Mehmet Gündem'in "Fethullah Gülen'le 11 Gün" İsimli Kitabına Yazdığı Sunuş
Okur ne yapsın…
Milliyet ve Fethullah Gülen…
Biri Türkiye'nin yarım asırlık köklü gazetelerinden.
Diğeri, hakkında çok şey söylenen, ne düşündüğü her zaman merak edilen, -kozadan kelebeğe- Türkiye'de başlatmış olduğu bir eğitim hareketini Türkiye'nin sınırlarını aşarak dünyaya yaymış, yani dünya çapında bir hareketin fikir lokomotifi derin bir şahsiyet.
İlk bakışta farklı iki dünya gibi algılanıyor Milliyet ve Gülen, 1999 Haziran'ında medyaya ve özellikle Milliyet'e yansıyan Gülen olgusu, Gülen manşetleri, haberleri, yorumları ile 2005'in başında 22 gün boyunca yine Milliyet'e yansıyan Gülen olgusu arasında çok fark var. Açıkçası sorgulanması gereken bir durum var ortada. 1999'a ve 2005'e yansıyan iki durumdan hangisi daha gerçek?
Fethullah Gülen altı yıla yakındır Amerika'da bulunuyor.
Gülen hakkında geride kalan bu süreçte, pek çok iddia ortaya atıldı. Gülen'in sağlık sorunları nedeniyle Amerika'ya gidişi ve ardından üç ay sonra Türkiye'de televizyonlarda yayınlanan kasetler onun devleti sinsi sinsi ele geçirmek istediğine delil gösterildi.
Sorulamayan Sorular…
"Kasetlerde yer alan sözleri niye hatırlatmadın?" diye beni eleştirenler de oldu. Eleştiriyi yapıtlar ama sanıyorum benim sorumu ve Gülen'in verdiği cevabı iyi okumadılar. Ya da cevabı beğenmediler, bekledikleri gibi olmadı. Hâlâ "niye sıkıştırmadın" diyebildiler.
Fethullah Gülen, "kasetlerim" demiyor, "kasetlerdeki sözler montajla çarpıtıldı" diyor ve o konuda örnekler verip, yapılan şantajdan daha önceden haberinin olduğunu söylüyor. Yani Gülen "o haliyle o sözler benim değil" diyor. Bu kadar açık ve net konuşup reddettikten sonra kasetlerdeki sözleri tek tek bir daha sormanın sizce bir mantığı var mı?
O kadar net ve açık reddedince, kasetlerle ilgili sorulacak bir soru kalmadı. Sonraki sorular da mantıken kendiliğinden düştü.
Kaldı ki röportajın geneline bakıldığında Gülen'le ilgili ortaya atılan iddialardan sorulmadık soru yok.
Ben buradaki ısrarı şartlandırılma psikolojisinin doğurduğu bir algılama zafiyetine veriyorum.
Gülen, uzun süre sustu. Konuşmadı. Bir yıl önce bir başka gazeteye mülakat verdi. 2005'in başında da Milliyet'e konuştu. Milliyet bu röportajı, "Sorulamayan soruları sorduk…" cümlesiyle duyurdu ve "Fethullah Gülen'le 11 Gün" başlığında tam 22 gün boyunca yayınladı.
Okurun Kafası Karışık…
Okurun bıraktığı izleri takip edersek…
Milliyet okurunun kafası karışık, Gülen'i sevenler ise hayrette…
Hayret ve karışıklık zaman zaman da yer değiştiriyor.
Milliyet okurunun tepkilerini ayrıştırırsak…
"Dün Gülen'le ilgili şu haberleri, şu manşetleri bize okutuyordunuz. Şimdi ne değişti…" diyenleri…
"Cumhuriyeti ele geçirmek isteyen birisiyle niye işbirliğine girdiniz? Türkiye'ye gelişine zemin mi hazırlıyorsunuz? Kaç para aldınız? Siz de satın mı aldılar…" tepkileri izledi.
