Orduda Falancı Filancı Olmaz
Fethullah Gülen'le ilgili ilk izlenimlerim; hem yaşadığı ortama, hem sesine, simasına hüzünlü bir sürgünün sinmiş olduğu. Burada o kadar büyük bir sessizlik var ki, her konuşmanın içine dalıyor.
Yine bir sessizlik sonrası, "Nasılsınız? diye soruyorum.
Fethullah Gülen de içinde bulunduğu ruh halini kendine ait bir şiirle ifade ediyor: "Beynim tıpkı bir sorular harmanı, /Kafamda istifham, cevabı sisli;/Sarmış buğulu hüzün dört bir yanı,/Kalbim annemin kalbi gibi hisli;/Gezer dururum yorgun ve âvâre.../Her hâlim garipliğime emâre.../Düşüncem "vedâ" diyor bu yerlere/Doğ ey ışık, doğ gönlümün içinden!/Tasayla dolaştığım bu yerlerde,/Bir ses sun o eski bestelerinden,/Şu hüzünlü şafakta perde perde.../Hüzünlü gurbet... Hüzünlü gurbet, ah zalim gurbet!" Yine bir sessizlik...
Bu sefer sessizliği Gülen bozuyor: "Kalbim bugünlerde sıkıştırıyor..."
İki üç günde bitebilecek bir röportaj, Gülen'in sağlık sorunları nedeniyle 11 güne yayıldı.
Ordu ve asker. Bu kavramlara saygılı bir tavrınız var. Bu nereden kaynaklanıyor?
Osmanlılar, asker bir millettir. Hatta militarizm denmiştir. Askerde başlıyor, askerde bitiyor, ama yüreklerde hakkaniyet ve adalet düşüncesi olunca rahatsız olunacak bir şey yok. Hiçbir zaman sivil teşebbüslerin önü alınmamış, engellenmemiş, baltalanmamış. Ne var ki bizdeki biraz daha mukaddestir. Bediüzzaman, "Bayraktar" diyor. Malik bin Nebi de, "Alem-i İslam'ın şimalinde eğer Türk milleti olmasaydı bugün İslam dünyası yoktu" diyor. Bu, bir yönüyle atı, silahı, kalkanıyla kahraman askerler sayesinde olmuştur. Dolayısıyla meseleye, bir ruh olarak mana olarak, bir şahs-ı manevi olarak bakıyoruz ve ona saygı duyuyoruz. Kılı kırk yararcasına hakkaniyet, adalet içinde olmuştur. Ne var ki, bazı dönemlerde o hassasiyet ve incelik korunamamış. Böyle suiistimalleri, milletin kendisine çok şey borçlu olduğu o şahs-ı maneviyeyi karalamaya vesile edilirse müesseseye yazık olur. Bir reform yapılacaksa, onlarla görüşülerek yapılmalı. Askeriyedeki insanlar birer şehit namzetidir. Pek çoğu itibariyle gazidirler. Hâlâ hayatta pek çok sakat insan var. Bunlar nazar-ı itibara alınarak hakperestlik mülahazasıyla öyle görmek ve saygı duymak lazım. Nasıl devletin sarsılması, devletin sırlarının faş edilmesi karşısında hassasiyetimiz var, devletin önemli bir parçası olan bu müessese hakkında da aynı hassasiyetimiz vardır.
"Gülen cemaatiyle ilişkisi nedeniyle ordudan ilişiği kesilenler" diye zaman zaman medyada haberler çıkıyor. Ne dersiniz?
O müessesenin, alırken kriterleri olduğu gibi, atarken de kriterleri vardır. O meseleye de hukuki bir çehre kazandırılmalı. Sayın Süleyman Demirel'in bir beyanı olmuştu: "Bazı dönemler vardır ki, o dönemler gammazlama dönemidir." Kurtulamazsınız ve gammazlanan gider. Mesela birinin birine karnı ağrımış ve oradan uzaklaştırılmasını arzu ediyorsa şayet, siciline "falancı" demek yeter. Böyle bir şey var mı yok, öyle bir "cı", "cu" var mı, yok mu, ona bakmadan hemen yakıştırırlar. Böyle olunca herkes herkese nispet edilebilir... Hangi sebebe binaen atılmıştır onlar, iyi araştırılmalı, hukuk karar vermeli. Uzaklaştırılanları da, arkalarından istihbarat örgütleri takip etse, böyle bir şey var mı, yok mu diye...
