Tarihî Tekerrürler Devr-i Daimi

Tarihî hâdiselerin tekerrürü zaviyesinden dünyada cerayan eden olaylara yaklaştığımızda karşımıza nasıl bir tablo çıkıyor?

Dünya yeniden bir mânevî buhran ağında.. evet, Allah, dünyayı bir kere daha sarsıyor. En müreffeh ve istikrarlı ülkeler kabul edilen Amerika ve Almanya bu sarsıntıdan hissedar olacakları gibi, sıralamada onları takip eden devletler de kendi durum ve konumlarına göre bu buhrandan nasiplerini alacaklardır. Hissesi ne olursa olsun, Türkiye'nin de bu sıralamada bir yeri olduğunu unutmamak gerek.

Dünyanın yeniden buhranlara sürüklenmesi bir neticedir ve bu neticeyi doğuran sebepler ise sayılamayacak kadar çoktur. Biz bunlardan birkaçına sadece işaret edip geçelim:

1. Dünyayı idare edenlerin, liderlik yanlarının eksikliği. Bizim "lider" ile ne kasdettiğimiz ve bu kelimeyi hangi mânâda kullandığımız bellidir. (Lider yazısında da işaret edildiği gibi, bir liderde bulunması gereken pek çok vasıf ve özellik vardır.[1]) O yazıdaki kriterler nazara alındığında, bugün dünyanın lider bakımından nasıl yoksul ve fakir bir durumda olduğu görülecektir. Dünyanın içinde bulunduğu buhran ve sıkıntıda, sözünü ettiğimiz fakirlik ve yoksulluğun tesiri küçümsenemeyecek kadar yaygın ve ürperticidir.

2. Dünyadaki ekonomik hayatın, ekonomi bilmeyenlerce yönlendirilmesi, insanlık için bir tali'sizliktir. Ve bu tali'sizlikle bugün insanlık, maalesef kıvrım kıvrımdır. Ne gariptir ki, günümüzde herkesin bildiği bu yanlışlık, her şeye rağmen daha bir süre devam edecek gibi görünmektedir.

3. Bana göre en önemli sebeplerden biri de israftır. Evet, bugün bütün dünyaya israf hâkimdir. Tabiî ki, israfın hâkim olduğu yerde kaybedilmesi muhakkak ve mukadder olan bazı önemli dinamikler de olacaktır.. ve işte o dinamikleri yitirmek de dünyayı buhrandan buhrana sürüklemektedir. Eskiden insanlar "Kût-u lâ yemût"la yaşarlardı.[2] Eskilerin aldıkları gıdadan, giydikleri elbiselere, ondan da kullandıkları eşyaya kadar bu her şeyde bir ölçüydü. Onlar, daha ziyade "gaye-i hayal"leri açısından, duygu, düşünce ve kültürleriyle zengin olmayı tercih ederlerdi. Bugün ise mesele tamamen tersine dönmüştür.

İsraf, Allah'ın nimetlerinin kadrini, kıymetini bilmeme, on­la­rı ulu orta saçıp savurma demektir. Zaten şimdilerde ona "sa­vur­ganlık" diyorlar. Bir yerde israfın hayat bulması orada "kaht" denilen kıtlığın boy göstermesini de beraberinde ge­tirir. Bu bazen bereketin kesilmesi şeklinde tezahür eder ki, Be­di­üz­za­man Hazretleri bu meseleye temas ederken, aynı noktaya parmak basar ve "İktisat sebeb-i bereket, israf ise be­re­ketin kesilmesine vesiledir." der.

Dünyanın içinde bulunduğu buhranla ilgili sebepleri sıralayıp çoğaltmak mümkündür. Ancak, biz burada konuya başka bir zaviyeden yaklaşmayı düşündüğümüz için şimdilik bu sebepler üzerinde fazla durmayacağız.

Evet, dünya yeniden bir mânevî buhran arenasına itildi. Bu bir tarihî tekerrürdür. Ve zannediyorum meseleye tarihî tekerrürlerin mânâ ve mahiyetini kavrayarak yaklaşmak daha yararlı olacaktır.

