28 Şubat Endişemi Dikkate Almadılar
İzlenim
Fethullah Gülen kimseye elini öptürmüyor. Çocuklar hariç… Onun çocuklarla farklı bir ilişkisi var. Konuşuyor onlarla, adlarını soruyor, başlarını okşuyor, her defasında ikişer çikolata veriyor. Bir keresinde elini öpen altı yaşındaki bir çocuğa şöyle dedi: "Kerametim yok, olsaydı hepsini sana verirdim…" Çocuklar ona ilginç sorular soruyor, "Bugün doktora mı gittin? Neyin var? Ne dedi doktor? Sen hasta mısın, niye öyle yapıyorsun elin mi ağrıyor, neden ağrıyor?" Öğle yemeğinde bir kız çocuğuyla yan yana oturdu. Adını sordu. Kız "Zeynep" dedi. Gülen, "Zeynep'in anlamını biliyor musun; Babasının süsü demektir" diye karşılık verdi. Herkes yemeğini bitirdi, Zeynep hariç. Gülen, Zeynep'e dönerek şöyle konuştu: "Sen yemeği hepimizden daha doğru bir şekilde yiyorsun. Yavaş yavaş, sindire sindire. Böyle devam edersen, büyüyünce de güzel kalırsın…" Çocuklar gülümsetiyor onu…
Faili meçhul cinayetler olabilir gibi açıklamalarınız 'istihbari bilgi' niteliğinde değerlendiriliyor. Yakın zamanda bir gazetede, size bilgilerin, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı'ndan birkaç dakika önce geldiği şeklinde cümleler yer aldı. Nazlı Ilıcak da, "Gülen'in istihbaratı kuvvetlidir, 28 Şubat'ın geleceğini de haber vermişti" diye yazdı. İstihbaratınız gerçekten kuvvetli mi?
Benim şahsi bir istihbaratım yok. Fakat bir Türk vatandaşı olarak, milletimin kaderiyle yakından alakadarım. Bir insanın şu veya bu şekilde şahsı adına bir çıkar mülahazası, menfaati yoksa, oturur-kalkar kendini neye adamışsa sadece onu düşünür. Ben ulaşabildiğim herkesi dinliyorum, değişik gazetelere, internetlerden gelen bilgilere bakıyorum. Kendime göre yorumluyor, onlardan hükümler çıkarıyorum, kendi istinbatlarımı (özümseme, hüküm çıkarma) arz ediyorum. Gezip, sağa sola haber döken insanlar var. Şimdi internette oluyor bunlar. Niye e-maille bir şey olmasın? Biri hayati bir yerden duyduğu bir meseleyi "şunlar planlanıyor" diye ifade edebilir. Değişik yollardan ben bunları duyabilirim. Ne kadar gizli olurlarsa olsunlar, günümüzdeki iletişimin çoğalması, insanların çok çabuk her şeye ulaşmasına vesile teşkil ediyor.
28 Şubat'ı gerçekten haber verdiniz mi?
Nazlı Hanım'ın ifade ettiği gibi ben, o Şubat endişesini taşıyordum. O mevzuda üslubumu kırdığım, çatlattığım da oldu. O günkü iktidara karşı endişe ediyordum. Genel tavırları itibariyle bu düşünceyi besliyorlardı. O düşünce, onların o tavır ve düşünceleri üstünde gelişiyordu. Ben o günkü tavırlarımı, davranışlarımı –kendime göre- saygısızlık sayıyorum, çünkü şimdiye kadar öyle konuşmadım, öyle düşünmedim. Ama o gün bir televizyon kanalında, "yüzlerine gözlerine bulaştırdılar" gibi yakışıksız bir lafla meseleyi ifade ettim. Onlar, duyduğum endişenin ifadesiydi.
Uyarıların size dönüşü nasıl oldu?
Kaale almadılar, önemsemediler. Dahası, bu milletin gayretiyle bazı şeyler yapılıyor, belki bunları yıkmaya matuf kapı aralamalar da oldu. Bütün bunları değerlendirerek bu meseleyi izhar (açığa çıkarma) ettim. İsabet ettim veya hata ettim. İsabet etmişsem, milletime karşı bir vefa borcunu yerine getirdim.
O hassasiyetim üzerimde. Ben, yine acizane söylenilenleri dinlemeye, tartmaya çalışıyorum, bazı şeylere istinbatla, içtihatla, yorumla ulaşıyorum. Önemli gördüklerimi değerlendiriyor, milletim–vatanım adına ifade etmekte yarar görüyorum.
