Tevhid-i Sükûtî
Soru: Tevhid-i Sükûtî bundan sonra mı geliyor?
Cevap: Bahsettiğim bu durum, Hazreti Vacibü’l-Vücûd’un zâtına tahsis buyurduğu tevhiddir; o, evvelâ enbiyâ, sonra da asfiyâya mahsus bir mazhariyettir. “Allah’tan başka ilâh bulunmadığına şahit bizzat Allah’tır” (Âl-i İmrân, 3/18) âyeti gibi âyetlerle ifade buyrulan “tevhid-i tâmm”ı Cenâb-ı Hak, erbâbının dupduru gönüllerine ifâza eder ve onlara gönül dilleriyle bunu seslendirme imkânını bahşedip hususî bir tevhidle şereflendirir; şereflendirip o engin ihsanlarını, onların aczlerinin çehresinde daha bir derinleştirir; sonra da bu incelerden ince hususu, “Seni hakkıyla bilemedik ey Mâruf!” gibi sözlerle bir mârifet mülâhazası, bir ibadet şuuru, bir acz u fakr tavrı, bir şevk u şükür iştiyakıyla ifade ettirir; işte bu çok büyük bir mazhariyet ve hususî bir mevhibedir.
Hazreti Vâhid u Ehad’in, kendinin kendine olan şehadetini tazammun eden bu derin tevhidi, o kime duyurmuşsa o duyar; kime hissettirmişse o hisseder; duyup hissedenlerin de ya dilleri tutulur ya da onun müsaadesi ölçüsünde çevrelerine ifade edebilirler bunu. Bu mertebedeki tevhidi duyan birinin nazarında bütün delil ve işaretler renk atar; bütün varlık itibarîliğe bürünür ve edeb, insana artık “Sus” der; sus der, zira bu makam sükût makamıdır ve işte bu tevhid de tevhîd-i sükûtîdir.
İnsan, bunların hepsini vicdanında duyabilir. Evet, vicdan hissedebilir; onun hakemliğinde, kul çok farklı şeylere erer. Ama bunun için biraz mâverâîleşmek, metafizik mülâhazalarda biraz derinleşmek gerekir.
- tarihinde hazırlandı.