Kainatta Ölçüyü Koyan da İcraatı Yapan da Allah'tır
Cenab-ı Hakk'ın umur-u hasîseyle, yani küçük küçük şeylerle şe'n-i Rububiyetinin gereği meşgul olması Allah adına bir nakîse değildir. Esasen, büyük şeylerle beraber küçük şeyleri de yapması Allah'ın büyüklüğündendir.
Bazı büyükler vardır ki, onların nazarları sadece büyükleri görür. Dolayısıyla sadece onlarla meşgul olur ve küçükleri göremezler. Mesela, bir mareşal, ordunun içinde sadece kurmaylarıyla temas ediyorsa, bu temas tam değildir. Büyüklüğün şe'ni odur ki, ara sıra onbaşılık mertebesine de insin ve onu da dinlesin. Bazen eratın arasına çıkıp onu muhatap alsın ve ona muhatap olsun. Böylece o, neferin mertebesinde nefere kendi mevcudiyetini hissettirecek ve onu da memnun edecektir ki, bu nefere de ehemmiyet verildiğini gösterecektir. Binaenaleyh işte bu, büyüklüğün önemli bir yanıdır.
Allah sevk ve idareyi tek başına yapar
Allah (celle celâluhu), sistemlerin yanı başında, insanı da yaratıyor. Sistemlere kıyasla insan mikroskobik bir varlıktır. Meseleyi daha büyük cisimler açısından ele alacak olursak -şayet muteriz olsa- güneş şöyle diyecektir: "Allah ne diye şu mikrop kadar küçük insanları yarattı? Bizim gibi büyüklerle meşgul olsaydı, şe'n-i Rubûbiyet'ine daha uygun düşerdi!" Bu, böyle teselsül edip gidecektir. Bugün bazı insanlar da Cenab-ı Hakk'ın en küçük yapılarda dahi şe'n-i rububiyetinin cari olmasını -hâşâ- O'nun azametiyle telif edemiyorlar. Zavallı insan! Sistemler karşısında mikroskobik durumunu unutuyor da mikropların küçüklüğüne bakıyor. Hâlbuki bilemiyor ki, esas mikro âlemde ve zerrât âleminde ne küçükler var ki, bunlar şe'n-i rubûbiyetin birer dili ve tercümanıdırlar.
Allah'ın zatında şeriki olmadığı gibi Rubûbiyetinde de ortağı yoktur. Ehad ve Vâhid olan Allah, sevk ve idareyi tek başına yapar. Atom çekirdeğinin etrafında elektron ve protonları çeviren bizzat O'dur. Kanunlar sadece itibari ve izafi şeylerdir. Sistemleri çeviren ve kanunları koyan da Allah'tır. Şayet Allah, başka bir âlemde başka türlü bir düzen kursaydı, biz sünnetullaha bakıp bunların da prensiplerini bulur yine onlardan sabit kanunlar çıkarabilirdik. Mesela, Newton'un anlayışıyla, câzibe (yerçekimi) kanunu olmasaydı da, her cisim devamlı bir surette birbirinden uzaklaşsaydı, bu defa biz bunun da kanununu bulur ve "Cisimler birbirini iterler, her cisimde anilmerkez (merkezkaç) bir keyfiyet vardır" derdik. Bunun aksi de olabilirdi. O zaman biz, "Cisimlerde müthiş bir ilelmerkez (merkezçek) gücü vardır" derdik. Ölçüyü ve kıstası vaz'eden Allah olduğu gibi bütün bu azim icraatı yapan da O'dur ve icraat yaparken ne makro, ne de mikro âlemde işine bir şerikin burun sokmasını istemez. Evet, kainatta her şeyi Allah yapıyor. Bunu, düşüncemizle bunların içine girdiğimiz zaman anlayabiliyoruz; anlıyor ve görüyoruz ki, tabiat ve sebepler bu işlere zerre kadar parmak karıştırsa, her şey alt-üst olacaktır. Allah küçük dairede de büyük dairede de şerik (ortak) istemediği gibi, küçüklerden de merhametini esirgememektedir.
Meselenin dikkatlerden kaçmaması gereken bir yönü de şudur: Küçükler küçüklükleri içinde öyle harika keyfiyet ve sanatlara sahiptirler ki, bunları çok defa büyüklerde bulmak mümkün değildir. Bir mikrobun, bir bakterinin çok büyük bir mahareti ve ince işleri vardır. Bir diş bakterisi, elindeki manivelası ile senin dişinin bir tarafına yanaşır ve sanatını icra etmeye başlar. Dişini eritirken manivelasının sesini başka bir mikrop duyar gelir ona refik (arkadaş) olur. Anlaşıp, senin dişin üzerinde hâkimiyet tesis etmek için bir koalisyon kurarlar ve dişinin iflahını keserler. Ama aynı işi bir fil yapamaz. Bu itibarla maharet ve sanat, büyüklük ve küçüklükle makusen mütenasiptir (ters orantılı) denebilir. Evet görülebilse, küçüklerde Allah'ın sanatı daha barizdir. Bu bakımdan mikroskopla bir hücreyi teşrih masasına yatırıp bir kapı kadar büyütsek, hücrenin DNA ve RNA'sının içine girsek, öyle harika icraatlar müşahede edeceğiz ki, onu, ne filin boyunda, ne hortumunda; ne de başka varlıkların boynuzlarında görmek mümkün değildir.
Nebatat ve hayvanat neden çok yaratıldı?
Allah'ın yarattıkları ve yaptıklarında hiçbir zaman abes olmaz. İnsan Allah'ın bazı isimlerinin tecelligâhı yeri olduğu gibi, hayvanlar da, esmâ-i İlahî adına bir kısım isimlere ayinedarlık yapmaktadırlar. Her hayvan önemli bir ayna olarak, kendisinde tecelli eden Cenab-ı Hakk'ın çeşit çeşit muazzez isimlerini aksettirmektedir. Her şeyden evvel Sâni-i A'zam bu sanatlarında kendi isimlerinin tecellilerini müşahede etmektedir ki, hilkatten gaye de işte budur.
Allah (celle celaluhu) bilinmek ve görünmek için kâinatı yaratmıştır. İnsan aynası ayrı şeyleri gösterir, cemadat, hayvanat, nebatat aynaları ise daha farklı şeyler gösterir. Hilkatte hayvan ayrı bir duruma insan da ayrı bir duruma ayinedarlık etmektedir. Cemil isminde insan ve hayvan ayrı ayrı tecellilere mazhardırlar. Burada bilhassa bir noktaya dikkatinizi rica edeceğim: Ağaç, hayvan, ot, gül, suyun akışı, yıldızlarla yaldızlanmış gökyüzü.. bunların her biri kendince çok güzeldir ve biz bütün bunların hepsinde ayrı bir güzellik müşahede ederiz. Ancak bunların hepsinin güzelliği başka başkadır. Birine bakmamız, bizi diğerine bakmaktan alıkoymaz. Mesela, "Ağaçta bir güzellik müşahede ettik artık başka yeşilliklere bakmasak da olur" diyemeyiz. Yeşillikler arasından şakır şakır akan suyun bir güzelliği vardır ki, yeşilliğe bakmamız bizi suya bakmaktan müstağni kılmaz. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, aynı türden bir güzellik de olsa, değişik tablolarda, ayrı ayrı şeyleri görmek isteyeceğiz. Bütün bunlar, kalplerde kenzen bilinen bir Zât'ın bilinmesinin bir aynası ise -ki öyledir- bol bol hayvanata da, nebatata da gerek var.
- tarihinde hazırlandı.