"Hiç bu açıdan bakmamıştım… Aslında doğru şeyler söylüyor… Böyle tanımıyorduk… Çok ilginç…" diyenler olduğu gibi…
Fethullah Gülen'in fotoğraflarının "güzel ve estetik" kullanılmasından duydukları rahatsızlıklarını dile getirerek "sempatik ve masum gösteriyorsunuz" itirazlarında bulunanlar da oldu…
Birkaç cılız ses de, benim daha önce Zaman'da çalıştığımı, Pazar Sohbeti yaptığımı, hatta Zaman Kitap'ın kurucusu olduğumu… Ayrılıp Ilıcakların Tercüman'ında Gündemdekiler başlığında röportajlara devam ettiğimi ve ardından Milliyet'e geçtiğimi ve benim bu dehşetli gerçekleri büyük bir maharetle gizlediğimi ima ederek, müthiş ifşaatlarda(!) bulundular. Aynı heyecanla yazdığım bazı yazılardan alıntı yaparak beni "Fethullah Gülen'in müridi" olmakla suçladılar.
Bana Gelince
Ben, ne Fethullah Gülen'i ne de onun önderliğinde gelişen hareketi, -sadece şimdi değil dün de- ne iç ne de dış tehdit olarak algılamadım. Aksine, hem iç hem de dış itibar olarak gördüm. Bu fikrim halen devam ediyor. Bu hareketi, dini mototivasyonu yüksek bir sivil hareket olarak okudum, milliliğin evrensel değerlerle imtizacını gördüm, Gülen'in söz ve eylemlerinde "vatan sevgisi" önemliymiş. Ne yapmak istiyorsam zaten onu yıllardır yapıyorum…
İddiaya göre benim "ne yazdığım değil de düşündüğüm ve ne yapmak istediğim" önemliymiş. Ne yapmak istiyorsam zaten onu yıllardır yapıyorum…
2000 yılında yazdığım bir yazıya "Masumiyetin gücü şahsında tecilli eden adam" başlığını koymuş ve Gülen'e haksızlık yapıldığını vurgulamıştım.
Aradan geçen yıllar kimi haklı çıkardı, onu da hep beraber yaşayarak gördük…
Bu bilgiler ve benim biyografim yayınlanmış ve birkaç baskı yapmış kitaplarımda, zaten var. Onlara ulaşmak için özel bir çabaya gerek yok.
Bir söylentiye göre Fethullah Gülen'le röportaj yapan gazetecinin kimliğine kimse dikkat etmemiş.
Öte yandan Gülen'e ne sorulduğuna, Gülen'in ne dediğine yeterince dikkat gösterilmediğini belirtenlerin sayısı hiç de az değil!...
Bence onlar kendi ezberlerini bozma korkusuna yenik düştüler.
Bazıları da röportajdaki soruların ve cevapların netliğini flulaştırmaya çalıştılar…
Milliyet'te Fethullah Gülen'le röportaj yapacağım diye kendimi, ona karşı düşmanca kurgulama sorunda hissetmedim, hissetmem de. Ben Fethullah Gülen'e düşman değilim. Gülen'in teşvikleriyle ortaya çıkan hareketi anlamlı bulabilirim, yazılarımda bunu açık açık ifade de ederim.
Buna kimse karışamaz.
Mu müritlik değil, bağımsız ve işlevsel bir aklın, olup bitenleri nasıl anlayıp anlamlandırdığının ve bu anlama ve anlamlandırmayı kendi gerçekliği ile ortaya koyma çabasının, yani "entelektüel" bir duruşun yansımasıdır sadece.
Milliyet'teki röportaj objektif, mesleki kriterlere sadık kalınarak yapılmış bir gazetecilik ürünüdür. Birileri benden kendi kafalarındaki peşinen mahkûm edilmiş portreyi kopyalamamı istiyorsa bunu kimse için yapmam ve yapamam.