Evet tarih, tekerrürlerle doludur. Ancak bu tekerrürler ayniyet içinde değil, misliyet (birbirine benzerlik) içinde cereyan eder. Aksi olsaydı aynı hâdiselerden ders alınır ve dolayısıyla da aynı yanlışlıklara girilmemiş olurdu. Hâlbuki tarihî tekerrürlerden ders değil ibret alınır. İsterseniz şimdi de, dünyanın içinde bulunduğu buhrana böyle bir anlayış perspektifinden bakmaya çalışalım.

Tarihî tekerrürler içinde nice defalar görülmüştür ki, Ce­nâb-ı Hakk'ın insanları sıktığı, sıkıştırdığı, preslediği dönemler, çok defa insanlık için yeni ufuklara açılmanın mebdei olmuştur. Esasen bu durum fert planında da böyledir, cemiyet planında da. Yani ferdî sıkıntıların doruk noktaya ulaşması, bir bakıma kurtuluş anının çok yaklaştığını gösterdiği gibi, içtimaî sıkıntıların azgınlaşması da her zaman toplumu bilemiş ve onu yeni ufuklara yönlendirmiştir. Bunları düşünürken hemen hatırımıza İmam Sühreverdî'nin, geceye hitaben söylediği şu sözleri gelmektedir: "Karar karara bildiğin kadar. Çünkü kararmanın son noktası aydınlığa çıkmanın başlangıcıdır!"

Ayrıca, normo âlemin sultan-ı mümtazı insanla makro âlem arasında her zaman ayniyete yakın bir misliyet söz konusudur. Onun için isterseniz, önce meseleye, bir mukayese imkânı vermesi bakımından fertten başlayalım. Fertlerin inşirah hâllerini bazen vicdanî ve ruhî kabzlar takip eder. Bazen de durum döner, bunun tam aksine olur. Kabz, sıkıştırılma demektir. Kılıcın parmaklarla sıkıştırılan yerine de bu sebeple "kabza" denir. Evet kabz, bilinmeyen bir el tarafından kıskıvrak yakalanmanın adıdır. Zaten bu kelime tasavvuf terminolojisine de daha ziyade bu mânâsıyla girmiştir.

Bazen kabz hâlleri, ferdin bir kısım günahlarından, gafletinden kaynaklanır. İnsan evvelâ kendini coşkun bir iklime salar.. biraz çakırkeyf yaşar; buna ceza olarak da hemen arkasından kabz hâline giriftar olur. Belki de böyle bir hâle girmeyi ruh istemektedir. Çünkü rahat ve rehavetin fazlası ruhta sıkıntı meydana getirir. Dolayısıyla ruh, çok defa maddeden kaynaklanan coşkunluklardan sıkılır. Zira o, daha ziyade öbür âlem adına metafizik gerilim içinde bulunmayı arzular.

İşte bu hâliyle kabz, insanın kendisini salıvermesine mukabil, yed-i Kudret tarafından ikaz edilmesini netice verir. Allah, insanı kendine yöneltmek için ona kabz hâli verir. Bu aynen, bir annenin yanlış yere gitmesin, yanlış şey yapmasın diye çocuğunu engellemek için önce hafif tokatlayıp sonra da onu bağrına basması gibidir.

Böyle bir durumda yollar daralır, geçit vermez hâle gelir.. sebepler yavaş yavaş sukût eder.. İşte o anda insan bütün sebepleri hafızasından siler ve sebepleri elinde tutan Zât'a yönelir. Zaten o Zât'ın (celle celâluhu) maksadı da budur: İnsanı kendine yöneltmek. Bu gibi ahvalde eğer insan, başına gelenlerin hakikî sebebini anlayıp Cenâb-ı Hakk'a rücu edebilirse, maksat hâsıl olmuş demektir. Bu noktaya ulaşabilmek ise, kâinatta hiçbir hâdisenin tesadüfî ve gelişigüzel olmadığını anlama ve kavrama gibi bir şuur, bir idrak ister. Sekizinci Söz'de kuyuya düşmüş iki insanın durumu anlatılırken bu hususa işarette bulunulmuştur. Bu iki insandan biri vak'aların perde arkasını kurcalamaktan mahrumdur. Hâlbuki diğeri basiret ehlidir. Bu sayede de kendi kendine der ki: "Bu işler pek tesadüfe benzemiyor. Sahrada koşarken arkama bir aslan takılıyor, kuyuya düşüyor ve bir ağaca tutunuyorum; ağacın kökünde beyaz ve siyah iki fare ağacı kemiriyorlar.. aşağıda bir ejderha ağzını açmış düşeceğim anı bekliyor.. yukarıda aslan dehşet verici hâliyle beni tehdit ediyor.. Omuz omuza vermiş bu hâdiseler asla rastlantı olamaz. Belli ki bütün bunlar beni bilen birisi tarafından daha önceden planlanmış ve benimle temsil ediliyorlar."