Faili meçhul cinayetlerle ilgili ikazınız hedefine ulaştı mı?
Birincisi, ilgililer haberdar olur, istihbarat, emniyet, jitem kendine düşeni yaparsa bu şeyi daha kundaktayken önünü alırlar. İki, işi planlayanlar, o mevzuda provokatör olarak kullanılanlar, kullanılacak olanlar milletin bu işten haberdar olduğunu bilince böyle bir şeye teşebbüs etmezler, vazgeçerler.
Hiçbir şey yapmasalar, vazgeçseler bile yine milletimiz kazanmış olacak. Bu tür mülahazalarım oldu ve öyle de netice verdi. Bence yadırgamaya gerek yok bu meseleyi.
Emsali yapıldı, yakın zamanda Sinagog önünde patlamalar olmadı mı? Bugün de bazı şeyler oluyor Türkiye'de.
Satırlı, baltalı üniversite talebelerinin durumları iyi şeylerin habercisi değil. Arkasının daha ağır olacağını görmemek mümkün değil.
Sizi eleştirenler de oldu…
Bazıları da diyebilirler; sen istihbarat memuru musun? Ne işin var bu tür şeylerde. Cami imamı isen oturduğun yerde kal, imam gibi davran, sana düşmez bunlar. Böyle düşünüp, böyle diyenler de kendilerine neyin yakışıp neyin yakışmadığını bilmeyen insanlardır. Ben olsam onlar için öyle demem. Yakışıksız şeyler bunlar. Bir Türk vatandaşı, belli bir geçmişi var, 66 yaşına gelmiş, hiçbir şey okumasa, hiçbir şey düşünmese, hiçbir şey dinlemese bile böyle samit (sessiz duyarlılık) infialleriyle olan hadiselere baksa yine böyle imtisas (algılayıp yorumlama) edeceği birçok şey olur. Böyle bir adamın söylediği şeyler yadırganmamalıydı. Çiğ olur bu mevzudaki aykırı ses çıkışları.
Cami Yanında Cemevi Olsun
Avrupa Parlamentosu Alevileri azınlık statüsünde görmek istiyor. Alevilerin de cemevlerinin yasal statüye kavuşturulması, Diyanet'te temsil edilme gibi talepleri var. Bu konuya bakışınız ne?
Şimdiye kadar Alevilerin Türkiye'de ciddi bir problemi olmadı. Cumhuriyet'in ilk yıllarında bazı olumsuzluklar zuhur etmiş, belki üzerlerine de gidilmişti. Şimdi ise Aleviler hayatın birimleri içinde her yerde, her şey olabiliyorlar. Parti de kurabiliyorlar, asker de, vali de olabiliyorlar. Türk milletinin bazı fertleri olarak (bazı Alevilerin) azınlığa talip olmalarını anlamakta zorluk çekiyorum. Devletin kanunları var, o çerçevede istedikleri yerde eğitim yapabilirler. Belki kendilerine göre bazı öğretilerin gündeme getirilmesini düşünüyorlardır. Önceki yıllarda bazı Alevi kardeşlerimize demiştim; "Şifahi kültürle bu mesele götürülemez, bunu kitabiye dökelim." Zannediyorum şimdi Diyanet'in teşebbüslerinden birisi de o. Ahmet Yesevi'nin Hikemiyat'ından, Hacıbektaş'ın Makalat'ına kadar 15-20 kitap bir araya getirilerek, belki Alevi Külliyatı şeklinde ortaya koyacaklar. O kitaplardan çıkacak ihtiyaç, eğer bir Cemevi ise, demokrasinin gereği onlara da o hakkın verilmesi gerekir. Zaten cemevleri var. Fakat her zaman bazı mekânlar, bazı ideolojilere alet olduğu gibi cemevlerinin de – bazı şeylerde Alevi vatandaşlarımızın rızasının hilafına – kullanılması Alevi vatandaşlarımızı zor durumda bıraktı. Tekliflerimiz arasında; "Caminin yanında cemevi de olsun" demiştik. Cemevleri, yasal bir statüye kavuşturulabilir.
Birbirimizden Farkımız Yok
Alevi gruplardan bazıları 17 Aralık öncesi Avrupa'da bu yönde lobicilik yaptılar…
Eğer, bazı Alevi vatandaşlar, Türkiye'yi Avrupalılara şikâyet ediyorlarsa, ben onu yakışıksız bulurum. Bazı ekraddan arkadaşların Türkiye'yi Avrupa'ya şikâyet etmelerini yakışıksız bulduğum gibi. Türkiye'de, Türk'ü, Kürt'ü, Alevi'si, Sünni'si ile esas bir Türk toplumu var. Kendilerini Türk olarak hissediyorlarsa bence birbirimizden farkımız yok.
