Şeytan ve Dostları
Yezid b. Umeyre anlatıyor: Birgün Muaz b. Cebel (ra) kendisini dinlemekte olan, benim de aralarında bulunduğum cemaatine şunları söylemişti:
"Önünüzde öyle fitneler var ki, o gün mal çoğalır; Kur'an'ın sırları saçılır. Mümin-münafık, erkek-kadın, büyük-küçük, hür-köle herkes Kur'an'dan birşeyler alır. Ondan sonra da adam şöyle demeye başlar: "Ne oluyor bu insanlara ki Kur'an okuyup, bildiğim halde bana tabi olmuyorlar? Herhalde yeni şeyler icad etmedikçe onlar bana tabi olmayacaklar. Öyleyse bunların karşısına Kur'an'dan başka birşeylerle çıkmayalım!" Dikkat edin! Her türlü bid'attan kaçının! Zira her bid'at dalalettir. Sizi filozofların saptırmasından sakındırırım. Çünkü şeytan sapıklığa ait sözleri filozofların ağızlarıyla söyler. Bazen de bir münafık hakkı konuşabilir..."
Muaz b. Cebel'in bu sözleri üzerine: "Nasıl olur da, bilgin ve filozof sapık sözler söyler ve münafık hakkı konuşur?" diye sordum. Şöyle cevap verdi:
"Evet, "Acaba ne demek istedi?" dediğin zaman en meşhur filozof ve bilginlerin sözünden dahi kaçın. Ve hak söylendiğinde onu hemen al! Hakkın üstünde daima parlayan bir nur vardır.."
Ruhun şâd olsun ey büyük fakih, büyük Sahabi ve ey Allah Rasulü'nün sadık tilmizi!. Günümüzün sapıkları ve insanları saptıran filozofları ancak bu veciz ifadelerle anlatılabilirdi!.
Şeytan günahları süslü gösterir. Her günah ise bir başka günaha davetiye demektir. İlkine kanan ve günaha ilk adımını atan insan, ard arda adımlarla adeta o günahla bütünleşir ve bir daha da, geri durması zor olur. Zaten şeytanın istediği de budur.. ve bütün bunları Kur'an'ı Kerim şöyle dile getirmektedir:
"Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiğinde bari boyun eğselerdi! Ne var ki onların kalpleri katılaştıkça katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını cazip gösterdi." (En'am, 6/43)
Yani, iki ayakları bir kaba girdiği, dinsizler kayyim gibi başlarına dikildiği ve onları İslam'ı yaşama şansından mahrum bıraktıkları, hak ve hakikatleri anlatmayı yasaklayıp, hakkı neşredenleri takip ve tarassuta tabi tuttukları zaman, evet hiç olmazsa bu hal ve bu durumda Allah'a karşı tazarru, niyaz ve yalvarışa geçebilselerdi!..
Evet, hiç olmazsa hadiselerin böyle aleyhlerine işlediği ve herşeyin onları çepeçevre kuşattığı hengâmede, onların, teveccühle gerilmeleri ve kendilerini rahmetin kucağına salmaları gerekmez miydi? Ama ne gezer!. Kalpleri karardıkça karardı ve hissiyatları bütün bütün köreldi.. herşeyle beraberken yalnızdılar.. Cenab-ı Hakk'a kurbiyetleri yoktur ki, hayatları bu yakınlığa göre düzene girsin.. ve tabii bu arada Şeytan da, onlara durmadan yaptıklarını süslü gösteriyordu.. ve onlar da buna kanarak, yaptıklarını doğru ve güzel zannediyorlardı. Bu da, onların gafletlerine gaflet katıyordu. Rahat ve rehavet içinde dopdolu mideleri, lüks hayatları, sefahat dolu yaşantıları, uyanıp kendilerine gelmelerine mani oluyordu. Evet bol nimet onları azdırıyor, musibet ve darlık ise onları Cenab-ı Hakk'a karşı küskünlüğe itiyordu. Nebilerin, velilerin ses ve solukları da onları uyarmaya, kendilerine getirmeye yetmiyordu. Çünkü günahları hep bir başka günah doğuruyor, onlar da bu günahlar içinde bocalayıp duruyorlardı.. ve bu onlar için beklenen bir neticeydi:
"İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip gidenleri yaptıkları bazı işlerden dolayı şeytan, yoldan kaydırmak istemişti. Ama yine de Allah onları affetti. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, Halim'dir." (Âl-i İmran, 3/155)
Uhud muharebesi münasebetiyle nazil olan bu ayet, esasen sırlı bir vakanın raporu mahiyetindedir.
Uhud'da okçuların yerlerini terk etmeleri, daha sonra umumi ric'ate sebebiyet verecek kadar sarsıntılı olmuştu. Hele, Allah Rasulü'nün öldürüldüğü şayiasının duyulmasıyla ortalık iyice birbirine karışmıştı. Bazıları harbi bırakarak, bazıları da gidenleri geri çevirmek ve işe vaziyet etmek üzere tâ Medine'ye kadar gitmişlerdi. Bu umumi hengamede Allah Rasulü'nün yanından ayrılmayıp, sebat eden ve kütükte et gibi doğranan Sahabi sayısı da az değildi. Hele bir Enes b. Nadr (ra) vardı ki, o gün tam bir destan adam olmuştu. "Allah Rasulü'nün öldüğü yerde siz niye yaşıyorsunuz" (İbn-i Hişam, Sîre, 3/88) diyor ve düşmanla savaşıyordu. Mus'ab (ra), o günün dasitanî kahramanlarındandı;(İbn-i Kesir, el-Bidaye, 4/10-49) kolunu kanadını vermiş ve ölümsüzlüğe ermişti. Hz. Hamza'nın (ra) durumu da tasvirleri aşkındı; ama o da sinesini düşman oklarına karşı siper etmişti. Bütün bunlara rağmen (gönlümüz razı olmasa dahi) "o gün bir bozgun yaşanmıştı" demek zorundayız. Neydi bu bozguna sebebiyet veren şey? Sahabinin ayaklarını kaydıran, o ürperten sâik neydi? Nasıl olmuşdu da o dev insanlar arasında böyle bir sarsıntı meydana gelmişti? İşte meselenin bu önemli noktasına Kur'an-ı Kerim: "Daha önceki bazı işlerinden dolayı" (Al-i İmran, 3/155) diye işaret etmektedir.
