Kalp hüzünlenir göz yaşarır!..
Gözyaşları, kalb inceliğinin, muhabbet ve merhametin ifadesidir; gönüldeki hüzün, neş'e, hasret, hicran, merhamet ve şefkat gibi duyguların billûr taneler şeklinde dışa vurmasıdır.
İnsan genellikle sevinç, keder, emel, ümit, ayrılık ve vuslat misillü sebep ve sâiklerle ağlar; fakat kalb ufkunda Allah'a dost olanları, bütün bunlardan daha çok "mehâfetullah" ve "muhabbetullah" ağlatır.
Nezd-i ilahîde her ağlamanın kıymeti âh u efgân edenin duygu ve düşünce ufkuna göre değerlendirilir. Bu açıdan, musibet ve belâlar karşısında rızasızlık ve kadere itiraz manasına gelen ağlamalar haram; yarınlar endişesiyle kıvranıp inlemek bir ruhî maraz; dünya hesabına fevt edilen şeyler karşısında sızlanıp durmak da boş bir telaştır ve bütün bu sâiklerle dökülen yaşlar gözyaşları adına israftır.
Kur'ân-ı Kerim, ruhun selâmeti adına, ahiret yurdu hesabına, Hak mehâfeti ve mehâbeti ya da günahların kahrediciliği karşısında ağlayan insanları takdirle yâd eder ve her zaman onların örnek alınmasını salıklar. Mesela; değişik nebileri özel hususiyet ve fâikiyetleriyle bir bir tebcil ve takdir ettikten sonra, "Bunların hemen hepsi, kendilerine Rahmân'ın âyetleri okununca hıçkırıklarla secdeye kapanırlar." (Meryem, 19/58) diyerek konuyu âh u efgân etme fasl-ı müşterekiyle noktalar. Allah yolunda dökülen gözyaşlarını O'na arz edilmiş bir münacât armağanı gibi değerlendirir. Ağlamanın rabbânîlere mahsus bir hal olduğunu hatırlatmanın yanı sıra, hayatı oyun ve eğlence sanıp ömürlerini gülüp oynamakla geçirenleri de ikaz eder; "Gayrı onlar kazandıkları onca negatif şeyden ötürü az gülsün ve çok ağlasınlar." (Tevbe, 9/82) der.
Kur'ân'ın mübarek Mübelliği (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, tıpkı şeytanın hilelerinden Allah'a sığındığı gibi, kalb katılığından ve göz kuruluğundan da Cenâb-ı Hakk'a ilticada bulunmuş; "Ürpermeyen kalbden, yaşarmayan gözden Sana sığınırım Allah'ım!" yakarışını sık sık tekrar etmiştir.
Resûl-i Ekrem (aleyhi ekmelüttehâyâ) "Müjdeler olsun nefsine hakim olana!.. Müjdeler olsun (misafir kabul etme hususunda) evini geniş ve müsait tutana!.. Müjdeler olsun hataları karşısında gözyaşı dökene!.." diyerek ümmetine âdeta üç basamaklı bir miraç yolu göstermiştir. Haşyetle dökülen gözyaşlarının ilâhî azaba karşı bir sütre olabileceğine dikkat çekmiştir: "İki göz vardır ki, Cehennem ateşi onlara dokun(a)maz: Birisi Cenâb-ı Allah'a duyduğu saygı ve haşyetten dolayı hep ağlayan Hak erinin, diğeri de Allah yolunda nöbet tutan yiğidin gözleridir."
Cehennem alevlerini söndürecek yegâne iksir
Allah karşısında haşyetle dolup gözyaşı dökme konusunda çok önemli bir husus, kalbin tertemiz heyecanlarını ve saf hislerini, riya ve süm'a ile kirletmeden ifade edebilmektir. Göstermek ve duyurmak kastıyla ağlamak berrak gözyaşlarını şirk kirleriyle bulandırmak demektir. Riya ve süm'adan korunmak için özellikle nafile ibadetlerde ve Cenâb-ı Hakk'a iç dökme anlarında tenha yerlerin seçilmesi her bakımdan daha selâmetlidir. Nitekim, hadis-i şerifte, arş-ı ilahînin gölgesinden başka sığınak olmayan kıyamet gününde, zıll-i ilahî altında himaye buyurulacak yedi grup insan anlatılırken, onlardan birinin de yapayalnızken Allah'ı anıp da gözleri yaşlarla dolan hüşyar insan olduğu haber verilmektedir. Öyle ki, Allah haşyetiyle ağlayan insan, diğer nebevî beyanlarda cephede nöbet bekleyen askere denk tutulurken, bu hadiste de, adaletin temsilcisi olan idareci, ömrünü ibadet neşvesi içinde geçiren genç ve mescidlere dilbeste olan âbid gibi Hak dostlarıyla aynı çizgide zikredilmektedir.
