Tükenmeyen hazine: İktisat
İktisat; haddi aşmamak, aşırı gitmemek, gereğinden az veya çok harcamaktan kaçınmak, itidal ile hareket etmek ve orta yolu tutmak manalarına gelmektedir.
İktisadın zıddı israftır. İsraf ise; lüzumsuz yere harcamak, istihlâkta (tüketimde) aşırı gitmek, gereğinden fazla yiyip içmek ve Cenâb-ı Hakk'ın lutfettiği nimetleri boş yere sarf etmek demektir.
İzzet vesilesi ve zillet sebebi
İslamiyet, hem yeme-içme, giyim-kuşam, araba, ev ve eşya gibi maddî ihtiyaçları karşılarken hem de ihsan-ı İlahî olarak verilen her türlü rızıktan istifade ederken aşırılıktan kaçınmayı ve orta yoldan ayrılmamayı emretmiş; savurganlık hastalığından, şatafat tutkusundan ve lüks arayışından kaynaklanan israfın her çeşidini yasaklamıştır.
İktisat, her şeyden önce manevî bir şükürdür; çünkü muktesid insan, Mün'im-i Hakiki'ye ve dolayısıyla O'nun verdiği nimetlere karşı hürmet hisleriyle dolar, onların ardındaki rahmet-i İlâhiyeyi daha iyi kavrar; Rezzak-ı Hakiki'yi bilmenin hâsıl ettiği ulvî duygular sayesinde nimetlerden daha derin lezzet duyar; kendisine bahşedilen o kıymetli hediyeleri boşa harcamaktan kaçınır, onları ihtiyaç miktarınca kullanır. Böylece, hem bir manada bedenine kesintisiz perhiz yaptırdığı ve itidal üzere yaşadığı için hep sıhhatli kalır, hem Cenâb-ı Hakk'ın verdiklerine kanaat ederek onları dengeli kullandığından başkalarının eline bakma zilletinden kurtulup izzetini korur, hem de bu manevî şükrüne bir mükâfat olarak, hakkında bir bereket vesilesine dönüşen iktisat sayesinde, devamlı ziyade nimetlere kavuşur.
İsraf ise, nimetlere ve onları gönderene karşı saygısızlık olduğu gibi, kanaatsizlik, hırs ve zillet misillü marazların da menşeidir. Zira müsrif adam, İlahî takdire ve alın teriyle elde ettiğine razı olmaz, sürekli daha fazlasını ister; hiç şükretmez, daima şekvada bulunur; helal rızkını az bulur, gayr-ı meşru olup olmadığına aldırmadan daha külfetsiz ve daha çok kazancın peşine düşer, hatta o yolda izzet ve haysiyetini dahi feda eder. Bu itibarla, iktisat, nimetlerin artarak devam etmesinin ve izzetle yaşamanın önemli bir vesilesi olduğu gibi, israf da bereketin kesilmesinin ve zillete düşmenin mühim bir sebebidir.
Şeytanın kardeşliği
İktisat eden insan, Allah'ın hoşnutluğuna ve Hak dostluğuna yürüyen bahtiyar bir kuldur; müsrif kimse ise, israf yolunda sadece İblis'in arkadaşlığını bulur, şeytanlara kardeş olur. Nitekim "Yakınlarına, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, ama sakın saçıp savurma. Çünkü savurganlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabb'ine karşı pek nankördür." (İsrâ, 17/26-27) mealindeki ayet-i kerime bu hakikati ifade etmektedir.
Evet, Kur'an-ı Kerim saçıp savurmayı yasaklamakta ve savurganlığı şeytanî bir sıfat olarak anlatmaktadır. Saçıp-savurmanın az ya da çok harcama ile değil, harcamanın yapıldığı yerle alâkası vardır; bu açıdan, saçıp savurmadan maksat, "doğru olmayan yerlere harcamada bulunmak"tır. İslam âlimlerine göre, bir insan bütün malını-mülkünü Allah yolunda infak etse de savurganlık yapmış sayılmaz; fakat gayr-ı meşru bir iş için sadece birkaç kuruş da harcasa yine "saçıp savurmuş" kabul edilir.