Diyanet'ten talep konusuna nasıl bakıyorsunuz?
Osmanlılar büyük ölçüde teferruata ait meselelerde Hanefi olduğundan, fıkıh olarak daha çok o gelişmiş. Fakat bu başkalarını yok etmeye rağmen olmamış. Cumhuriyet dönemiyle beraber Diyanet teşkilatı meydana getirilmiş. Pekala Aleviler Diyanet'in, devletin açtığı mekteplerde de okuyarak Diyanet'te de vazife alabilirler. Kendilerine göre bir camileri varsa o camide imam olabilirler, cemevinde o dini törenleri idare edebilirler. Aleviler, eğer kendilerini bir mezhep olarak ortaya koyuyorlarsa, Türkiye'de, Nuseyri, Ermeni, Süryani, Rum, Musevi, Protestan, Babtis, Bahai, Vahhabi de var. Onlar da kendilerine göre bir statü talebinde bulunabilirler. Şayet bir tarikat gibi algılanıyorsa Alevilik, -Hacıbektaş Veli hazretlerinin de yoluna yöntemine bir tarikat nazarıyla bakılıyor- tarikatlar da kendilerine göre özel bir statü isteyebilirler. Oysa ki onlar da yasaklanmış. Zannediyorum bu tür istekler bazı problemler getirir, Türkiye'de daha bir kargaşaya sebebiyet verir. Nitekim demokrasinin biraz yumuşak algılandığı dönemler oldu, - 28 Şubat hadisesinden daha önceki dönemde – hiç de bizim tasavvuf ve tarikat geleneğinde olmadığı halde bazı kimseler sokaklara döküldüler. Caddelerde zikir – fikir yapmaya başladılar ve ciddi sıkıntı oldu. Bunlar, din adına mahzurlu şeylerdi.
Aleviler devletten bir şey istememeli mi?
Devlet cemevlerine bir şey demiyor. Cemlerini, semahlarını televizyonlarda bile yapıyorlar. Ama Türkiye'de hâlâ kitap okunuyor, zikir fikir yapılıyor diye basılan evler var. 40-50 yıllık tarihte cem yapıldığı için basılan ev yoktur. Ama ötekiler için açılan dava sayısı iki bindir. Cemden, semahtan dolayı tek dava açılmamıştır. Alevilere daha müsamahalı davranıldı.
Faili meçhul cinayetler olabileceği yönündeki endişeniz sürüyor mu?
Kısmen. Bu türlü hesapları olan kimseler hiçbir zaman tamamen vazgeçmezler. O kanaatimi devamlı koruyorum. Türkiye'nin derlenip toparlanıp güçlü bir devlet olmasını, hem içte hem de dışta istemeyen bazı kimseler vardır. Türkiye'yi onlar da yıkamazlar.
İçerdekileri biraz netleştirir misiniz?
Belki onun ibhamı ve itlakı (açmayıp genel bırakmak) daha önemli bir şey. Her zaman Türkiye'de gizli işler çeviren insanlar vardır. Sağımızda solumuzda devletçikler şeklinde oluşumların temelinde bile içimizdeki bazı kimselerin dahli vardır. Her kesimde vardır. Türkiye'yi çekemeyenler, hazmedemeyenler.
Daha fazlasını ifade etmeye gerek yok. Bir cemiyyatı sırriye sözü bile bazılarını rahatsız etti. İnsan görüyor ve hayret ediyor.
Niçin muhtemel bir kısım endişelere karşı mülahazalarınızı arz etmenizi, bazı kimseler kendine çekiyorlar? Sen cemiyyatı sırriye insanı değilsin ki, niye rahatsız oluyorsun. Devlet söylüyor, emniyet söylüyor, mahkemelerde ortaya çıkıyor, her zaman gizli bir kısım organizasyonlar olmuştur. Ama bunlar çeşit çeşittir, kimisi hortumlamayla alakalıdır, kimisi kanlı katilleri organize eder.
Görüyorsunuz son zamanlarda basit hırsızlık, çocuk hırsızlığı diyebileceğimiz şu kapkaç olayları ile ilgili bile neler çıktı ortaya. Bir kaymakama şantaj yapmaya kadar vardı.
Şimdi bunları görüp dururken, sen "hâlâ bir kısım gizli organizasyonlar, cemiyetler yok" diyorsan, senin başka bir problemin var demektir.
- tarihinde hazırlandı.