En büyük şeref vesilesi: İman
Aslında, kıymet, itibar, büyüklük, yücelik, şeref ve haysiyet manalarına gelen "izzet" tabiri öz olarak kalpteki doygunluğu ifade etmektedir.
Evet, "iç doygunluk" erdemine ulaşan kimselere göre, izzet ve itibar; boy bos, soy sop, giyim kuşam, kılık kıyafet, makam mansıp ya da servet ü sâman ile kazanılmaz; şeref ve haysiyet, halka hizmetkâr olmakta, hak ve hakikatin yanında bulunmakta, dine bağlılıkta ve kulluk vazifesini hakkıyla yerine getirmekte aranır. Bu inanıştaki insanlar için debdebe ve ihtişam arayışı manasız ve boş bir uğraştır; çünkü, böyleleri iman nurları sayesinde kalbî doygunluğa ulaşmış ve gönül itminanına ermişlerdir.
Evet, dine intisabın ve imanla nurlanmanın hasıl ettiği izzeti hissedebilenler için ondan başka şeref arayışı fuzulîdir. Çünkü, Allah'a intisabın çok büyük bir paye olduğunu kavrayabilen, dinin ruhunu içine sindirebilen ve dini, hayatına hayat kılabilen bir insanın tavırları, davranışları, oturuş kalkışı, hadiseleri yorumlayışı ve dünyaya bakışı kat'iyen sırtındaki urbalarla ölçülüp tartılmayacaktır, hal ve tavırlarındaki ciddiyetle, imanının dışa akseden şualarıyla tartılıp değerlendirilecektir. Zira, böyle biri, her zaman aynı inanmışlıkla ve doygunlukla hareket eder; onun her hali mescide giriyor, namaza duruyor, Allah huzurunda bulunuyor gibi ciddi, vakur ve öteler televvünlü olur. O kendini bulmuş bir insandır, doludur, doygundur ve itminana ermiştir. Gönül hayatı itibarıyla bu doygunluğa ve dolgunluğa erişen bir insan otursa da kalksa da, yürüse de koşsa da, konuşsa da sussa da... her hali diğer insanlar üzerinde tesirli olur, saygı uyarır. Hiç kimse, o insanın sırtındaki urbaya takılıp kalmaz. Adeta onun üzerindeki her şey şeffaflaşır. İnsanlar, sadece onun duygu ve düşüncelerine, hatta ruhunun derinliklerine odaklanır.
Boşluk doldurma cehdi
Bu doygunluğa ulaşamamış ve İslam'ın kazandırdığı şeref ve haysiyeti gönlünde duyamamış kimselere gelince, işte onlar izzeti giyim kuşamda, kılık kıyafet ve nam ü nişanda ararlar. Gönüllerindeki o boşluğu bazen bir urbayla, kimi zaman muğlak ifadelerle, bazen sağdan soldan aşırdıkları parlak görünümlü kuru malumatla, bir başka zaman da tuhaf hareketlerle, acayip tavırlarla doldurmaya çalışırlar. Bir sürü eksik, bir sürü boşluk vardır onların gönüllerinde, hal ve tavırlarında. Dini bilgileri ya hiç yoktur, ya da çok azdır onların; bu eksiklik büyük bir boşluk hasıl eder gönül dünyalarında.. dinî hayatı içlerine sindiremediklerinden dolayı duygu ve düşünceleri sığdır; bu sığlık vicdan genişliği adına bir başka boşluk oluşturur ruhlarında.. bilgi onların kalb ve kafalarında marifete dönüşmemiştir, nazarîlik amelîliğe inkılap etmemiştir; dolayısıyla onlar hamdırlar, olgunlaşamamışlardır, karakter adına sürekli gel-gitler yaşamaktan kurtulamamışlardır.. bu durum da onlarda iç içe başka boşluklara sebebiyet vermektedir. İşte, böyle kimseler, o boşluklarını doldurabilmek için -az evvel ifade ettiğim gibi- tavırlarında, davranışlarında, kılık kıyafetlerinde, konuşmalarında, el ayak hareketlerinde ve hatta mimiklerinde hep yabancı malzemeye başvurur, lükse ve fantezilere girer ve sürekli dolgu malzemesi kullanmaya çalışırlar. Bir manada lükslerle boşluk doldurma cehdi, fantezilerle eksikleri giderme gayreti gösterirler. Dolayısıyla, onlar yücelik ve yükseklik vesilelerini kendi gönüllerinde, iç derinliklerinde değil, dışarıda ve dolgu malzemelerinde ararlar.