Fethullah Gülen, iddiaya bakın ki, "müridi olmayan kimseye röportaj vermezmiş…"
Oral Çalışlar, Taha Akyol, Cengiz Çandar, Reha Muhtar, Mehmet Ali Birand, Nevval Sevindi, Nuriye Akman, Yalçın Doğan…
Bu isimler ne zamandan beri Gülen'in müritleri, doğrusu çok merak ediyorum…
Ben kimsenin müridi değilim, olmadım da. Zaten Fethullah Gülen de bir şeyh değil…
Mardin, Sarıbay, Göle…
Ben Fethullah Gülen'i akıl, bilim ve sosyal veriler açısından okuyorum. Türkiye'nin önemli sosyologlarından öğrendiğim Gülen'i ve hareketini şöyle yorumlamışlardı:
Prof. Dr. Şerif Mardin: Fethullah Gülen'in çevre koşullarıyla, iman arasındaki kurduğu bağ ve buna son derece önem vermesi bence çok önemli bir nokta. Tarih, topluluk ve şahıs gibi odak noktalarını seçkin bir görüşle, iman ve dinle ilişkilendirmenin, toplum bilimcilerimiz arasında bile nadiren gördüğümüz bir yaklaşım olduğunu hatırlarsak, bu birleştirici zekânın istisnai yeri daha da netleşiyor. Gerçekten de, Gülen'in fikirlerinden mülhem kimselerde, zamanımızda az bulunan bir fedakârlığın örneklerini görmek mümkün.
Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay: Fethullah Hoca'yı anlamamı sağlayan anahtar kavram aklıma geldi: "Heroic Life". Sosyolog Mike Featherstone'a ait olan, maalesef Türkçe karşılığını tam bulamadığım bu kavram, dünyevi, sıradan ve olduğu gibi kabul edilen gündelik hayatın aksine, mücadele cesareti, zor olanı başarmak, fazilet, şeref ve şan arayışı etrafında şekillenen olağanüstü bir hayatı ifade eder… Gerçekten de, Fethullah Hoca'nın söylediklerinde ve yaptıklarında bu hayat kavrayışı son derece açıktır. Orta Asya'da yapılanlara su katılmamış bir "mücadele cesareti" ile açıklayabilir, medrese anlayışını kolej formu içine yerleştirip pozitif bilimlerde öğrencilerin gösterdikleri başarıyı sadece "zoru başarmak" olarak niteleyebiliriz. Bu çerçevede Fethullah Hoca'yı, her şeyden önce, Onun "Türkiye İslamı" veya "Türk İslamı" deyişinde simgelenen dini milliyetçiliğini "heroic" olarak değerlendirmek mümkün olur. Öte yandan, Hoca'nın İslam'a getirdiği yorumların, hem pragmatist bir yaklaşımı yerleştirmeye, hem de İslami hayat tarzını sıradanlıktan çıkarmaya yönelik olduğu görülmektedir. Şahsen, Fethullah Hoca'yı ve çevresini şehirli, kitabi; yani elitist İslam'ın temsilcisi olarak görüyorum…
Prof. Dr. Nilüfer Göle: Fethullah Gülen öğretisi, Batı modernliğini İslami muhafazakârlıkla sınamakta, manalandırmakta, daha ötesi modernliği Batı'nın malı olmaktan çıkartmak istemektedir. Medeniyet ile Batıcılığın özdeşleştiği, tevazu ile bireyciliğin zıtlaştığı, muhafazakârlık ile modernliğin çatıştığı değerler silsilesini alt üst etmektedir. Türkiye'de ilk defa muhafazakâr düşünce ile siyasi liberal hoşgörünün derin bir terkibine şahit oluyoruz….
Mardin'i, Sarıbay'ı, Göle'yi beğenmeyenler beni beğenecek değiller ya…
Ben Gülen hareketinin tehlike olduğuna dair yapılmış bir bilimsel araştırma görmedim. Çünkü bilim objektif olmak zorundadır. Raporlar ise zamanın zaman keyfileşebilir…
Zaten raporlar bir hareketi analiz etmeye yetmiyor.
Bazıları İle Mantalitem Hiç Uyuşmadı.
1999'u ben de çok iyi hatırlıyorum. Öncesi ve sonrasını da.
Sivilleşme-siyaset ve demokrasinin ülkede geniş çaplı bir kuşatma altında olduğuna kaç defa tanık olduk. Böyle zamanlarda önce, akıl hafife alınıyor ve sonra da yok derecesinde aynı akıl ipotek altında tutulmak isteniyordu. Yıllardır, yaşadıklarımıza değil de, kısa sürede üretilip bize sunulanlara inanmamız öngörülüyordu.
Ben dayatmayla oluşan böylesine "mutsuz bilinci" ve ardından gelen bir "silik bilinci" kabul edemez, o yükü taşıyamazdım.