Ordu içinde sizi sevenler var mıdır?
Bazı kesimler beni sevebilirler, bir şey diyemiyorum. Bir kere biri anlatmıştı. Emekli olmuş, bir yerde karşılaştık. "Ben sizin vaazlarınızı dinliyordum. Pek çok astıma ve üstüme de dinlettim." Zannediyorum camiye de, konferanslara da gelip dinleyenler olmuştur her meslekten. Türkiye'de dinlemeyen çok azdır. Dinlemeye değer mi, değmez mi ayrı mesele. Dinleyenlere, hatta kaydedenlere abesle iştigal ediyorsunuz demişimdir. Onlardan biri, "Kara kaşına, kara gözüne hayran değilim. Sen konuşuyorsun ben de bunları kaydediyorum" demişti. Bunlara bir şey diyemem ki. İçtihad hatasında bulunmuşlar derim. İçtihad hatasını düzeltmek de benim vazifem değil.
Zannediyorum, birileri garazlarını gerçekleştirmek için o nispeti kullanıyorlar. Dilerim bu müessese yapacağı reformlarla daha salim sonuçlara varabilecek bir kısım şeyler geliştirir. Gerekli tahkikat, takibat yapılır. Disiplinsizlik mi, emre itaatsizlik mi... Nitekim son zamanlarda duyuyoruz, adı suiistimallere karışmış, çalmış çırpmış ve ondan dolayı uzaklaştırılmış olanları. Ama o tür şeyler bazen önemsenmiyor. Büyütmek için falancı denmesi yetiyor. Ordudur, askerdir, komutanlarına bağlıdırlar. Bunların içinde falancı filancı olmaz.
Emniyet ve Silahlı Kuvvetler'de örgütlenme var mı yok mu?
Ben burada dururken nasıl örgütleniyorum, nasıl yapıyorum bilmiyorum. Bunu kendilerinin araştırmaları lazım. Kim o örgüt üyeleri? Bulsunlar çıkarsınlar. Bir ara "emniyette örgütlenme" diye verilen bir liste vardı. Sonra her biri farklı, birbirine zıt dünya görüşlerine sahip insanlar oldukları görüldü. Demek ki, yine birinin birilerine karşı karnı ağrıyordu. Kendilerine kredi kazandırma, başkalarını karalama adına masa başında bir liste yaptılar.
Orduya gelince, orada nasıl örgütleneceksin ki? Diyelim, o insanlar ordunun içindeler. Başlarında subaylar, cumhuriyetin, laikliğin, demokrasinin temsilcisi insanlar var. Öyle bir örgütlenmeye meydan ve fırsat vermezler. Kafalarında, duygularında, düşüncelerinde bu türlü şeylerin gelişmesine meydan vermezler. İşin doğrusu bunu anlamada zorluk çekiyorum.
Çevrenize, "Şu okulları ele geçirelim" diye hiç telkinde bulundunuz mu?
Bir dönemde, umuma açık olarak, cami kürsüsünde söylediğim bir şey var. Dedim ki; niye sadece Kur'an kursu diyorsunuz. İmam hatiplere çocuklarınızı koymuyorsunuz. Bir gün geldi, şöyle dedim: Çocuklarınızı niye sadece imam hatiplere veriyorsunuz, neden başka liselere de göndermiyorsunuz? Neden üniversiteye, askeriyeye koymuyorsunuz? Dedim bunları. Açıktan açığa söylediğim bir meselede benden ne isteniyor? Bir gazetede, bir televizyonda çıkıp bir ilanda mı bulunayım, bir zamanlar size şöyle şöyle demiştim, yanlış söylemişim, geri alıyorum; sakın, zinhar başka liselere çocuklarınızı koymayın. İmam hatiplere koyun. Katiyen mülkiyede, adliyede, askeriyede çocuklarınızı okutmayı düşünmeyin. Sizden başka oralara çocuğunu kim koyarsa koysun mu diyeyim! Beni, camide ve konferans kürsülerinde dinleyen insanlara şeffaf olarak bu duygumu ifade ettim. Bazı fertler alâka gösterip çocuklarını yönlendirdilerse, ben o mevzuda, düşüncemden vazgeçiyorum, diyemem.
