Günümüzde İnsanlığın Kaderiyle Oynayan Süper Devletler
Günümüzde insanlığın kaderiyle oynayan süper devletler oldukça güçlü ve istikrarlı görünüyorlar. Bu ise, bizler gibi üçüncü sınıf devletlerin sürekli ezilmesi demektir. Bunu sizin iyimserlik ve ümit vericiliğinizle nasıl te'lif ederiz?
Şimdiye kadar bu soru, bir kaç yerde sorulduğuna göre, umum insanımızın sorusu nazarıyla bakabilir ve o zaviyeden ele alabiliriz. Ancak, cevaba geçmeden evvel, sorunun içindeki bir kaç hususun vuzuha kavuşturulması lazımdır:
Evvelâ süper devletlerin ne istikrarlı ne de tam güçlü olduklarını kabul etmek doğru değildir. Hele, istikrarlı gibi görünen bu süper güçler karşısında, bizleri daima mağlup, daima yenik görmek, kafiyen isabetli sayılamaz kaldı ki muvakkaten onları güçlü ve istikrarlı farz etsek bile; inancın, azmin, ümidin eritip yerle bir edemeyeceği şey yoktur. Bu itibarla da, inanan insanların, bedbinliğe, karamsarlığa düşmelerine hiçbir sebep yoktur. Karamsarlık, inanç planında kaybedenlerin ruh hali ve onların ayrılmaz lâzımıdır.
Mamafih, biz, yinede ümitvar olmamızı gerektiren hususlara hiç olmazsa bir kaçına temas etmenin faideli olacağı kanaatindeyiz:
1. Her şeyden evvel, süper devletlerin güçlü ve istikrarlı görünmesi, hakkı tam temsîl edecek bir alternatifin bulunmayışındandır. Hak, kendine has çizgide temsîl edildiği gün, 'kuvvet haktadır' hakikatli düsturuna binaen, onu temsîl eden dünyanın, sıçrayıp yerini almasına hiçbir kuvvet mâni olamayacaktır.
2. Güçlü ve hâkim olmak için, kainattaki yüce hikmetlerin sezilmesi; ilimlerdeki tıkanıklıkların çözülmesi; toplumu teşkîl eden fertlerin iç ve dış 'donatıma' ulaştırılması ve yüce hedeflere ancak, yine yüce vesilelerle ulaşılabileceğine inanılması gibi, hakikatlerin bilinmesine ve yaşanmasına ihtiyaç vardır ki; 'Dünyamız neden geri ve başka dünyalar neden ileri?' sorusuna cevap verilmeye uğraşıldığı yerde, kısmen bunun üzerinde de durulmuş ve cevap verilmişti.. Ona binaen, burada kısa kesiyoruz.
3. Şimdiye kadar, Dünya üzerinde, bizim durumumuza düşmüş sonra da yeniden derlenip toparlanmış o kadar çok millet vardır ki, dağ silsilelerine benzeyen bu iniş ve çıkışlara bakınca, insan, ne dere yataklarının ne de yüksek şahikaların ebedî olamayacağı kanaatine varmaktadır.
Bu itibarla, en çukur yerlerle, en heybetli zirveler arasındaki bu yer değiştirmeler, bugün de olma istidadındadır ve yer yüzünde bunu engelleyecek hiçbir güç mevcut değildir. Evet, ne Sezar ve Napolyon'un, ebedî diktatörlük düşünceleri ne de Yavuz Selim ve Kanunî gibi eşsiz cihangirlerin 'devlet-i ebet-müddet' fikirleri, zamanın değiştiriciliği ve eriticiliği karşısında dayanamamıştır. Zaman bu muhteşem tâçdarları da, onların düşüncelerini de, o her şeyi aşındıran bağrında ezmiş öğütmüş ve yok etmiştir.
Sultan Süleyman'a kalmayan dünya;
Bu dağlar yerinden ayrılır bir gün.
