Türkiye'deki Cinayetlerin Perde Arkası
İsim yapmış, medyatik kimliğe sahip bazı önemli şahısları zaman zaman öldürmek suretiyle ülkemizde hep hâdiseler çıkartılıyor. Tabiî ardından bu cinayetler Müslümanlara mâl ediliyor. Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Sual hâlinde bana tevcih edilen bu düşüncelere benim de bütünüyle katıldığımı belirterek sözlerime başlamak istiyorum. Evet, Bahriye Üçok, Turan Dursun, Uğur Mumcu gibi basın yayının önemli ve önde gelen insanları, faili meçhul cinayetlere kurban gittiler.. gitti ve sahip oldukları kimliklerden dolayı da cinayetler Müslümanlara mâledildi. Medya da olayı tahkik ve tetkik etmeden, niçin ve neden sorularına cevap verecek sır perdelerini aralamasını beklemeden aceleden hüküm verince Müslümanlar, bu menfur olayların kâtili oldu çıktı. Hâlbuki devletin yetkili organları biliyor ki, bu cinayetleri Müslümanlar işlemedi.
Bu insanlar ―isim tasrih etmeyeceğim― dünya çapındaki istihbarat örgütlerinde eğitim görmüş profesyoneller tarafından öldürüldü. Bu insanlar devletin dahi üzerine gitmeye cesaret edemeyeceği devletler, kuruluşlar vasıtasıyla desteklendiği veya bizatihi onlar tarafından planlanıp uygulandığı için, bu hâdiselerin kâtilleri adına tarihe de bir not düşülemedi.
Pekâlâ bu faili meçhul cinayetler neden Müslümanların üzerine kalıyor denecek olursa:
1. Bu ülkede Müslümanlara karşı son yıllarda daha da belirginleşen güven ve itimadı sarsmak için İslâmî terör havasının estirilmek istenmesi önemli bir âmildir. Bazıları bununla, gerek halk, gerekse elit tabakada oluşan, İslâm'a yönelişin önünü kesmeyi planlamaktadır.
2. Bu olaylar vesilesiyle askeriyeye darbe adına davetiye çıkartıldığı da diğer bir sâik. Türkiye'nin yakın geçmişine baktığımızda 60, 71 ve 80 ihtilalleri öncesi hep bu türlü sun'î kargaşaların çıkartıldığını görürüz ve bunları, ülkemizin büyüyüp gelişmesini istemeyenler planlamaktadır.
Hâlbuki, askerî ihtilallerde ―her ne kadar askerî erkân ülke yararına birçok faydalı işler yapsa da― demokrasi düşüncesi inkıtaya uğramaktadır.. uğramakta ve onun Batı devletlerinde olduğu ölçüde bütün kurumlarıyla ülke geneline mâledilmesi çabaları maalesef akîm kalmaktadır.
Ayrıca devlet tecrübesi çok farklı bir faktördür. Askerî ihtilal döneminde, bu tecrübeye sahip olmayan ve konumları itibarıyla olmaları da beklenilmeyen komutanlar işin başına geçince, birtakım olumsuzlukların, geriye gitmelerin olması kaçınılmazdır. Onun için ihtilaller sonrası yapılan tespitlerde her bir darbe ile Türkiye'nin sadece ekonomik kalkınma alanında en az 10 yıl geriye gittiği, artık herkesin üzerinde ittifak ettiği bir gerçek.
Askerî darbelerin menfi neticeleri adına arz etmeye çalıştığımız bu iki düşünceden çok daha önemli olan ayrı bir nokta daha var ki, o da, darbeleri savunan-savunmayan, kabullenen-kabullenmeyen diye ülke insanının ayrı ayrı kamplara ayrılmasıdır. Genelde aydın takımı arasında olan bu cepheleşme, medya vasıtasıyla maalesef toplumun tüm katmanlarını da tesir altına almaktadır. Böyle bir kamplaşma, aradan yıllar geçse de, hepimizi üzecek olaylara sebebiyet vermektedir. Hâlbuki her iki kesimin temsilcileri de bizim insanımızdır. Hele dış dünyanın bütün müesseseleriyle üzerimize çullandığı günümüzde, kendi aramızda kardeşliğe, diyaloğa her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız olduğu da bir gerçek. Dolayısıyla faili meçhul cinayetleri planlayan ve gerçekleştirenlerin, bunların arkasında olduklarını düşünmemek elden gelmiyor.