İşte, kabz hâline giriftar olan her insan, aynen böyle düşünmeli ve demeli ki "Beni kıskıvrak yakalayan bu hâdiseler beni aşan bir kudret tarafından kullanılıyor ve ben bu oyunda sadece figüranlık yapıyorum." Tabiî bu kadarla da kalmamalı, derhâl hâdiseleri o yöne sevk eden ve bütün varlık âleminin zimamını elinde tutan Zât'a dehalet edilmelidir.

Bu durum fert için böyle olduğu gibi toplumlar için de böyledir. Fert gibi yer yer toplum da bir demir pençe ile tutulup sıkıştırılır ki, bu da o toplumun kabz hâlidir. Bu hâlin bize ait yönü aslında 19. asra girerken başlamıştır. İflaslar birbirini takip etmiş ve bilhassa Tanzimat'tan sonra hep kazanma kuşağında kaybetmelerle karşı karşıya kalmışızdır. Dönüp O'na yönelmeyi gerçekleştiremediğimiz için de, kabz hâli uzun süre devam etmiştir. Müracaat yanlış kapılara yapılmış, medet başka yerlerde aranmıştır. Meselâ, bir dönemde Fransız hayranlığı, bir başka dönemde İngiliz meftûniyeti; öyle ki Babıâli'de İngiliz devleti için "Devlet-i Fehimane" ifadesi bile kullanılmıştır. Bu, "Muhteşem, muazzam İngiliz devleti" demektir. Devletin ruhuna musallat bu kompleks, teker teker fertlere de sirayet etmiş.. her iki kesim de bundan nasibini almış ve sarsıntılar yaşamıştır.

İşte bu dönemde, hem millet hem de devlet kabz hâli yaşamaktadır. Ferdin, vicdanında ve düşüncesinde içine girdiği sıkıntılar gibi, aynı cendereye millet ve devlet olarak düşmüşüzdür. Şimdi de aynı şeylerin tekerrürlerini yaşıyoruz. Ama bu tekerrür sadece bizimle sınırlı da değil. Bizim yakın bir geçmişte yaşadığımız buhranları şimdi bütün bir dünya yaşıyor. Tabiî ki, Türkiye de bu sıkıntıdan kendi payına düşeni alacaktır. Ancak yukarıda da tekrar ettiğimiz gibi, bu sıkıntılı dönemi de yine tarihî tekerrürler açısından ele almak gerekir. Yani nasıl ki, daha önceki sıkıntılar yeni inşirahlara birer başlangıç olmuştu; öyle inanıyorum ki, bugün içinde bulunduğumuz buhran ve sıkıntılar da aynı şekilde yeni inşirahlara köprü olacaktır. Zaten bizim vazifemiz de insanlığa bu yeni inşirah dönemini hazırlamak değil mi?

Tarihî tekerrürlerle alâkalı mülâhazamızı kendi ilim-irfan faaliyetlerimiz için de tatbik edebiliriz. Tatbik edebilsek, görürüz ki, bu işlerin hangi merhale ve kademesinde kabz hâline girilmişse, mutlaka ardından inşirahla çıkılmış ve kabz dönemi, yeni bir merhaleye sıçranılmasına vesile olmuştur. Bundan böyle de, misliyet ölçüsünde aynı şeylerin olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz...

[1] Bkz.: Zamanın Altın Dilimi, s. 210.
[2] Kût-u lâ yemût, ölmeyecek kadar bir şeyle iktifa etmek, demektir.
Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.