuf’tur.”[10] O’nun bütün dedeleri peygamberdi. O kerim insan, maddî-mânevî bütün müstesna durumları kendi nefsinde topladıktan sonra, son söz olarak bunu söylemiştir. Haddizatında Allah’a gönül vermiş ve O’na ulaşmayı özleyen bir gönlün ideal düşüncesi de bu olmalıdır.
Bir insanın “Müslüman oldum.” demesi; “İrademi Allah’a teslim ettim.” mânâsına gelir ki bu, Hz. Âdem’in, Hz. Nuh’un, peygamberler babası Halilurrahman’ın, Hz. Yusuf’un ve son olarak Sultanlar Sultanı Fahr-i Kâinat Efendisi’nin söylemiş olduğu sözü söylemesi demektir. Bu söz, bütün insanlık adına peygamberlerin ağzıyla Allah’a karşı ifade edilmiş bir ahd ü peymân ve bir söz verişin ifadesidir.
Bilindiği gibi inkıyat ve teslimiyet, insanın, düşüncede, tasavvurda, amelde Allah’a boyun büküp itaat etmesi demektir. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak, Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) hitaben şöyle buyurmuştur:
قُلْ إِنَّ صَلَاتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ لَا شَرِيكَ لَهُ وَبِذَلِكَ أُمِرْتُ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُسْلِمِين
“De ki, şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir, O’na ait, O’nun elindedir. O’nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve buna en başta ben teslim olup inkıyat ediyorum.”[11]
Daha geniş mânâsıyla ifade edecek olursak bu hitap, “Ey Habibim! Her şeyin hâkimiyeti Allah’a aittir. Dolayısıyla dünya ve ahiret hâkimiyeti elinde olan, sistemlerden zerrelere kadar sevk ve idare eden Allah’a teslim ol. O’nun eşi-menendi yoktur. Daire-i ulûhiyet ve rubûbiyetinde tektir. İçinizde O’nun söylediği şeyleri ilk kabul eden ve yapan benim ve ben bununla emrolundum de.” demektir.
Allah Resûlü’nün, Hirakliyus’a gönderdiği mektupta şu ifadeler yer alıyordu: “İslâm’a gir, selamet bul.”[12] Bunun mânâsı, “Seni şu korkunç dalgalar arasından sahil-i selamete ulaştıracak vapurun kaptanlığını Allah’a ve O’nun nebisi Hz. Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) bırak. Yoksa kocaman dalgaların vermiş olduğu sıkıntılara maruz kalır, huzur ve itminana eremezsin.” demekti. Mektubun devamında ise, “Allah sana iki kat mükâfat verecektir.” denmektedir ki bu sözün idarecilere bakan ayrı bir hususiyeti vardır. Bu, idareci konumunda olan –bir aile reisinden bir bölgenin idarecisine, ondan devlet başkanına kadar– herkese tevcih edilmiş bir sözdür. Zira baştaki idareci Müslüman olursa, tebaa da ona uyacak ve böylece hem kendi Müslümanlığının hem de tebaasının mükâfatını alacaktır. Eğer o, yüz çevirir, Hakk’a karşı kulağını tıkarsa, idareci olduğu için başkalarının da küfür ve dalâlet içinde bocalamasına sebep olacağından kendi günahıyla birlikte onların günahını da yüklenmiş olacaktır.
- tarihinde hazırlandı.