Bir Cennet nimeti
Kur’ân‑ı Kerim, “gıll u gış” diye tabir ettiğimiz kin ve nefret gibi menfi duyguların, Cennet insanlarının içlerinden giderileceğini haber verir. “(Cennet’te) onların altlarından ırmaklar akarken, kalblerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız.”[1] “Biz o Cennetliklerin kalblerindeki kinleri söküp atarız. Hepsi kardeşler olarak sevinç içinde ve karşılıklı koltuklara otururlar.”[2] âyetleri bu meseleyi gayet sarih ve net olarak ifade etmektedir.
Bu âyetlerden anlaşıldığı üzere, Cennet’te, kötü duygu ve düşüncelere merkezlik yapan ne kadar hâssa varsa, hepsi insandan sökülüp atılacaktır. Dolayısıyla da insanlar, Cennet’te, başkalarına karşı kin ve nefret duymayacaklardır. Zaten aksi olsaydı orası Cennet olmazdı. Zira bir insanın öfkeleneceği zaman halim‑selim olması, nefret duyacağı zaman içinin sevgiyle dolması, hırs duygusunun gerildiği ve insanın bütün benliğine hâkim olduğu bir zaman onun müstağni kalması imkân sınırlarını zorlayacak kadar çetindir. Nitekim dünya hayatında yaşadığımız bütün menfi durumlar buna açık birer örnektir. Demek ki bu, bizim irademizi, tasavvurlarımızı, gayretimizi ve gücümüzü aşan bir mazhariyettir ki, doğrudan doğruya Cenab‑ı Hakk’ın bir lütfu ve bir Cennet nimeti olarak anlatılmaktadır. Bir yönüyle de bu hâl, insanın melekleşmesi, beşerî garizalardan kurtulup ruhanîleşmesi mânâsına gelir. Böyle bir hâli kazanmak ise kolay olmasa gerek.
Esasen meseleye şöyle bir nükteyle yaklaşmak da mümkündür. Kur’ân‑ı Kerim: “Ve onların kalblerini birbiriyle uzlaştırdı. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların kalblerini telif edemezdin; Allah’tır ki onların arasını buldu ve uzlaştırdı. Çünkü O, daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.”[3] buyurur. Hâlbuki, yukarıdaki âyette de geçtiği üzere, mü’minler Cennet’te, karşılıklı koltuklarda beraberce ve bir arada oturacaklar. Her iki âyeti bir arada mânâlandıracak olursak, belki Cennet’te de insanlar, kin ve nefreti potansiyel olarak içlerinde taşıyacaklar ama, Cenab‑ı Hakk’ın lütfuyla, bu kin ve nefretin açığa çıkmasına meydan verilmeyecektir ki, bu da Cennet’e ait bir nimettir.
Kanaatimce, konuya bir yaklaşım şekli de şu olmalıdır: Dünya ahiretin bir tarlasıdır. Buradaki müspet ibadetler ahirette, keyfiyetlerini bilemeyeceğimiz şekilde müspet neticeler doğuracağı gibi, buradaki negatif görünümlü ibadetler de yine orada müspet neticeler doğuracaktır. Mesela, nasıl namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetlerin bir Cennet nimeti olarak karşımıza çıkacağı söz konusudur;[4] öyle de çekilen sıkıntıların, ızdırapların, hastalıkların da birer Cennet nimeti olarak bize bahşedileceği her zaman düşünülebilir. Nitekim, Allah Resûlü’nün açlık sebebiyle oturarak namaz kıldığını öğrenen ve bu yüzden gözyaşı döken Ebû Hüreyre’ye, Efendimiz “Ağlama yâ Ebâ Hüreyre, bu dünyada açlık çekenler ahirette açlık elemi duymazlar.”[5] mukabelesinde bulunmuş ve yerinde açlığın da ibadet sevabı kazandıracağına dikkatleri çekmiştir. Bir insanın şehevî arzularına karşı koyup iffetli olmaya çalışması, meşru zevk ve lezzetlerle iktifa edip harama girmemesi ve bedenî isteklerini mâkul ölçüler içinde devamlı frenlemesi, cismanî buud ve derinlikleriyle, o insanın karşısına Cennet’te hep birer nimet olarak çıkacaktır.