Bugün biz, normal hayatımızda da kendimize çeki-düzen vermeye çalışıyor, yememize-içmemize dikkat ediyor ve kılık-kıyafetimize özen gösteriyoruz. Hatta, çoğumuz frenk tarzı giyinmeye alışmışız, giyim-kuşamımızı belli kalıplara göre ayarlıyoruz. Değişik lüksler edinmişiz, fantezilere girmişiz ve bunları genel tavrımızın bir yanı haline getirmişiz. Dolayısıyla, bizim başkalarının karşısına çıkarken fakirâne ve zâhidane bir tavra girmemiz sun'î olur. Günümüzde normal kabul edilen ve bizim de tabiî görüp sahiplendiğimiz bir uygulamayı sadece "görünme" duygusuyla değiştirmemiz, kelimenin tam manasıyla "riya" sayılır ve muhataplarımızın gönlüne de şüphe atar. Tevazuya niyet tevazuyu izâle eder; "görünme" kasdıyla bir kalıba girme, insanları kandırma manasına gelir. Bu itibarla, biz, her zaman nasılsak başkalarına karşı da öyle bir hal sergilemeliyiz; olduğumuz gibi görünmeli ve asla sun'îliklere girmemeliyiz. Tabiîlik peşinde olmalı ve hep tabiî davranmalıyız.
Hasılı, "Allah bizi İslâm dini ile aziz kılmıştır; bundan başka bir şeyde izzet aramamız beyhudedir." diyebilmemiz ve Hakk'a intisabın kazandırdığı şerefi gönlümüzde duyabilmemiz, bütün komplekslerden kurtularak "iç doygunluk" dediğimiz kalb itminanını yakalamamıza bağlıdır. Zira, Yaratıcıya yönelen, gerçek kıblesine dönen ve arzulara kulluk, kuvvete kulluk, şehvete kulluk, şöhrete kulluk gibi çeşit çeşit kulluklardan kurtularak sadece Hakk'a kul olmak suretiyle en büyük payeye ulaşan bir insan iç doygunluğa ermiş bir insandır. O, Hazreti Mevlânâ edasıyla, "Kul oldum, kul oldum, kul oldum... Her köle, hürriyete erince mesut ve bahtiyar olur. Ben Sana kulluğumla saadet ve sevinci buldum." diyen ve kulluğuyla beraber bir çeşit sultanlığa eren bahtiyardır.
- Bir mümin için şeref vesilesi sayılabilecek en değerli şey, onun Allah'a ve resûlüne olan imanıdır. Bunların dışında bir vesile aramak aldanmışlıktır.
- İç doygunluğa ulaşamamış ve İslam'ın kazandırdığı şeref ve haysiyeti gönlünde duyamamış kimseler izzeti giyim kuşamda, kılık kıyafet ve nam ü nişanda ararlar.
- Günümüzde normal kabul edilen ve bizim de tabiî görüp sahiplendiğimiz bir uygulamayı sadece "görünme" duygusuyla değiştirmemiz "riya" sayılır.
Kardeşliğe kurban olmak
Kurban, Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in çok önem verdiği bir ibadettir. Hanefi mezhebinde "vacip" sayılan kurbana, Şafii mezhebinde "sünnet" denmesi (İki mezhep arasındaki ıstılah farkı da düşünülmelidir) katiyen bu ibadetin hafife alınmasına sebebiyet vermemelidir. Kurban Bayramı bir taraftan muhtaçlara yardım açısından çok iyi değerlendirilmeli, diğer yandan da o mübarek ve önemli ibadet herkese sevdirilmeli, herkes ona özendirilmelidir.
