Hilkatin Değiştirilmesi
Kur'an-ı Kerim, şeytanın, insana olan kin ve nefreti ve ondan intikam almak için daha neler yapabileceğini sık sık hatırlatır ve ona karşı tetikte olmamızı emreder. Geçen bölümden devâm edegelen ayetler bunun en çarpıcı örneklerini teşkil eder: "Elbette onlara emredeceğim, hayvanların kulaklarını yaracaklar." (Nisa, 4/119)
Betk, kesmek demektir. Arap keskin kılıca "Seyf-i betîk" der. Cahiliye devrinde, deve beş batın doğurur ve sonuncusu erkek olursa, o devenin kulaklarını yararlar ve ondan faydalanmayı kendilerine haram sayarlardı. Putlara kurban etmek için ayrılan develerin kulaklarının kesildiğini söyleyenler de vardır. Onların işledikleri bu şeyler apaçık bir isyan olmasına rağmen, bunu ibadet olsun diye yapıyor ve isyanlarını katlıyorlardı. (1)
"Ve yine onlara emredeceğim, Allah'ın yarattığını değiştirecekler." (Nisa, 4/119)
Bu ayette zikredilen değişikliğin neler olabileceği hakkında müfessirler çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Biz, burada onların zikrettiklerini hülasa etmenin yanında bazı tamamlayıcı bilgiler de arzedeceğiz.
Bazılarına göre, Allah'ın yarattığını değiştirmekten maksat, Allah'ın dinini değiştirmektir. Bu görüş, Said b. Müseyyeb, Said b. Cübeyr, Hasan, Dahhak, Mücâhid, Süddî, Nahaî ve Katâde gibi imamların görüşleridir. (2) Böyle bir yaklaşımda iki mâna sözkonusudur.
Birincisi: Allah (cc), insanları İslam fıtratı üzerine yaratmıştır. Nitekim Allah Rasulü, "Her yeni doğan çocuk, İslam fıtratı üzere doğar" (3) buyurur. Cenab-ı Hak, Âdem zürriyeti, birer zerre halindeyken, onları şâhit tutmuş ve onlar da, Allah'ı Rab kabul edip şâhit olmuşlardır. Demek oluyor ki, o gün Rablerine iman edip de daha sonra dünyada küfre girenler, Allah'ın yarattığı o ilk fıtratı bozmuş oluyorlar.
İkincisi: Allah'ın dinini değiştirmekten maksat, helalı haram, haramı helal kılmaktır.
Diğer bazıları ise ayeti, zahirî ve batınî bütün değişiklikler manasına tefsir edip açıklamışlardır. Biz de meselenin bu yönüne biraz daha ağırlık verilmesi gerektiğine inanıyoruz. Dolayısıyla biraz meşgûl olacağız.
Allah Rasulü (sav), on şeyi fıtrattan sayar. Bunlar: "Bıyıkları kısaltmak, sakal bırakmak, misvak kullanmak, abdest alırken ağıza-burna suyu biraz fazlaca çekmek, tırnakları kesmek, parmak boğumlarını yıkamak, koltuk altı kıllarını almak, etek tıraşı olmak ve istinca etmek." (4) Evet, fıtrattan sayılan bu hususlar terke uğruyor veya aksi yapılıyorsa bilinmelidir ki, belli ölçüde şeytanın istekleri yerine getiriliyor ve Allah'ın vaz'ettiği fıtrîlik de tahribe uğruyordur.
Değiştirme, ilk maddedeki sıfatın değiştirilmesini iktiza eder. Devamlı surette cismanî lezzetleri isteyen biri, zamanla ruhî zevk ve lezzetlerden yüz çevirmesi kaçınılmaz olur. Böylece durmadan onun kalbinde fânî ve zâil şeylere alaka artar ve bâkî şeylere karşı da azalır ki, bu da manevi bir ölüm sürecinin başlaması demektir. Bu artış ve azalış, gün gelir tamamen kalbî ve rûhî hayatı öldürür ki, artık o insan ahireti katiyen düşünemez. Buna karşılık dünya sevgisi de bir an bile hatırından çıkmaz. Gayrı, böyle birinin çalışması, dinlenmesi, durması, hasılı bütün işleri hep dünya içindir. Bu hâl ise, bütün bir hilkatin ruh ve manasına dokunur. Evet, beşer ruhu, cismaniyet aleminde bir yolcu olarak bulunmaktadır. Ötelere müteveccihtir. Şayet o, dönüş yerini unutur, fena ve zevâli muhakkak ve mukadder olan mahsusât alemine ülfet ederse, içinde kendi de olan bir fıtratı darbelemiş olur.
Evet şeytan, "Yine onlara emredeceğim, Allah'ın yarattığını değiştirecekler." (Nisa, 4/119) ayetinde geçen hilkatin değiştirilmesine bir de, kadının erkekleşmesi ve erkeğin kadınlaşması manası verilmektedir ki, Allah Rasulü (sav), bir çok hadislerinde bunları lanetlemektedir. (5)
Bilhassa meseleye günümüzün problemi olması yönüyle baktığımızda buna hak vermemek mümkün değildir. Kadınlaşan erkekler, erkekleşen kadınlar; kadının kadınla, erkeğin erkekle hayat sürdürmesi gibi yürekler acısı ve yüz karası hadiseler doğrudan doğruya şeytanın telkinlerinin te'sirinde kalmadan başka birşey değildir. Böyle bir inhiraf, şeytan'a, hiçbir asırda nasip olmamış büyüklükte ve ürperticiliktedir.