Tatlı eserleri ve canlı hatıralarıyla ebediyet gamzedenler, 'ebet-müddet' mesut ve bahtiyar olsunlar!..
4. Dünyadaki umûmî manzara, içtimaî coğrafyada meydana gelecek değişikliği mecburî ve kaçınılmaz olarak göstermektedir. Evet, bugün dünya, bin bir huzursuzluğun boy gezdiği; bin bir meselenin çözüm beklediği; doyma bilmeyen hırsların, insanlığın kaderiyle oynadığı ve üç beş beyinsiz deve çobanının birer gece baskınıyla sıçrayıp başa geçtiği garabetiyle, anlaşılmazlardan öte anlaşılmaz bir hal almıştır. Meselâ:
Yirminci asırda, yeniden cihan hükümdarlığı fikrinin uyanması ve bu uğurda sürdürülen işgaller; idarî inhisarlar ve hortlayan hırslar, tama'lar gün geçtikçe dayanılmaz bir hal almaktadır. Bu ise, 'üçüncü dünya' dediğimiz bu âlemin gözünü açmış ve kendine gelmesine yardım etmiştir. Aslında bu durum, istismarcı güçlerin her gün biraz daha artan tedirginliklerinden ve hırçınlaşmalarından da bellidir. Ezilen bu dünyanın, bu kadar huşunet görüp, bu kadar hırpalandıktan sonra, kıpırdanmamasını düşünmek aklın alacağı şey değildir...
Dünyanın bazı kesimlerinde, asırlardan beri horlanan ve irdenen bir kısım ırklar, çok ciddi olarak derlenip toparlanma ve dünya ile hesaplaşma kararlılığı ve gayreti içindedirler. Bunların, öncüler veya destekçiler olarak sahneye çıkmaları ve beşerî düşünceye yeni şeyler ilave etmeleri; hatta, yeni bir hayat felsefesi, yeni bir bakış zaviyesiyle gelmeleri münâkaşa edilmeyecek kadar kat'î gibi görünmektedir. Binaenaleyh, içtimaî coğrafyanın, bu yönden de ciddî ırgalanmaya ve değişikliğe uğraması, kaçınılmaz ve bedihî gibidir.
Dünyanın belli yörelerinde, korkunç bir lüks ve israfın hüküm ferma olmasına mukabil, bir diğer kesiminde 'tegallüpler, esaretler; tahakkümler, mezelletler' her gün biraz daha artmaktadır, içtimaî terazideki bu dengesizlik, her iki toplumu süratle birbirine toslamaya götürmektedir. Böyle bir toslamada hasımlardan biri mezara kaldırılırken, hiç şüphesiz diğerleri de oksijen çadırına alınacaktır.
Tabakat-ı beşer çapındaki bu umûmî çalkantıda, 'üçüncü dünya' dediğimiz, bu mazlumlar, mağdurlar ülkesi iyi bir durum değerlendirmesi yapabilirse bu umûmî arenadaki boğuşmadan zararsız çıkabilir!.
Evet, bugün her ülkenin, onu derinden derine düşündüren dahilî dert ve sıkıntıları; üst üste yığılmış halledilmedik problemleri ve buna ilaveten, yer yer kendini gösteren açlıklar sefaletler ve nüfus kesafeti gibi faktörler bu Dünyanın pek de olduğu gibi devam edeceği teminatını vermemektedir. Kaldı ki Dünya, daha şimdiden gerildikçe gerilmekte ve zayıf noktalarında bir sürü çıban başı belirmektedir. Eskiden devletlerin halledeceği çok az mesele bulunurdu. Bununla beraber yine de bir sulh-u umûmî temin edilemezdi. Oysa ki şimdi, asırların birikimi çözüm bekleyen bir sürü mesele var ve bu meselelerden her biri, tek başına, beşeri birbirine' katacak kadar çaplı ve derindir. Hadiseler haritasına göz atıldığında durumun herkes tarafından anlaşılacak kadar açık seçik olduğu görülecektir:
Bir tarafta hiç değişmeyen; değişmek şöyle dursun, her gün biraz daha karmaşıklaşan İslâm dünyası, 'Babil kulesinin harabiyeti anındaki,tebelbül-ü akvam denilen' ve ezen dahilî ve harici hasımlarına karşı ciddî bir metafizik gerilim içindedir. Bu dünya, er geç haritada göründüğü gibi kendini bir yamalı bohçaya benzeten hasımlarının karşısına dikilip, onlarla hesaplaşacaktır. Tabii kendini bin bir paradoksa boğanlarla da..