Kur'an'da da belirtildiği gibi, kesilen kurbanlarda hedef; ihlâs, takva ve Allah'a yaklaşmak olmalıdır. Bu maksat ve gaye olmadıktan sonra kesilip dağıtılan etlerin, kanların Allah nezdinde bir değeri yoktur. Zira Allah'ın, insanın yaptığı hiçbir ibadete ihtiyacı olmadığı gibi, keseceği kurbana da ihtiyacı yoktur. O'nun katında makbul olan şey, insanın ihlas ve samimiyetidir. Bunun için bu ibadet görevimizi de ifa ederken Allah'ın hoşnutluğunu kazanmayı hedeflemeli ve kestiğimiz kurbanla, yeri geldiğinde en değerli varlıklarımızı da O'nun yolunda feda edebileceğimizi göstermeliyiz.
Melekler sadece fiilleri ve amelleri yazarlar. Kalbî amel de diyebileceğimiz hâlis niyet, takva, ihlas ve mülahazalardaki derinliklere gelince, onları sadece Allah bilir ve ötede sürpriz şekilde kullarının karşısına çıkarır. İbadetlerin sevabı bire on, yetmiş, yedi yüz... olarak kemmiyet planında cereyan eder. Allah'la münasebet adına ortaya koyduğunuz kalbî ameller ise, keyfiyet planında cereyan eder; onlarda riyazî ölçüler ve rakamlar yoktur.
Somali, Habeşistan ve Kenya gibi ülkelerdeki kuraklık ve kıtlık haberlerini seyredince ağladığım gibi oralarda yağmur yağdığı müjdelerini aldığımda da sevinçten gözyaşı döktüm. Zannediyorum, her tarafa yetişmeye çalışan Anadolu'nun hassas insanları da aynı hislerle dolup taşıyorlardır. Bu itibarla da, o ülkelerdeki muhtaç insanları, kıvrandıran bir fakr ü zaruret içinde görünce, "Türkiye'dekiler iyi kötü geçiniyorlar, biraz da Etiyopya, Somali, Kenya, Uganda ya da Tanzanya'ya yönelelim!" diyebilirler. Kanaatimce, bugüne kadar bir tane kurban kesenler, mümkünse bu sene iki tane kessin; gücü yeten insanlar üç tane kessin; onlardan bir tanesini oralara göndersin. Fakat, imkanı olan herkes Güneydoğu ve varoşlarda yardım bekleyen insanlara da bayram neşvesi yaşatılmasına mutlaka iştirak etsin.
Kurban mevsimi sadece muhtaçlara yardım açısından değil, aynı zamanda bizim sarsılmayan kardeşliğimizin ifadesi olarak da çok iyi değerlendirilmelidir. Hasbî ruhlar, kendilerinden daha ziyade o bölgelerdeki kardeşleri için tir tir titremelidirler. Zira, bugün birileri tarafından bir kısım çatlama, kırılma ve kopmalar hasıl etmek için gösterilen korkunç gayrete karşı mutlaka muhteşem surlar oluşturulmalı ve o türlü çözülmelere asla meydan verilmemelidir.
Haftanın Duası
Ey ululardan ulu Rabb'imiz! Bizi, Senin azamet ve ululuğun karşısında kulluk hakikatini kavramış, yüzü her zaman yerde olan kullarından eyle.. Buudları ölçülemeyecek kadar geniş olan ihsan ü atâ hazinelerinden ve hadd ü hesabı olmayan bereket kaynağı fazlından bize de bol bol lütufta bulun!. Evet, Sen lütuflarında sınır olmayan cömertler cömerdi, kullarının bütün ihtiyaçlarını görüp onları başkalarına el açma zilletinden kurtaran Ganiyy-i Hakîkî ve merhamet şualarıyla bütün varlığı sarıp sarmalayan yüceler yücesi Rahîm ü Alî'sin.
Sözün Özü
İnsan, tıpkı bir dedektör gibi acz ve fakr malzemelerini değerlendirmeli, bunlarla vicdanında gizli bulunan nokta-i istinad ve istimdadı kullanarak Allah ile vicdanî münasebet yollarını mutlaka araştırmalıdır. Bu seviyeye ulaşabilen bir insan, hadisin ifadesiyle Allah'ın eliyle tutar, gözüyle görür, kulağıyla işitir, diliyle konuşur. Yani, bir ölçüde sanki rıza makamına ulaşmış bu insanın, ne elinden, ne dilinden, ne gözünden, ne de ayağından Cenâb-ı Hakk'ın vize vermeyeceği, razı olmayacağı bir amelin zuhuru söz konusu değildir.
- tarihinde hazırlandı.