Nasıl ki, şeytan onca nimeti görmezlikten gelmiş, şükürle mukabelede bulunacağına hep şikâyet etmiş, hakkına razı olmayıp büyük bir hırsla daha fazlasını istemiş ve bütün ilahî ihsanları suiistimal ederek haddini bütün bütün aşmıştır; işte savurgan kimseler de, nankörlüklerinden dolayı mazhar oldukları nimetleri küçümsemekte, onlara şükürle değil de şekva ile mukabele etmekte, kıymetini bilemedikleri nimetleri gayr-i meşru ve faydasız işler için rahatça saçıp savurmakta ve dolayısıyla küfran-ı nimet, nankörlük, haddi aşma ve israf çizgisinde İblis'e yoldaş, şeytanlara kardeş olmaktadırlar.
Orta yol
Oysa İslam savurganlıkla eli sıkılık arasında bir orta yol göstermiş, nimetlerin kadrini bilip onlara şükürle mukabele etmek gerektiğini belirtmiş ve şükrün esasını da "insana bahşedilen duygu, düşünce, âzâ ve cevârihi yaratılış gayeleri istikametinde kullanmak" şeklinde tarif etmiştir. Bu itibarla, inanan insanlar, bir taraftan saçıp savurmaktan uzak kalmalı, diğer yandan da, asla cimri olmamalı; israftan kaçınmalı ama Hak yolunda infakta bulunmaya da can atmalı ve kendilerine bahşedilen bütün nimetleri Cenâb-ı Hakk'ın rızasına ulaşmak için birer vesile olarak kullanmalıdırlar.
Kur'an-ı Kerim, işte bu orta yola ve müstakim çizgiye işaret etmiş; "Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma ki herkes tarafından ayıplanan, kaybettiklerine hasret çeken bir hale düşmeyesin." (İsrâ, 17/29) buyurmuştur. Ayrıca, "Rahman'ın o has kulları, harcamalarında ne israf eder ne de eli sıkı davranırlar; bu ikisinin arasında bir denge tuttururlar." (Furkan, 25/67) diyerek seçkin kulların bu önemli vasfına vurguda bulunmuştur.
Baştan beri ima edildiği üzere, israf kavramını sadece yiyecek-içecek, mal-mülk ve maddî imkânlarla alâkalı olarak düşünmemek gerekir. İsrafın çerçevesini daha geniş tutmak ve maddî-manevî her türlü nimetin yaratılış gayesine ters kullanılmasını ve boşu boşuna harcanmasını savurganlık olarak değerlendirmek icap eder. Dolayısıyla, giyim-kuşamda, içinde oturulan binada ve evin tefrişinde olduğu gibi, zaman ve sağlık misillü nimetlerin kadrinin bilinmeyişinde de israf söz konusudur.
- İslamiyet, hem maddî ihtiyaçlarımızı karşılarken hem de ihsan-ı İlahî olarak verilen her türlü rızıktan istifade ederken aşırılıktan kaçınmayı ve orta yoldan ayrılmamayı emretmiştir.
- İnsan, Cenâb-ı Hakk'ın verdiklerine kanaat ederek onları dengeli kullandığında hem başkalarının eline bakma zilletinden kurtulup izzetini korur hem de nimetler ziyadeleşir.
- İslam savurganlıkla eli sıkılık arasında bir orta yol göstermiş, nimetlerin kadrini bilip onlara şükürle mukabele etmek gerektiğini belirtmiştir.
Adanmış ruhlar ve iktisat-istiğna mesleği
Bilhassa hizmet-i imaniye ve Kur'aniyede bulunan insanlar, mutlaka kendilerini iktisada alıştırmak zorundadırlar.
Aksi halde, itibarlarını yitirme, güven kredilerini kaybetme ve davalarına laf getirme ihtimalleriyle karşı karşıya kalırlar. Oysa itibar ve güven, hizmet erleri için en geçerli akçe ve en büyük sermayedir. Güvenilirliğini yitirmiş bir mü'min, irşad vazifesini yaparken kendisine lazım olan bütün sermayesini kaybetmiş demektir.