Bedir'den sonra ufukda yeni bir muharebe görününce, Efendimiz (sav) Medine'de kalıp müdafaa harbi yapmayı yeğledi. Gördüğü bir rüya da bu kanaati teyid ediyordu. Ne var ki, Sahabe'de ağır basan görüş, taarruz ve meydan muharebesi şeklindeydi. Efendimiz, istişarenin hakkını vererek onların isteklerini kabullendi. Esasen O, bu davranışı ile bizlere örnek oluyordu. Yoksa O'nun gibi vahiyle müeyyed, şanı yüce bir Nebi'nin insanlarla istişareye hiç mi hiç ihtiyacı yoktu. O yapacağını yapmıştı; gerisi ashabına kalıyordu. Ne var ki bazı sahabi, ruhlarında civanmertlikleri, emir dinlemedeki inceliği tam sezememeye iktiran edince içtihadi yanlışlığa girilmişti ki, ayette anlatılan da işte buydu. Evet sahabi, bu davranışıyla bir zelle işlemişti. Onlar mukarrebînden oldukları için bu zelle, onlar için bir günah sayılırdı. Bu günah daha sonra bir başka zelleye yol açacaktı ki o da, harb meydanını terketme cürmüydü. Ancak, Allah lutfetti, kısır döngüyü kırdı ve onları yeni bir hayırlar yoluna yönlendirdi.. yönlendirdi de Allah Rasulü, Uhud'dan kan revan içinde dönerken düşmanın takib edileceğini ilan etti. Ve "Dün benimle beraber Uhud'da bulunanlar hazır olsun" buyurdu. Kolu kanadı kırık ve mecruh Sahabe, hemen Allah Rasulü'nün etrafında toplanıverdi. Bu, tıpkı Hz. Adem'in sürçdükden sonra kendine gelip tevbe etmesi gibi bir şeydi. Müşrikler Müslümanların yeniden taarruza geçtiklerini duyunca kendilerini Mekke'ye zor atmışlardı.. ve Müslümanlar için hezimet zafere dönmüştü. Evet tevbesini böyle yapabilen Müslümanların galebe çalmaları mutaddır.(İbn-i Hişam, Sîre, 3/107; İbn-i Kesir, el-Bidaye, 4/50-53)
Bir kere daha Sahabe şuuru, şeytanın oyunlarını ters yüz ediyordu. Onlar, hatalarını anladıklarında, sür'atle hatadan dönen insanlardı. Böyle idiler ve günahın temadi edip gitmesine meydan vermemişlerdi. Eğer canlarını bezletme pahasına tevbe atmosferine girmeselerdi, elbette her günah bir başka günah tevlid edecekdi ki, bu da onların bitip tükenmesi demekti. Allah Rasulü'nün kararlılığıydı ki, onları böyle bir akibetten kurtarmıştı. Düşmanı takip mevzuunda ağır yaralı birkaç Sahabi belki tereddüt geçirmişti ama, Allah Rasulü de yaralı idi. Evet, O da herkes gibi kan-revan içindeydi.
Ve onun adeta "Hiçkimse gelmese tek başıma yine gideceğim" dercesine kararlılığı, arkadaşlarını harekete geçirmeye yetmişti ve herkes Allah Rasulü'nün arkasındaydı. Düşmanın Mekke'ye vardığından emin oluncaya kadar takib işi devam etti. İçlerinden hiç kimse takılıp yolda kalmadı. Zaten Sahabi ruhu taşıyan birinin yolda takılıp kalması da sözkonusu olamazdı. Şüphesiz yolda kalmak, bir korkak işi ve korku da bir şeytan hilesidir. Ama şeytan kimin yüreğine korku verir? Ayet bu konuda şöyle der:
"İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur." (Âl-i İmran, 3/175) korkutur ama, devamında Cenab-ı Hakk şöyle buyurur:
"Şu halde, eğer mü'min iseniz onlardan değil, sadece Ben'den korkun. " (Âl-i İmran, 4/175)
"Allah insanlardan bir grubu doğru yola iletti, bir gruba da sapıklık müstehak oldu. Çünkü onlar, Allah'ı bırakıp şeytanları kendilerine dost edindiler. Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar." (A'raf, 7/30)
Üzerlerine dalaletin hak olmasında ve ebediyen dalalette bırakılmalarında böyle bir zannın önemi büyüktür. Böyle bir zanları olmasa idi ihtimal, dalalet üzerlerine hak olmaz ve hidayete ermiş olurlardı.
Sapık insanlar, şeytanları dost edinince, hep onun bu oyununa kanarlar. Şeytan onlara suret-i haktan görünür. Onlar da, kendilerini hak yol üzerinde sanar ve dalalete müstehak olurlar.
- tarihinde hazırlandı.