Ruhban Okulu Açılsın
Fethullah Gülen, çok az yemek yiyor. Kahvaltıda bir fincan süt ve yanında 3-5 peksimet… Kahvaltı ve akşam yemeğini odasında yiyor. Doktorlar yasakladığı halde, son Ramazan'ı oruçlu geçirmiş.
"Benim gibi hastalıkları olan birisine ben de 'sen oruç tutma' der, tutmamasını tavsiye ederim. Ama kendime onu diyemem" diyor. Öğlen yemeklerini sağlığı elverdikçe birlikte yiyorlar. Mutfaktan yemeğini kendisi alıyor, masadaki yeri belli, oraya oturuyor. Masanın öteki sakinleri içinse servis yapılıyor.
Gülen, misafirlerinin yemeklerine, önlerinde bir eksik olup olmadığına çok dikkat ediyor. Yemekten sonra düzenli olarak çay servisi yapılıyor. Çayın yerini zaman zaman Türk kahvesi alıyor. Gülen, 2-3 bardak çayı hurma ve birkaç badem eşliğinde içiyor.
Burada yemekler kalori hesabına göre yapılıyor. Öğle yemeğinde iki, akşam sadece bir çeşit yemek yeniyor.
Ruhban okulu ve ekümeniklik konularına bakışınız nedir?
Mesele, devlet politikası içinde ele alındığından söylenecek her söz bazı yorumlara tabi tutulabilir. Patrikhane zaten açık. Patrik'le defaatla görüştüm. İlk görüşmeye giderken, yukarıdaki insanları da haberdar ettik. Karşı tarafın mülahazalarını bildiğim için, "Bizim mülahazamız ne olmalı" diye sorduk. Burada detayına girmeyeceğim… "Ekümenik" (evrensel patrik), patrikhane var olduğu günden beri başında bulunan insana verilen bir ad. Onlar da o adı ve unvanı normal olarak kullanıyorlar. Başına buyruk… Öyle şeyler söylüyor ki… Amerika büyükelçiliği de o istikamette ona yaklaşıyor… Meseleyi bu şekilde algılama ve tavır alma yerine, neye binaen böyle diyorlar, önce ona bakmak lazım. Siz onlara ekümen denmesini kabul etmeyebilirsiniz, ama onlar kendi aralarında eskiden beri kullanıyorlar. Mesela, Türkiye'de Hoca efendi, vaiz efendi, müftü efendi diye de bir şey yok. Fakat halk alıştığı için söylemeye devam ediyor. Hiç talip değilim ama, insanımız benim için de öyle diyor. Zannediyorum, meselenin bu yanına da bakılmalıydı.
Patriğin niyeti nedir?
Kendisini dinlediğim kadarıyla talebi şu olmuştu: Ben Türk vatandaşıyım. Bana bu imkân verilsin, ruhban okulu açılsın. Dünyanın değişik yerlerine göndereceğim kimseleri, Türkiye'de yetiştirip gönderelim… Bunları devlet başkanlarından bir tanesini arz ettiğimde, "çok zeki bir adam" dedi, farklı mülahazaları olabilir. O halde siz zekâya zekâ ile karşılık verin. Türkiye'de, Türk kültürü ile yetişmiş Ortodoks papazların dünyanın değişik yerlerine gönderilmesi Türkiye'nin lehinde olur. Fatih döneminden başlamış ve günümüze kadar gelmiş bir meseleyi problem yapmama adına çözüm buysa, keşke ben söylediğim için karşı çıkılmasa. Ben milletimizin on ferdiyle bile bölünmesine katiyen taraftar olamam, müsaade edemem. Bunlar ayrı mesele, fakat o işin Türkiye'ye getirisini-götürüsünü hesap etmek lazım. Hissi olarak tavır almak, meseleyi düşmanlığa bağlamak, olgun, oturmuş, mükemmel bir geçmişi olan Türk milletine pek yakışmıyor. Eğer onlar da Türkiye'yi AB'ye şikâyet ettiler, Ekümenik meselesini dayatın dedilerse, bu da onlar adına yakışıksız düşer. Bence sorunlarını iktidar mensuplarıyla oturup görüşmeliler.
ABD'de olmanız eleştiriliyor ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), Kuzey Afrika, Yeşil Kuşak teorisiyle ilintili değerlendirmelere neden oluyor. "Neden Almanya veya Fransa değil" sorusu sorulduğu gibi, Sizi Suudi Arabistan'a veya İran'a yakıştıranlar da, "Madem çok Müslüman, neden oralarda kalmıyor da Amerika'da yaşıyor" diyor. Neden Amerika?
