İdareye Talip Olmak
Soru: Sohbetlerinizde, İslâm âlimlerinin idarî makamlara talip olmaması gerektiğini ifade ediyorsunuz. Bu durum, Müslümanlar adına bir kısım zararlara yol açmaz mı?
Cevap: Bir gün Seyyidina Hazreti Ali’ye yağız bir Arap atı getirirler. Bunun üzerine Hazreti Ali, “İmaretten (idarecilikten) kaçmak için çok güzel bir at!” der. Bir sahabî, Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir yerde idareci olma talebiyle müracaat ettiğinde Allah Resûlü, “Biz onu, talep edene vermeyiz!” buyururlar.[1] Yani bu vazife, onun arkasına düşüp ‘benimdir’ diye koşturanın değildir. Efendimiz, amcası Hazreti Abbas’ın talebini de uzak durmasının daha hayırlı olacağını ifade ederek geri çevirirler.[2]
Bunun mânâsı şudur: İdarecilik vazifesi, onun peşinden koşana değil, bilakis onu almak istemeyene verilir. Çünkü böyle birinin bu göreve ihanet etmesi düşünülemez. İdareci olabilmek amacıyla sokak sokak dolaşıp halkı kandıran, bu mevzuda rüşvet vermekten çekinmeyen bir insan, aklı başında mü’minlerin destekleyeceği bir kişi olamaz. Bu konuda bir mü’minin takınacağı tavır, vazifeye talip olana değil ondan uzaklaşana sahip çıkmak olacaktır. Çünkü böyle bir insan hasbîdir, karşılığında bir şey almayı düşünmüyor demektir. Makama karşı hırsı yoktur ve böyle bir hastalığa müptela değildir.
Ancak bir yerde Müslümanlık adına mü’minden başka likayatli tek kimse yok ise bu kişinin -Seyyidina Hazreti Yusuf (aleyhisselâm) gibi- o işe talip olması ise dinin bir emridir. Hazreti Yusuf: “Beni ülkenin hazine işlerinden sorumlu bakan olarak görevlendir. Çünkü ben malları iyi korur, işletme ve yönetimi iyi bilirim.”[3] sözüyle idarecilik talebinde bulunmuştu. O, bu vazifeye gelince devletin iktisadî yapısını düzene koymuş, tarıma önem vermiş, üretimi artırmış, ihtiyaç fazlasını ambarlara doldurtmuş ve hatta çevre memleketlerden gelen ihtiyaç sahiplerine de yardımda bulunmuştu. Hazreti Yusuf, daha baştan bu işin altına girerken, “Ben işletme ve yönetimi iyi bilirim.” demiş ve bu sözünü putperest bir cemaate karşı söylemişti.
Binaenaleyh bu mevzuda İslâm’ın nokta-i nazarı şudur: Bir yerde bu işi yürütebilecek başkaları varsa, mü’min o işin altına girmemeli ve “Bu vazifeyi kardeşlerim yapsın” demelidir. Mü’min, “İrşad ve tebliğ adına köy köy koşayım. Zira bu benim vazifemdir. Hizmette en ileride olayım. Herkes beş saat çalışıyorsa ben on saat-yirmi saat çalışayım. Mükâfat taksimine gelince de ben bir şey almayayım.” duygu ve düşüncesi içinde olmalıdır. Nitekim Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Amr İbn Âs’a (radıyallâhu anh) ganimetten pay vermek istediğinde o yüce kâmet, “Ya Resûlallah! Ben bunun için mi Müslüman oldum? Niye bunu bana veriyorsun?” demiştir.[4] Hâlbuki İslâm, harbe iştirak edenlere ganimeti helal kılmıştır. Yine bir başka sahabi, kendisine ganimetten pay verilmek istenince Allah Resûlü’ne şunları söylemiştir: “Ya Resûlallah, ben bunun için Müslüman olmadım. Müslüman oldum ki –boğazını göstererek– şuradan bir ok yiyerek (şehit olayım).” Daha sonra Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bu şahsı bir savaşta, bahsini ettiği yerinden bir ok yemiş olarak bulmuş, başını dizine koymuş ve şöyle buyurmuştur: “Allahım! Senin yolunda hicret etti. Senin yolunda harp etti ve şehit oldu. Senin peygamberin buna şahittir.”[5]
Bütün bunlar göstermektedir ki bir mü’min, hizmette çok ileri saflarda mücadele etmeli, ancak iş mükâfat paylaşımına gelince ona hiç mi hiç iltifat etmemelidir. O, sırf makam-mansıp uğruna kapısına kadar gelerek kendisini aldatmaya çalışan, bir kenara çekilip de o makam ve mansıbı başkalarına vermeyi aklının ucundan geçirmeyen kimselere kesinlikle itimat ve itibar etmemelidir. Ebû Hanife hazretleri kendisine kadılık görevi teklif edilince bundan kaçınmış ve neticede değişik işkencelerle şehit edilmişti. Yine büyük imamlardan, Abdullah İbn Fihr el-Kureşî, kendisine aynı vazife teklif edildiğinde evine çekilmiş ve bu görevi vermesinler diye kendisini aklı yerinde değilmiş gibi gösterme yoluna gitmiştir. Bir başkası ise yine aynı teklif karşısında evine kapanmış ve hayatının sonuna kadar evinden dışarıya adımını atmamıştır. Şanlı tarihimizde bunun gibi birçok örnek vardır. Binaenaleyh zaten halk içerisinde bu işlere talip olabilecek pek çok insan vardır, bırakın bu işleri onlar yapsın. Bizim vazifemiz, Allah ve Resûlü’nün mesajlarını dünyanın dört bir tarafında muhtaç gönüllere ulaştırabilmektir. Bunun dışında bize şahlık dahi verilse onu elimizin tersiyle itmesini bilmeliyiz.
Ben, öyle dünyayı ve Cennet’i elinin tersiyle itebilecek seviyede bir gönül insanı değilim. Bir insan olarak hırsım ve ikbal sevdam olabilir. Ancak Allah’a yemin ederim ki şu dakikada bana reisicumhurluk verseler, sizinle yaptığım şu sohbetleri ona tercih eder ve bu teklife güler geçerim. Zaman zaman şahsıma da makam-mansıp kabilinden bazı şeyler teklif edildi. Ancak Allah’a hamd ederim, Rabbim beni korudu, dünyaya baktırmadı.
[1] Buhârî, ahkâm 7; Müslim, imâret 14.
[2] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 6/419; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ 10/96.
[3] Yûsuf sûresi, 12/55.
[4] Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 4/197, 202; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 4/467; Ebû Ya’lâ, el-Müsned 13/321.
[5] Nesâî, cenâiz 61; Abdurrezzak, el-Musannef 7/271; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 2/271.
- tarihinde hazırlandı.