Topraktan Yaratıldık; O Halde, Duada Ellerimizi Niçin Toprağa Doğru Değil de Göğe Doğru Çeviriyoruz?
Ellerimizin yukarıya doğru çevrilmesi, Yüce Yaratıcıya işaret, işlerimizi sonsuz kudrete havale etme ve yalvarış yakarış gibi hallerde olmaktadır. Bu gibi ahvalde, emre inkıyâd; yukarılarda pervâz etmeye hâhişkâr ruhun kanatlarıyla göklere doğru yükselme ve sultanlar sultanının huzurunda mest ve sermesi kendinden geçme, inanmış bir gönlün en zevkli ve en mutlu vaziyet ve hallerini teşkil eder. Bu lezzet ve zevki idrak edenler, şekeri kamıştan; gülü dikenden; yeri de gökten tefrik edemezler. Bu hali, bir kerecik olsun tatmayanlara gelince, şekil ve formüllerden kendilerini asla kurtaramazlar.
Keşke, emrolunduğumuz şeylerle, emreden Zâtın huzuruna yükselerek 'çiy noktasına' ulaşıp da rahmet halinde yere inebilseydik.! Ah, ne olurdu! Her hadisenin ses ve soluğunda, O'na ait nağmeleri duyup da, 'niçin' ve 'neden'lerden kurtulabilseydik. Heyhat..!
Duada ellerin yukarıya kaldırılmasında çok şey söylenebilir ise de, biz şu bir iki hususla iktifa edeceğiz:
1. Evvela, bize dua etmemizi emreden zat, duada ellerimizin hangi istikamete dönük olacağını da tâyin buyurmuştur. Buna göre, dua bir ibadet olduğu, gibi, ellerin, belli şekilde ve belli yöne doğru kaldırılması da, o ibadete bağlı bir edeptir.
2. Duada ellerin yukarıya kaldırılmasıyla, yaratılışın menşei olan toprak arasında bir münasebet bulunduğu iddiası, oldukça garip ve anlaşılmaz gibi görünmektedir. Muhal farz, böyle bir münasebetin varlığından bahsedilse dahi, neden toprağın menşei olan fezayı ve semaları ayağımızın altındaki topraktan daha aşağı tutacağız?..
Kaldı ki el kaldırma, ne toprağa ne de toprağın menşeinedir; belki bütün bunların ötesinde, hattâ ötelerin de ötesinde, yalvarışlarla, yakarışlara cevap veren Yüce Yaratıcıyadır..
3. Toprağın, insan hayatında ağırlık ve ehemmiyeti ne kadar büyük olursa olsun, yine de belli ve sınırlıdır. O, insanın yaratılışında kullanılan malzemenin sadece bir kısmını teşkil etmektedir. Evet insan, sadece karbon, azot, oksijen, hidrojen, kükürt gibi maddelerden ibaret değildir. O, bu maddi unsurlar çeperinin ötesinde, kalp, ruh, sır gibi taşıdığı bir kısım yüce hakikat ve lahuti duygular da ihtiva etmektedir ki, hepsi de yukarı âlemlerden gelmiş ve madde ile mukayesesi imkansız paha biçilmez şeylerdir.
Binaenaleyh, bütün üstünlüğü, kalp, ruh ve sır gibi melekelere sahip bulunmakla elde eden insan, kendini bu yüce duygularla donatan sultanına teşekkürlerini arz etmek veya el açıp yakarışa geçmek isteyince, bu dilek ve mesajları yukarı âlemlere ısmarlıyor gibi ellerini semalara doğru çevirmeden daha tabiîne olabilir?..
4. İnsanın yalvarıp yakarması, umumiyet itibariyle bir kısım ihtiyaçların giderilmesi istikametinde cereyan etmektedir; tıpkı bir dilenci gibi.. Dilenci, kapısına dikilip yakarışa geçtiği zâtın huzurunda, ellerini toprağa doğru değil, çevirdiği yön itibariyle daha çok o'na tazimde bulunacağı tarafa çevirir...
5. Yerinde, insanoğlu, başını yere koyup yalvarmağa durduğu an da olur. Secde hali, insanın, Yaratan'a en çok yaklaştığı bir pozisyon ve duaların da en fazla kabul edildiği bir ibadet şeklidir. Bu en makbul dua mahallinde, insan, hem elleri hem ayakları, hem de başıyla toprağa müteveccihidir. Yani, benliğinden geçmiş ve mahviyet içindedir.
Demek ki, O'na karşı kulluk yaparken, yerinde coşarak fezânın derinliklerine doğru iniltilerle yükselmek, bir ibadet olduğu gibi, yerinde de iki büklüm olarak tevazu içinde yerlere kadar kapanmak ve orada saygıdan donakalmak yine bir ibadettir.
Asıl mesele ise, O'nun huzurunda olduğumuzu kavramak ve iç derinliğidir. Bu yüce hale mazhariyetimiz dileğiyle.
Sızıntı, Ekim 1981, Cilt 3, Sayı 32
- tarihinde hazırlandı.