3. Faili meçhul bu cinayetlerin Müslümanlar tarafından işlenmediğini ispat etmek çok zor, hatta imkânsızdır. Zira hukuk mantığına göre "Nefy isbat edilemez." Onun için Müslümanlar olarak bizler, daima devletimizin ve milletimizin yanında olduğumuzu vurgulamak ve bu düşüncemizi her zemin ve fırsatta sürekli anlatmak zorundayız. Bunun karşısında gerek bizim gibi düşünmeyen bu ülke insanları, gerekse askerî ve idarî erkân, belki bir 10 yıl, kim bilir belki de 20 yıl nabzımızı tutacak, davranışlarımızı yakın takibe alacak ve bu uzun takip sonunda vatan, millet aleyhine herhangi bir beyan veya davranış görmeyince, bizi tasdik etmek ve bağırlarına basmak zorunda kalacaklardır. Şahsen ben bu konuda ümitvârım. Şimdilerde Müslümanlar potansiyel suçlu gibi gösterilse de, inşâallah başta devlet yetkilileri, sonra aydın kitle ve halk bu problemleri bağrında eritecek ve arkasında güçlü devletlerin, istihbarat örgütlerinin bulunduğu böylesi oyunlar da akim kalacak, onlar da kat'iyen emellerine nail olamayacaklardır.
4. Bence soruya esas cevap teşkil eden noktaya şimdi geliyoruz. Esas itibarıyla Müslümanlıkta terör yoktur. "Terörist Müslüman olamaz, Müslüman da terörist olamaz." Evet, Müslümanın yeryüzünde bir tek gayesi vardır. Evet, o, dünya hayatında bütün düşüncelerini, amellerini o gaye etrafında örgüler. Plan ve projelerini ona ulaşabilmek için yazar çizer. Nedir o gaye? Sadece ve sadece Allah'ın rızası.
Evet, Müslüman eğer gerçekten Müslümanlığı anladı, anlayabildi ise, Allah'ın rızasından başka bir şey düşünmemelidir. Düşünmek bir yana onun dışındaki her şeye kapalı kalmalıdır. Hatta bir ölçüde Cennet'e ve Cennet nimetlerine bile. Zira Cüneyd-i Bağdadî'nin o enfes tespiti içinde, Cennet ve uhrevî meyveler için ibadet edenler "abdü'l-lezze" yani lezzetin kulları ve Cennet'in kullarıdır. Onun için gerçek mü'min, Yunus'un felsefesiyle;
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle, birkaç huri,
İsteyene sen ver onu
Bana Seni gerek Seni.
der ve farklı bir buudda yaşar.
Şimdi, Müslüman böyle mübarek ve yüce bir hedefe yürürken, vesilelerinin de meşru olmasına dikkat etmek mecburiyetindedir. Zira böyle yüce bir gaye, ancak meşru vesilelerle elde edilebilir. Sokaklarda bağırıp çağırmakla, kim olursa olsun insan öldürmekle bu gayeye ulaşılamaz. Bu çerçevede terör, cinayet, gasp, adam kaçırma vb. olayların Müslümanlıkla telifi mümkün değildir. Yani adam öldüre öldüre bu yolda ilerlenemez. Onun için ta başta, "Terörist Müslüman olamaz, Müslüman da terörist olamaz." dedik.
Evet, İbn Abbas'a göre insan öldürme, şirk ile eşdeğerdedir. Tâbiîn'in bazı imamlarına göre haksız yere insan öldüren ebediyen Cehennem'de kalacaktır. Demek ki onun tevbesi asla kabul edilmeyecektir. Oysaki şimdilerde, başımızın belâsı terör olaylarında sürekli masum insanlar öldürülüyor. Evler, hanlar yıkılıyor, geride kadınlar dul, çocuklar da yetim ve öksüz kalıyor. Bütün bunları İslâmî inanç çizgisinde izah etmek imkânsızdır. Üstad Hazretleri, İslâm'daki adalet esasını anlattığı yerde mealen, "Bir yerde ölümü hak etmiş on cani ile bir masum bulunsa, o canilerin öldürülmesinde o masuma da zarar verme söz konusu olsa, bu bir cinayet sayılır."[1] der. Evet, mutlak adalet anlayışı bunun böyle olmasını gerektirir.
Ayrıca burada "Hayr-ı kesîr için, şerr-i kalîl irtikâb edilir." düsturunu, İslâm adına hakikaten İslâmiyet'e düşmanlığı müsellem insanların vücudunu ortadan kaldırmada mesnet olarak da kullanamayız. Savaş alanında, ülkenin çıkarları adına şahsın kendi rızasıyla kendini feda etmesi ayrı bir husustur. Esasen İslâm, intihara kat'iyen cevaz vermediğinden, bahsini ettiğimiz husus istisnaî olarak ele alınmıştır.
Netice itibarıyla, terörizmi, İslâmiyet ile telif etmek imkânsızdır. Allah'ın rızasını gaye edinmiş bir Müslüman, kim olursa olsun adam öldüremez. Hatta bu Müslüman, İslâm'ı devlet çapında temsil etme, böylece bütün dünya ülkelerine örnek olma, devletlerarası muvazenede belli bir yeri alarak, Müslümanların hak ve hukukunu gözetme vs. gibi dolambaçlı yollardan Rabbin rızasına doğru yürüse bile yine adam öldüremez, zira bu neticeye adam öldüre öldüre varılmaz ve varılamaz.
Hâsılı, Müslüman terörist olamaz, terörist de Müslüman.
- tarihinde hazırlandı.