Bundan dolayıdır ki, İmam Gazalî Hazretleri "Ağlayan da kaybedebilir, ağlamayan da!.." demiştir. İnsan ağlamıyorsa, o bir gün mutlaka pişman olacaktır; çünkü onun önünde kendisini ağlatacak çok badireler vardır ve o badirelerin bazıları ancak burada dökülen gözyaşlarıyla aşılabilecek mahiyettedir. Fakat pek çok ağlayanlar da vardır ki, günahlarından ya da aşk u iştiyaktan dolayı değil de, başka şeyler sebebiyle, belli dünyevî hislerin tesirinde gözyaşı dökerler. Daha da kötüsü, hassas, duygulu, müttaki ve Allah sevgisiyle dolu bir insan gibi görünme ve bilinme maksadıyla ağlarlar. Mü'min, hususiyle de toplum içinde kalbinin heyecanlarına hâkim olmaya çalışmalı; iradesinin hakkını verip gözyaşlarını içine akıtmalı; buna güç yetiremiyorsa, ancak işte o zaman gözyaşı bendinin önünü açmalıdır.
Saf ve temiz duygularla, sırf Allah haşyetiyle akıtılan gözyaşları, dünyada dayanılmaz hale gelen aşk ateşinin ızdırabını bir nebze dindirirken, ahirette de cehennemin alevlerini söndürecek tek iksirdir. Onun içindir ki, Allah Resûlü (aleyhissalatü vesselam) şöyle buyurmuştur: "Mahşerde, cehennem kıvılcımlarının insanları kovaladığı hengâmda, Cebrail Aleyhisselam elinde dolu bir bardakla görünür. Ona, "Bu ne?" diye sorarım; şöyle cevap verir: "Bu, Allah korkusuyla ağlayan mü'min kulların gözyaşlarıdır; şu korkunç kıvılcımları sadece bu gözyaşları söndürebilir." Aslında, bu hadis-i şerifte çok önemli bir ima vardır: Evet, insanın gönlünü daraltan ve onun huzurunu kaçıran gayz, kıskançlık, haset, kin, nefret ve adavet gibi şeytanî hislerin neticesi olan cehennemî alevlerin söndürebilmesi de ancak gözyaşlarıyla mümkün olabilir.
- Allah katında her ağlamanın bir kıymeti vardır. Bu kıymet, âh u efgân eden kişinin duygu ve düşünce ufkuna göre değerlendirilir.
- Eğer ağlanacaksa; ruhun selâmeti için, ahiret yurdu hesabına, Allah korkusu veya sevgisi adına ya da günahların kahrediciliği karşısında ağlanmalıdır.
- Mü'min, toplum içinde kalbinin heyecanlarına hâkim olmaya çalışarak gözyaşlarını içine akıtmalı; buna güç yetiremiyorsa, ancak o zaman gözyaşlarını salıvermelidir.
Kalb yumuşaklığının vesileleri
Cenâb-ı Hak, Kur'an-ı Ke-rim'de: "İyi düşünün ki Allah, bütün yeryüzünü bile ölümünden sonra diriltiyor; (gevşeyen ve uyuklayan gönülleri de böylece diriltebilir).
Zaten aklını çalıştıran, zihnini işleten kimseler için bu canlanmayı gerçekleştirecek ayetlerimizi iyice açıklamış bulunuyoruz." (Hadîd, 57/17) buyuruyor. Ölü toprağı dirilttiği, can verip, bitkileri ve çiçekleri filizlendirdiği, ekinler ve meyveler yetiştirdiği gibi, eğer dilerse adeta felç olmuş kalblere de yeniden hayat verebileceğini ifade ediyor. Dahası, bu beyan-ı ilahîden sonra da, kalbi ihya edip ona rikkat kazandıracak vesilelerden biri olarak Allah yolunda infakta bulunmayı nazara veriyor.