Plana göre her şey bir düğmeyle değişecekti…
Bireyi, toplumu, sivilleşmeyi, siyaseti kuşatıp ele geçirmekti asıl hedef. Laiklik ve demokrasi havarilikleri ise bir aldatmacadan, ahlaksızca bir takiyyeden ibaretti. Kendilerine yeni çıkar ve iktidar alanları açmak için 'devlet', 'laiklik', 'demokrasi', 'yurtseverlik', 'irtica' gibi hassas kavramları hoyratça kullanıyorlardı. Ben bu çirkin takiyye hareketini, "açık toplumun düşmanları" kategorisinde değerlendirip, demokrasi ve cumhuriyet açısından ciddi bir yanılgının içinde gördüm.
Korku salarak fikirler değiştirilemiyor.
Şimdi aradan geçen yılların beni bir kere daha haklı çıkardığını görüyorum.
Nakise mi Zenginlik mi?
Bugün de bazıları Milliyet'te yayınlanan röportaj hazmedemediklerinden olsa gerek, konuyu saptırmak için; "Fethullah Gülen cemaatine yakınlığıyla tanınan bir gazeteci olan Mehmet Gündem…" diyorlar.
Bir gazeteci için toplumun her kesimindeki yakınlıkların, dostlukların, aşinalıkların ve güvene, saygıya dayanan insan ilişkilerinin varlığı bir Nakise değil bir zenginliktir.
Herkesle görüşürüm. Önemli olan ne görüştüğüm, ne yaptığım, ne sorduğumdur.
Demek ki, bazı yerlerde hâlâ "biz ve ötekiler" karşıtlığı fazlasıyla var. Ötekini yok etme üzerine kurulu ilkel bir düşünce…
Kim Örtbas Ediyor?
Gülen hakkında, "laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak" suçlamasıyla dava açıldı.
Birkaç yıl süren dava düştü…
İddialar havada kaldı…
Bu kadar ciddi suçlamalardan sonra mahkeme Gülen'e mahkûmiyet vermedi…
Savcının iddiasını ısıtıp ısıtıp gündeme getirenler, hâkimin kararını her defasında göz ardı ettiler.
Ben ne yapalım…
Savcı da değilim, hâkim de…
Varsa bir sorun devleti ilgilendirir.
Devlet kusur işliyor da, ben bunu bir röportajla örtbas mı ediyorum?..
Benim durumum mu daha zor, beni eleştirenlerin mi?
Gülen'i Sevenler…
Fethullah Gülen'i seven okurlar da –eski bilgilerinden olsa gerek- bugün Milliyet'te okudukları objektif yayından oldukça etkilendiler. Milliyet bu tavrıyla fazlasıyla şaşırttı onları. Gelen mesajların büyük çoğunluğu röportajın içeriğinden çok Milliyet'e teşekkür ifade ediyordu. Buruk bir sevinçle, Milliyet'in bu aydın, özgürlükçü, demokrat, objektif ve cesur yayınlarını kutluyor ve devamını diliyorlardı.
Yer yer sanal bir cepheleşme de oldu benim üzerimden. Okurların bir kısmı beni "işbirlikçi, hain", bazıları da "kahraman" ilan ettiler.
Ben ne "hainim" ne de "kahraman".
Sadece mesleğini kendi disiplini ve kuralları içinde sürdürmeye çalışan bir gazeteciyim.
Okuru Alıp Götürmek…
Yazı ve röportajlarımda tercih ettiğim üslupla okuru, olup bitene, insanı durumlara davet ederim bütün içtenliğimle…
Okur, konuğumla beni yalnız bırakmasın, konuğumun sözlerine dikkat kesildiği kadar onun insani gerçekliğine de şahit olsun isterim.
Okuru, hiç gitmediği bir yere götürmeyi, hiç tanımadığı bir insanla tanıştırmayı, onun acılarını, sevinçlerini anlamayı ve isterse paylaşmayı kendi adıma başarı kabul ederim…
22 gün boyunca yayınlanan röportaja yazdığım günlük izlenimlerle de bunu yapmaya çalıştım…
Şimdi medyanın içinde bulunduğu durumu aşmanın yollarından birisi olarak gösterilmiyor mu, insan merkezli gazetecilik…
İşimi ilkeli yapmam bazılarına göre suçsa, o suçu seve seve işlemeye devam edeceğim…
Neden Gülen?