Evet, vakıa bu dünyada, kırmızıya dübeşte olanlar; maviye alkış tutanlar; sarıya destan çekenler vardır. Ama ne olursa olsun, artık, süper güçler bunları, kendi hesaplarına bir çizgide toplayamayacak ve istismara muvaffak olamayacaklardır. Hele, bugüne kadar ona kan kusturanlar, kendi bünyeleri itibariyle de delik deşik olmuşlarsa.. Bunlardan batı - bütün beylikleriyle - kendi yetiştirdiği gulyâbânilerin endişeli rüyaları altında, iliklerine kadar korku içindedir. Asya'daki kızıl imparatorluk ise sarısıyla çekişmeli ve kendi içinde balonlaşmış; her an patlamaya hazır, uyutulmuş cumhuriyetçiklerin (!) kendilerine gelecekleri korkusuyla tir tir titremektedir. Ama, korkunun ölüme faydası yoktur. Beklenen şey olacaktır ve bunun önünü kimse alamayacaktır. Kim bilir, belki de bir asırdan beri zaman ve hadiseler mektebinde ders gören soydaşlarımız ve inanç arkadaşlarımız, yola çıkmaya hazırlanmışlardır bile..
Bu itibarla pek yakın bir gelecekte, hem de neslimizin büyük bir kısmının görebileceği pek yakın bir gelecekte, ölüm yarışına girmiş süper güçlerin, birinin fena bulup gitmesine, berikinin de tesirsiz hale gelmesine mutlaka şahit olunacaktır.
Vakıa, böyle bir şey istemek - hele mesleği sevgi ve mürüvvet olanlar için - asla tecviz ve tasvip edilemez. Ne var ki, insanlar o yolda olunca Yüce Yaratıcı da esbabına tevessül[1] edilen şeyleri yaratacaktır. Onların fiilî isteklerine binâen yaratacağı için de kimsenin itiraza hakkı olmayacaktır. Hele O'na karşı hiçbir zaman!..
Bu arada, sırtında yıllanmış cürümler taşıyanlar cezalarını görürken, telef olan bir kısım masumlar da kazandıkları manevî mertebe ve hadd-ü hesaba sığmayan ücretlerle tatmin edilmiş olacaklardır.
Kim bilir, belki de asırlardan beri insanlığa musallat bir düzine ferâine'nin[2] yıkılıp gitmesi için de, buna ihtiyaç vardır.
Evet, iki cihan harbi yedeklerinde bir sürü yeni düşünce, yeni kadro ve yeni liderlerle geldiği gibi, tabakat-ı beşer çapındaki bu son çalkanmada da, bir kısım bakir düşünce, daha doğrusu hep bakir kalan düşünce, cedid ve ceyyid kadrolarıyla gelecektir. Elverir ki, dünyamızın basiretli idarecileri bu kanlı arenadan ustalıkla çıkmasını bilsinler veya bu boğuşmaya, kendilerini zarara sokacak şekilde karışmasınlar.
O'nun hikmetlerini seyretme ne tatlı bir temaşa, O'nun kudret ve kuvvetine itimat etmek ne müthiş bir kuvvet menbâıdır!
[2] Ferâine: Firavunlar
Sızıntı, Kasım 1981, Cilt 3, Sayı 33
- tarihinde hazırlandı.