Bundan dolayı, adanmış bir ruh, hiç kimseye el açmamalı, yüzsuyu dökmemeli ve vaktinde geri verme imkânına sahip değilse başkalarından tek kuruş almamalıdır. Şayet, onun, günde üç defa yemek yemeye imkânı el vermiyorsa, iki öğünle iktifa etmeli; ona da gücü yetmiyorsa, bir defayla yetinmelidir. Hatta icabında çocuklarını doyurmalı, kendisi yarı aç kalmalı, buna davası hatırına katlanmalı ve şartlar nasıl olursa olsun iffetini korumalıdır. Üç odalı kiralık bir evi bile kendisi için lüks kabul etmeli ve "İnsanlığın İftihar Tablosu'nun hane-i saadeti sadece bir odacıktan ibaretti; o münevver odacık öyle daracıktı ki, Peygamber Efendimiz namaz kılarken rahat secde edebilmesi için Hazreti Aişe'nin birazcık toparlanması gerekiyordu. Kâinatın Efendisi dahi öyle yaşamışken bu bize biraz fazla değil mi?" demelidir. Şayet, bütçesi müsait değilse ve hele zaruret de yoksa, araba sahibi olmamalı, gideceği yere yaya gitmeli veya toplu taşıma vasıtalarını kullanmalı.. Hâsılı, ne yapıp etmeli, iffet ve istiğna ruhuyla yaşamasını bilmeli; kat'iyen lükse girmemeli, israfa düşmemeli ve asla yüce mefkûresine laf getirmemelidir.
Evet evet.. dava adamı yaşama zevki, hayat kaygısı, rahat tutkusu, lüks arayışı ve israf alışkanlığından fersah fersah uzak kalmalıdır. O, süt gibi duru, su gibi berrak ve toprak gibi mütevazı halini ömür boyu korumalıdır. Kendisinden öncekileri yiyip bitiren lüks, israf, debdebe ve ihtişam onun evinden içeri girememeli, hele gönlüne yol bulamamalı ve ona hükmedememelidir. O, asla tavanlardaki boya, zeminlerdeki cilâ, masalardaki ibrişim ve yataklardaki atlaslarla kadr ü kıymetini yüceltme, giyim-kuşamla beyan ve düşüncelerine ağırlık kazandırma, maddi debdebe ve ihtişamla dünya meftunlarına sempatik görünme peşinde olmamalı ve İslam'dan başka vesile-i izzet aramak suretiyle maskara durumuna düşmemelidir.
Unutulmamalıdır ki, mü'minler şekil ve düşünce değiştirmekle, kılık-kıyafet ve hayat tarzı açısından başkalarına benzemekle diğer kültürlerin temsilcilerine karşı asla şirin görünemezler; böyle yapmakla, sadece ruhlarını ipotek etmiş ve kalblerini de öldürmüş olurlar. Davranışlarındaki oynaklık, düşüncelerindeki renksizlik ve hayatlarındaki fantezilerle başkalarının gönlüne gireceklerini ve onları kendi düşünce çizgilerine çekeceklerini zannedenler, farkına varmadan yabancılara iltihak etmeye ve onların fikir atmosferleri içinde eriyip gitmeye mahkûm zavallı kimselerdir.
Haftanın Duası
Ya Râb! Hadiselerin mahiyet-i nefsi'l-emriyelerine muttali olabileceğimiz şekilde gözlerimizi hakka'l-yakîn ufkuna aç.. bizi tevekkül ve teslim mevhibelerinle öyle donat ki, sadece Sana karşı mehafet ve mehabet hisleriyle dolalım; dolalım da Senden başka hiç kimseye karşı bir korkumuz olmasın.. başka yerlere değil, sadece Senin ulu dergahına yönelelim ve başka kapılarda değil yalnızca Senin kapında dilencilikte bulunalım.
Sözün Özü
Hz. Sadık u Masduk'un beyanıyla ağacın altında gölgelenen bir yolcu gibidir insan.. daha sonra da buradan göçüp gidecek ve ötede Cennet ve Cemalullah'la serfiraz olacaktır.. insan, imtihan için gönderildiği bu fani dünyada ya kazanacak ya da kaybedecektir.. bu bakımdan o bütün dikkat ve temkinini toplayarak hedefini on ikiden vurabiliyorsa vurmalı, on ikiden vuramazsa ona yakın bir yerden vurmalı ve hangi sahada olursa olsun inanç dünyasını ihata eden düşünce ve tasavvur ekseninden sapma göstermeden en büyük hedef olan Allah'ın rızasını elde etmeye doğru yürümelidir.
- tarihinde hazırlandı.