Amerika'ya gelişimin öncesi var. 1997'de anjiyo için gelmiş ve 2-3 ay kalıp dönmüştüm. Hatta o zaman Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel referans olmuş, Cleveland'da bulunan Dr. Murat Bey'i aramıştı. Sağ olsun, alakadar oldu, yol gösterdi, ameliyat üzerinde ısrarla durdu. O zaman da 'niye Amerika, niye orada kalıyor, kaçtı' gibi şeyler söylendi. Oysa buraya geldiğimde -kalbimden dolayı- üzerimdeki yorganı kaldıramayacak kadar halsizdim. Doktorların tavsiye ettiği ilaçları kullanıyordum. Bant üzerinde ve açık havada yürüyüşlere devam ediyordum. Ama durumum zordu. Bu seferki gelişim de yine aynı hastalıkla alakalı oldu. Mayo Kliniği'nde Kırım Türklerinden Dr. Sait Bey vardı. Türkiye'ye geldiğinde halimi gördü, ısrarla buraya gelmemi söyledi. Bu davet Almanya'dan olsaydı, Almanya'ya giderdim. Amerika'ya geldim, tedavi başladı, 1-2 ay sonra Türkiye'de o komplo fırtınası koptu. Kalakaldım burada. Gideyim dedim, doktorlar izin vermedi. 'Kendini büyük tehlikeye atıyorsun' dediler. Bu mevzuda dünya kadar rapor var. Sağlık durumun ortada. Niye kaçayım, kaçacak neyim var benim?
"Bir ayağı Amerika'da, bir ayağı Suudi Arabistan'da" deniyor.
Suudi Arabistan'a en son 1986'da hac için gitmiştim. 20 yıldır gitmedim. Bir ayağı Suudi Arabistan'da diyenler, eğer gitseydim, o zaman daha farklı yorumlar getirecek, iki ayağı da orda falan diyeceklerdi. Belki başka türlü sorgulamalar olacaktı. İran, daha büyük problem olurdu. İran'la, işin doğrusu münasebetim olmadı. Menşei Türkiye olan eğitim, kültür, hoşgörü faaliyetleri mevzuunda, müşterek bazı şeyler yapalım teklifine de sıcak bakmadılar.
Bana ve beraberimde birkaç arkadaşım oraya gitmesine sıcak bakacaklarına ihtimal vermiyorum. Öyle bir düşüncemiz de hiç olmadı. İran'a gitseydim, şimdi çeşit çeşit yorum yapanlar, o zaman da; "Batı'nın oradaki eli ayağı, gözü kulağı" diyeceklerdi. Kalp bozuk olunca, kendi hayallerinde sizi bir yere oturtunca, bir şeyle bağlayınca sizi, ne yaparsanız yapın yine öyle şeyler diyecekler. Ağızlarını kapamak diye bir vazifemiz de yok. Düşünce ve fikir hürriyeti var. Eğer öyle bir kısıtlama varsa onu sadece bize uyguluyorlar ve o da yeter.
11 Eylül'le ABD'nin içine girdiği süreci, siyasi anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?
11 Eylül'e ve sonraki sürece, ne Amerikalılar ne de başkaları gibi bakma mecburiyetinde değilim. Kuleler yıkıldı, başka yerlerde başka hadiseler meydana geldi. Onları, bu tür hadiselerin, ABD'nin alacağı tavrı hesap eden başkaları da, planlamış, yapmış olabilirler. Arkasında belki de daha evvel bir parçası Afganistan'da, daha sonra Irak'ta gerçekleşen hadiseleri planlamış olan insanlar vardır. Birileri bu meseleyi planladılarsa bunu iyi planladılar, turnayı gözünden vurdular. Korkunç, dünya çapında hadiselere sebebiyet verecek bir şeyi tetiklediler.
Bazı yerlerde hâlâ çözülmeyen problemlere sebebiyet verdi. Problem çözelim derken usulünce çözülüyor mu, usulünce üzerine gidiliyor mu, her zaman sorgulanabilir. Şurası muhakkak ki, yeni yeni problemler doğuyor.
Mesele Irak'ın toprak bütünlüğü parçalanma kertesine geldi. Önlenebilir miydi? Türkiye'nin ağırlığını koyması yeter miydi? Bölge ülkelerinin tavır belirlemeleri ne ifade eder? Yoksa bu mesele böyle mi gider? Bu ise Ortadoğu'yu ciddi bir tehlikeye atıyor. Sıra başka ülkelere de gelir. Başta, bu işi planlayanlar o meseleyi bahane ettiler.
Nasıl olduysa oldu, şimdi Amerika ciddi bir açmazla karşı karşıya.
Sizce Amerika nerede yanlış yaptı?
Birçok yerde yanlış yapıldı. Teşebbüs edecekleri zaman, bize yakın birkaç Türk akademisyene dedik; "Keşke yapmasanız desek, Irak'ın toprak bütünlüğünün bölünmemesi hususunda mülahazalarımızı yazsak ulaştırabilir miyiz?" Dediler ki; "Şu anda meseleleri bu şekilde anlayacak hissiyata sahip değiller. Kararlılar. Kendilerine verilen bilgiye çok inanmış bir halleri var."