Bu hususu teyid eden bir hadis-i şerifte, Rehber-i Ekmel (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, "Kalbinin yumuşamasını ve muhtaç olduğun şeye kavuşmanı arzu ediyorsan, yetime merhamet et, başını okşa ve yemeğini ona yedir. Böyle yaparsan kalbin yumuşar ve muhtaç olduğun şeye kavuşursun." buyuruyor.
Kalbin yumuşamasının en önemli vesilesi, tefekkür etmek ve kâinatı ibret nazarıyla süzmektir. Tefekkür sayesinde, kalb nurlanır, vesvese ve şüphelerden sıyrılır, şeytanın hile ve desiselerine karşı dayanıklılık kazanır. Aksi hâlde, okumayan, düşünmeyen ve kendini yenilemeyen kimseler, sararır solar ve savrulur giderler. Bu itibarla, ülfete düşmemek ya da düşme eşiğinde bulunanları oradan çekip almak için âfakî ve enfüsî sağlam bir tefekkür şarttır.
Ayrıca, Kur'an-ı Kerim, kalblerin, Allah'ı zikirle yumuşadığını belirtir. Cenâb-ı Hakk'ı bütün esmâ-i hüsnâsıyla, bütün sıfât-ı kudsiyesiyle yâd etmek, O'nun hamd ü senâsıyla gürlemek, yerinde tesbîh u temcîdlerle gerilmek, yerinde Kitab'ını okumak ve onun rehberliğine sığınmak; kâinat kitâbındaki âyât-ı tekvîniyesini mânâ-yı harfiyle mırıldanmak; aczini, fakrını dua ve münacât lisânıyla ilân etmek.. evet, bütün bunların hepsi birer zikirdir. Zikir, kalbi titretir, yumuşatır ve daha sonra da onu itminan ile doldurur. Özellikle de gece yapılan zikirler, kalbe rikkat kazandırma ve bu rikkati muhafaza etme mevzuunda hayatî ehemmiyeti haizdir. Gecelerini ihya edemeyenlerin kalb rikkatini korumaları çok zordur.
Ölümü düşünmek de, ülfetin tesirlerini kırıp zararlarını giderebilecek bir vesiledir. Hazreti Aişe (radıyallahu anha), kalbinin katılığından şikayet eden bir kadına "Ölümü çok hatırla, mevti düşünmek kalbi yumuşatır." demiştir. "Râbıta-ı mevt" denilen ölümü sürekli hatırlama ameliyesinin yanı sıra, hastaların ve engellilerin hallerinden ibret almak ve kabirleri ziyaret etmek de ülfete karşı bir çare olarak sayılabilir.
Haftanın Duası
Zatında, sıfatlarında ve fiillerinde hiçbir dengi bulunmayan, varlığıyla bütün mahlûkatı ayakta tutan fakat kendi varlığı hiçbir varlığa bağlı olmayan âlemlerin Rabb'i Allah'a sonsuz hamd ü sena; bütün mevcudatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı,'Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım!' hitab-ı mübeccelinin biricik muhatabı, kâinatın Efendisi Hazreti Muhammed Mustafa'ya, O'nun aile fertlerine ve arkadaşlarına kâinatın zerratı adedince salât ü selam ediyor; afv ü mağfiretin sağanak sağanak yeryüzüne indiği şu bereketli günlerde, merhameti sonsuz Rabb'imize iltica ediyoruz. Rabb'im kabul buyur...
Sözün Özü
Üstad'ın, 'medenilere galebe ikna iledir' küllî düsturu ancak akıl ve mantık yoluyla olabilir. Yeryüzünde yegâne güç ve kuvveti de temsil etseniz, akıl, mantık ve muhakemenin her şeyin önünde ve üstünde olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Hele günümüzde medenî olduklarını zanneden muhatap kitleye dini anlatabilmenin tek yolu mantık ve muhakeme yolunun seçilmesidir. Hakiki galebe bu temel üzerine kurulacak sevgi, hoşgörü, müsamaha, diyalog yollarının kullanılması sonucu gerçekleşebilir.
- tarihinde hazırlandı.