Tohum burada atılır, başaklar orada devşirilir. Her şey buğdaylar gibi burada değirmene dökülür, orada ambarlarda muhafaza edilen un hâlinde karşımıza çıkar. Her uhrevî varlık burada yaratılır, orada onlara hayat üflenir. Güzelliğe esas teşkil edecek malzemeler burada ambalajlanır, orada ise bu ambalajlar teker teker açılır ve muhteşem, müdebdeb, göz kamaştıran bir hayatın parçaları hâline gelir. Aynen öyle de, insanlar burada kin, nefret, haset gibi kalbî hastalıklarına karşı savaş verir; belki bazen yenik düşer, bazen galebe çalarlar ama, yılmadan, usanmadan hep bu kavgalarına devam ederler ise, ahirette de böylesine kötü duyguların kalblerinden silinmesi şekliyle mükâfat görürler. Ancak onlar da bilirler ki, bu duyguların kalblerinden silinmiş olması onlara Cenab‑ı Hakk’ın engin rahmetinin bir tezahürüdür. Yoksa dünyada yakından tanıdıkları ve karşılarında bazen âciz kaldıkları bu duyguların kendilerine bakan güç ve iradeyle ortadan kaldırılmış olması imkânsızdır.
Evet, kudret yurdu olan ahirette, her nimet insana “Allah” dedirttiği gibi, bu nimet de yine insanlara Allah’ı hatırlatacak ve “Allah” dedirtecektir. O Allah ki, kendisini bize “Rahman ve Rahîm”[6] olarak tanıtmaktadır. Bir hadisin de işaret ettiği gibi, dünyada O’nun rahmetinin ancak yüzde biri tecellî etmektedir.[7] Geriye kalan kısım ise, bütünüyle ahirette tecellî edecektir. İşte böyle bir tecellî ile Cennet ehlinin kalblerinden kin ve nefret duyguları silinecek ve onlar, her şeyleriyle insan olarak kalmakla birlikte âdeta melekleşeceklerdir.
Burada son bir mülâhazayı da arz etmeden geçemeyeceğim. Nice insanlar vardır ki, maddî açıdan mutluluk adına her türlü imkâna sahiptirler. Fakat içlerinde kendilerini rahatsız eden herhangi bir sebeple, hakiki huzur ve mutluluktan her zaman mahrumdurlar. Aynen onun gibi, insanlar, altlarından ırmaklar akan, her türlü konfor ve rahatın mevcut olduğu bir Cennet’te dahi olsalar, eğer içlerinde kendilerini rahatsız edecek bir duygu, bir endişe var ise, orası onlara hususi bir Cehennem olacaktır. Yani insan Cennet’te olabilir, etrafında huri‑gılmân bulunabilir; fakat kalbi sürekli huzura açık ve huzursuzluğa götürücü sebeplere kapalı değilse, o insan yine rahatsızlık duyabilir. Hâlbuki insanın rahatsızlık duyduğu yer Cennet değildir. Öyleyse insanın bulunduğu mekânın Cennet olması ne ölçüde önemli ise, o insanın iç dünyasının Cennet’e göre ayarlanmış olması da o derece önemlidir ve hamd edilmesi gereken en büyük nimet de işte budur!
[1] A’râf sûresi, 7/43.
[2] Hicr sûresi, 15/47.
[3] Enfâl sûresi, 8/63.
[4] Bkz.: Buhârî, meğâzî 34, tefsîru sûre (24) 6; Müslim, tevbe 56.
[5] Muhammed b. İshâk, Müsnedü İbrahim İbn Ethem s.23; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ 7/109; ed-Deylemî, el-Müsned 5/348.
[6] Bkz.: Fâtiha sûresi, 1/1, 3; Bakara sûresi, 2/163; Haşir sûresi, 59/22...
[7] Bkz.: Buhârî, edeb 19; Müslim, tevbe 17.
- tarihinde hazırlandı.