Bunları cami kürsülerinde ifade ederken beklentiniz neydi?
Anadolu insanı, hayatın her ünitesinde olsun. Niye olmasın ki. Neden korkuyorlar? Bir dönemde çocuğunu okutmamış, sadece Kur'an okusun yeter demişler. Hâlâ doğuda, güneydoğuda böyle insanlar var. Yakın zamanda televizyona haber oldu, bir kaymakam ev ev dolaşıyor, aileleri ikna edip kız çocuklarını kendi aracıyla okula bırakıyordu. Bu tavır, devletin de genel politikasıdır. Siz sadece Kur'an kursunda okutacaksınız. İmam hatip ve ilahiyatların fazlalığından bahsedilmeye başlandı. Niye sadece belli okulları yeğliyorsunuz da diğer okullara koymuyorsunuz. Bir vatandaş niye Türkiye'deki bütün okullara çocuğunu koymayacak ki. Bu hakkım veya değil, ama ben topluma karşı bunu bir vazife olarak gördüm ve arz ettim. Hakikaten yanlışsa, birileri çıkıp yanlış desinler...
AB-Türkiye ilişkisinde din elden gider mi?
Türkiye'nin Avrupa tarafından kazanılması, bazılarına Avrupa tarafından fethedilmesi gibi geliyor. Yabancılar gelecekler, topraklarımızı alacaklar... Milli mülahazalarla endişe duyuluyorsa, milli değerlerimiz taviz vermeyecek kadar ruhumuza işlemiş. Bizi biz olarak kabul ederlerse beraber oluruz, biz onları kendi değerleriyle kabul ediyoruz. Dini değerlerimizin yıkılıp gideceği endişesi taşınıyorsa, bizler ne badirelerden geçmiş bir milletiz. Milletimiz, bölgedeki milletlerden daha fazlasına maruz kalmış, fakr u zaruret yaşamış, değerlerimizden uzaklaşmış, ayakları bazen yerden kesilmiş, fakat gördüğünüz gibi millet yüzde seksen, doksan oranında kendi tarihi değerlerine, ruh ve mana köklerine hâlâ sımsıkı bağlı. Ortak Pazar dedikleri dönemde de, Gümrük Birliği dedikleri dönemde de, şimdilerde de milletimizin ne milli değerlerinden, ne dini değerlerinden taviz vermeyeceğinden eminim. Toprak kaptırma endişesi de taşımıyorum.
Başbakan Tayyip Erdoğan'a mektup yazsanız veya mesaj gönderseniz ne derdiniz?
"Şu meselede şunu söylerdim" demektense meseleyi Peygamber Efendimizin bir sözü ile açıklamak istiyorum: "Allah bir devlet başkanına, bir melike, bir hükümdara merhamet buyurmuşsa, onu eğrilikten alı koyacak, doğruluğa sevkedebilecek iyi vezirler (danışmanlar) lütfeder" diyor. Osmanlı'da da, Cumhuriyet'te de büyük devlet adamları yetişmiştir. Fakat eksiklik, herhangi bir menfaat gözetmeden, doğrudan doğruya devletin, milletin çıkarları hesabına o insanları doğruya yönlendirebilecek danışmanların olmasındadır. Haddim olmadığı halde, daha evvel devletimizin başına gelen bir insana da bir arkadaşımla selamlarımı, saygılarımı arz etmenin yanı başında şu mütalaalarım olmuştu: Türkiye'de sadece partinize sempati duyanlardan danışman almakla, sadece kendi teşkilatlarınızla görüşmekle yetinmeyin. Türkiye'yi seven, bilge insanlardan yararlanın. Bunlar objektif bakarlar, çıkar gözetmezler. Bazı isimler vererek, Türkiye'ye ait bazı meseleleri bunlarla istişare etseniz dedim. Tayyip Bey'e mesaj göndermek icap ettiği zaman; siyasi mülahazası olmayan, hakkı düşünen, bilge insanları bulup, fikirlerine sık sık müracaat etmesi olur. Bu, ayağını sağlam yere basması açısından çok önemli geliyor bana. Sayın Bülent Ecevit Bey'e de, Sayın Demirel'e de mesaj göndermem icap etseydi aynı şeyleri söylerdim.
- tarihinde hazırlandı.