Bir kere daha hatırlatalım ki, şekli, mahiyeti ve ismi ne olursa olsun işlenen her tür yanlışlık, fıtratın bir buudunun değiştirilmesi manasına gelir. Bugün, bu mevzu ile alakalı yüzlerce cilt kitap yazılmış ve yüzlerce insan inhiraf üzerine neler neler söylemiş, hatta kendilerine göre doğru veya doğruya yakın neticeler ortaya koymuşlardır ama, tatmin edici bir başarıya ulaşamamışlardır.
Dünya çapında yapılan istatistikler gün geçtikçe bu tür suçların artmakta olduğunu ve verilen aşırı serbestliğin bu olumsuz şeyleri daha da artırdığını göstermektedir. Şunu unutmamalıdır ki, bu konuda gösterilen müsamaha ve serbestî aslında, bu hususla alakalı zaafı olan insanları birer cinsî sapık haline getirmekten başka bir işe yaramamaktadır ve yaramayacaktır.
Yüzlerce misal gösteriyor ki, fıtrattan inhirafla, şeytanın oyununa gelen insan, canavarlara rahmet okutacak derecede hayvanlaşır; hayır, hatta hayvanları dahi çok geride bırakır.
Nice milletler, bu fıtrattan ayrılışları yüzünden hep şeytana uymuşlar ve işledikleri cürüm sebebiyle de yerle bir edilmişlerdir. İşte Pompei, Sodom, Gomurra ve Ahkaf ve işte fosilleşen insanları!.
Şeytan, insana sürekli önden, arkadan, sağdan ve soldan çeşitli telkin ve desiselerle gelerek, onu hak yoldan saptırmak; ümniyelere çekmek ve fıtratı terkettirerek insanlıktan kaydırmak ister. Şeytanın bu oyununa düşen insan, hemen her zaman, ümniyelerle akıl ve fikrini, şehevî ve gadabî arzularına ulaştıracak sebep ve vasıtalar bulmakla onu meşgul eder; meşgûl eder ve onu sürekli marazî bir ruh haleti içinde tutmağa çalışır. Bu hastalık sebebiyle de, mukaddes saydığı duygu ve düşüncelerinden tavizler verir ki, bu da onun ma'nevî meshi ve deformasyonu demektir. Çok defa böyle bir değişimden geriye dönmek de mümkün olmayabilir.
Böyle biri, müspet yönlerinin noksanlaşması ve git gide tükenmesi, menfi yönlerinin teşekkül ve gelişmesine sebebiyet vereceği için de, bir müddet sonra karşımıza tamamen değişmiş bir varlık olarak çıkacaktır. Bu değişiklik, ilk planda ferdin kendi ruhî bünyesinde olmasına rağmen; bu ikinci halet, onda ayrı bir dünya anlayışı doğuracaktır. Hayalinde kurduğu ve yaşatmaya çalıştığı bu dünyanın her türlü ölçüsü de, kendi müfekkiresinden doğan düşünceler olacaktır. Ve artık ona göre varlık, sadece onun düşündüklerinden veya düşünebildiklerinden ibarettir. Evet, düşünce ve duyuşlar, değişik hadiseler karşısında bazen aslî hüviyetinden çıkarak mahiyet değiştirir, hatta bazen kökten değişerek tamamen tanınmaz hale gelir. Söylendiği zaman gözleri kıvılcımlandıran ve orijinalliği ile insanı hayran eden nice düşünce ve fikirler vardır ki, aksiyon haline getirilmek istenildiğinde, havası alınmış balon gibi söner ve düşünce çöplüğüne atılır. Ve yine hayal gergefinde örülmüş nice çelikten düşünceler vardır ki, realite dünyasında bir danteleya dönüşür.
Bir de bütün güzellik ve cazibesi müphemliğine bağlı düşünce ve fikirler vardır. Bunlara, 'tâ baştan ölü doğmuş çocuklar' nazarıyla bakılabilir. 'Doğmadan ölmek ve ölü olarak doğmak.' İşte onların kaderi budur. Ne var ki bu müphem ifadeler, filozof ağızlarda cazibeli hale gelir ve bu düşük veya ölülerden cemiyete hayat getirmesi beklenir. Bu da, şeytanın bir başka hilesi ve aldatıcı düzenidir.
[1] Âlûsi, 5/149,150; İbni Hişam, Sîre, 1/91-93
[2] İbni Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, 2/368
[3] Buhari, Cenaiz 92; Ebu Davud, Sünne 17; Tirmizi, Kader 5
[4] Müslim, Taharet 56; Ebu Davud, Taharet 29; Nesei, Zinet 1
[5] Elmalı, Hak Dini, 3/88; Buhari, Libas, 62; Hudud, 33; Tirmizi, Edeb, 34; Darimi, İsti'zan, 21
- tarihinde hazırlandı.