Bazıları da sordular, neden Fethullah Gülen'le röportaj yapıyorsun? O kadar önemli biri mi? Ne soracaksın ki?
Kim Fethullah Gülen'le konuşmak istemez ki.
Gülen gibi kaç insan var?
O, uzun ve köklü bir geleneğin insanı… Modern çağın fikri, siyasi ve sosyal bütün dönüşümlerine de tanıklık etmiş bir insan olarak sadece düşünce ve söylem düzeyinde var olmakla yetinmiyor, bu düşüncelerin uluslar arası ölçekte fiili bir projeye de dönüştürüyor, onları hayata çağırıyor.
Bu yüzden ne düşündüğü, ne söylediği en çok konuşulan ve her zaman fazlasıyla merak edilen bir kişilik oldu Fethullah Gülen. Amerika'da geçen altı yılda kamuoyunun merakı azalmadı, aksine gittikçe arttı.
Benim de soracak çok sorum vardı…
Çünkü, bilmek, düşünmek, anlamak ve çözümlemek istiyordum…
İnsanın erdemli çabaları arasında sayarım "anlama" ve "keşfetme" yönelişini, tutkusunu…
Anlayarak eleştirmek ya da anlayarak takdir etmek…
Anlamadan, bilmeden dile getirilecek olan eleştirileri de mesnetsiz buluyorum…
Bilmeden sevmek de, bilmeden düşmanlık da körlük oluşturur.
Hangi gazeteci böyle bir imkânı yakalayacak da hayır 'ben Fethullah Gülen'le konuşmam, ona soracak sorum yok' diyecek.
Tanımıyorum ben öyle bir gazeteciyi…
Varsa da o mesleğine ihanet ediyordur bu tavrıyla…
Eksik Bir Şey Var…
Kamuoyunda çok yankı buldu ama eleştiriler yüzeysel kaldı. Dizinin yayın sürecinde büyük ölçüde bir içerik tartışması, içerik itirazı ile karşılaşmadığımı da belirmeliyim.
Ezberlerle yetinen bazı kesimlerin bilindik refleksleri bana bir şey katmadı.
Öyle ki, -düşmanlıklarında olsa gerek- Fethullah Gülen'in adını dahi doğru telafuz etmeye tahammülü olmayanların reflekslerini hiç mi hiç kaale almadım.
Dilerdim ki, tartışılsın…
Ama tartışma, başlıklara asılı kalmayıp metne, öze insin. Bilgi ve derinlik taşısın…
Demek ki tartışması gerekenlerin bazılarında ya böyle bir niyet ya da böyle bir müktesebat yok.
Beğenilen de takdir ve teşekkür düzeyinde kaldı…
Keşke hayata, olaylara ve insana çok boyutlu bakabilsek…
Teşekkür…
Bu ülkede olgular üzerine konuşmak ve alışkanlıklar dışında bakış açısı, argümanlar geliştirmek hep zordur.
Hızla kuşatılırsın…
Fakat Milliyet Gazetesi gerçekten bu süreci çatlatan bir mantalite ortaya koydu.
"Fethullah Gülen'le 11 Gün" başlıklı 22 gün süren dizinin yayını sırasında gösterdikleri titizlikten dolayı Milliyet'in yayın ekibine, başta Yayın Yönetmeni Mehmet Y. Yılmaz'a, Görsel Yönetmen Ali Acar'a, Haber Araştırma Servisi Müdürü Tunca Bengin'e, beğeni ve eleştirilerini de belli bir düzey ve üslupla, kendine yakışır şekilde dile getiren Milliyet okurlarına teşekkür ediyorum…
Zor biri işi birlikte başardık.
Gülen'in hayatından yakaladığı fotoğraf kareleriyle bu çalışmaya ayrı bir renk katan Arda Yavuz'a da teşekkürler.
Son teşekkürüm de, beni 11 gün boyunca kabul edip Milliyet'e bütün içtenliği ile konuşan sayın Fethullah Gülen'e…
- tarihinde hazırlandı.