Sonra görüldü ki CIA, iyi rapor vermemiş. Demek ki bünyede öyle olmasını isteyen bazı kimseler var. Herhalde onlar yanlış bilgiler verdiler. Koskocaman bir devlet, Vietnam'da olduğu gibi maceraya girdi. Her ne kadar; "başarılı oluyoruz, demokrasiyi gerçekleştireceğiz" deseler de şimdilerde Irak'ın kaderine hâkim olunamadığını söylüyorlar. Hatta şu anda nasıl geriye dönülür, onu da kestiremiyorlar. Bazı grupları birbirine vurdurup hakemliklerini pekiştirerek mi kalsalar, yoksa geriye çekilseler mi, ya da daha ılımlı Müslümanları öne çıkarıp diğerlerinin burnunu kırsalar mı gibi, hem itibarlarını kurtarmayı, hem beklentilerini gerçekleştirmeyi düşünüyorlar.
Amerikalılara operasyon öncesi, ulaşabilseydiniz ne diyecektiniz?
Amerika bugün dünya muvazenesinde önemli bir devlet. Şimdiye kadar da demokrasisi ile tanınıyordu. Kredisini burada ucuza harcamamalıydı. Fakat o kredi ucuza gitti. İtibar kaybına uğradılar. Bundan sonra kaba kuvvetle bir şey tutsalar bile, aklıselim iki adım geriye çekilmeyi gerektirir. Kaba kuvvetin kullanıldığı yerde muhakeme tam işlemez. Beyin fırtınaları yaşanmalı, alternatif çözümler düşünülmeliydi. Irak'ın huzuru, toprak bütünlüğü bozulmamalıydı. Bölgede dengeler altüst oldu. Böyle giderse bütün bölge daha da karışacak. Orada muvazene unsuru olan Türkiye'nin rağmına, başkalarının hesabına dengeler değişti. İranlılar, Şiileri de yanlarına alarak öne çıkacaklar.
Türkiye bu dengenin bilincinde mi?
Tam olarak fark ettiği kanaatinde değilim. Çünkü Yemen'de Zeydiler vardır. Hz. Ali yanları vardır onların. Bütün Ortadoğu'da, ta Yemen'e, Afrika'nın içlerine uzanacak şekilde dengeler altüst oluyor. Türkiye bunu fark etmeli.
Irak'ın önemi nedir?
Türkiye'den sonra Irak bir Everest Tepesi gibidir. Oradan bakılınca Asya stepleri ayağının altına gelir. Bir gökkubbe gibidir. Hülagü Han'ın otağını orada kurması beyhude değildir. Abbasiler de ikinci asırdan, Hilafeti Yavuz'a devredecekleri ana kadar oradaydı. Zengiler, Selçuklular, İlhanlılar, Karahanlılar, Eyyubiler o bölgenin önemini kavradı. Doğu'yu, Uzakdoğu'yu kontrol etme oradan olur. Bugün de, hem bölgeyi hem de Uzakdoğu'yu kontrol altına alma mülahazaları var. Umdukları gibi çıkmadı hâlihazırdaki sonuç. Saddam'ın o eşedd-i zülum diktatoryasına rağmen orada Sünniler böyle bir şeyi istemiyorlardı. Keşke mesele sadece Saddam'ı devirmeye matuf olsaydı. Halkın içinden Sünni, Şii, Kürt ve Türkmen bir araya getirilerek o birlik korunsaydı. Öyle yumuşak bir idareyle, itibarı haleldar olmazdı, gerçekten de demokrasi havarisi gibi Ortadoğu'da tanınır ve sempati kazanırdı. Çok yönlü hatalar yapıldı. Artık bu işin hüsnüniyetle olduğunu bölge insanına anlatmak çok zor.
STV'deki Şubat Soğuğu'nu seyrediyor musunuz?
Seyretmeye çalışıyorum. Arkadaşların intikal ettirdiğine göre Kurtlar Vadisi de varmış. Yapım bakımından seviyeliymiş. Belki mantıki bazı boşluklar olabilir ama, Şubat Soğuğu'nda kurgular güzel geliyor bana. Türkiye'nin hâlihazırdaki durumunu, açık kapalı, organizasyonlarını düşündürüyor. Bence rical-i devletin seyretmesi lazım bu tür yapımları. İşin arkasında, perde arkasında neler olduğunu daha iyi görmelerine yardım edebilir.
Dizinin kahramanı Tahir Mutlu'da kendinizi gördüğünüz oluyor mu?
O büyük hadiselerle yaka paça olan bir adam. Öyle küçük insanlara ondan düşen şeyler neler olur, o kadarıyla belki bir benzerlik yakalayanlar olabilir.
- tarihinde hazırlandı.