Ey sen!

Vazifeyle serfiraz kılındığında ilk sen gelmiştin aklına Kutlu Nebi’nin. Halini anlatacağı, derdini dökeceği en iyi dostuydun çünkü. Onu dinlerken, anlattıklarından zerre miktar tereddüde düşmemiştin; elini göğsüne vurup “seninleyim” demiştin. Sadakatin zirvesi bir “Sıddîk” olarak hicret yolunda da arkadaşını yalnız bırakmamıştın. Onun için endişelendiğin anda, “Mağaradaki iki kişiden ikincisi…” iltifatına mazhar olmuş, “tasalanma dostum, Allah bizimledir” müjdesiyle rahatlamıştın.

Merttin, yürekliydin… Yanlışa tahammülün yoktu. Müşriklerin kurnazca telkinleriyle “öldürmek” için çıktığın yoldan “hayat bularak” dönmüştün. Hak ile batılın ayrıştığı bir noktada işaret taşı bir “Faruk” olmuştun. “Karısını dul, çocuğunu yetim bırakmak isteyen varsa, takip etsin beni…” diye meydan okumuştun tehditten başka sermayesi olmayanlara… Hakkaniyetin, celâdet ve cesaretinin önündeydi ve sen, kıyamete kadar adaletin timsali olmuştun. Seni herkes heybetinle ve celalli duruşunla tanırdı ama imamı olduğun cemaat, en arka saflardan senin hıçkırıklarını duyardı. Mübarek yüzünde gözyaşlarının hâsıl ettiği çizgiler oluşmuştu…

Asil ve soylu bir ailenin çocuğuydun. Kâinatın Güneşi’ne iki defa damat olmakla şereflenmiş, “iki nurun sahibi” olmuştun. Hayânın, iffetin ve sehavetin remziydin. Beşyüz deveyi yüküyle birlikte Allah Resûlü’nün önüne bırakırken, ebedlere kadar sürecek bir infak ve himmet destanının ilk satırlarını yazıyordun…

Hane-i Saadet’e vahyin nuru düştüğünde henüz on yaşlarındaydın. Yüreğini saran ışığın tesiriyle “Böyle şey anne babaya sorulur mu” demiş ve daha o yaşta rüşde ermiştin. Canını feda edercesine sevdiğin Dürr-i Yektâ’nın yatağına onun hesabına uzanırken, korkusuzluğun ve delikanlılığın kitabını yazıyordun. “İlmin ve velayetin kapısı” olmuştun. Sahibin de seni çok seviyordu ki en sevdiği kızını sana vermişti. Ve kıyamete kadar sürecek Peygamber nesli, sana emanet edilmişti.

Arslan avcısı diye bilirlerdi seni. Karşına çıkacak bir erkek henüz anasından doğmamıştı. Bir kükreyişin bütün baykuşları kaçırmaya, saksağanları susturmaya yeterdi. En çok desteğe ihtiyaç duyulan dönemde “Ben de sizinleyim” demiş, mübarek simadaki hüzün bulutlarının bir nebze dağılmasına vesile olmuştun. Bir kaderdenk noktasındaki bu tercihin, hainlerin, zalimlerin bütün planlarını altüst etmişti. Bedir’deki kahramanlıklarını Rabb’in, Uhud’da şehadetle taçlandırmış ve sen “Şehitlerin efendisi” olarak gönüllerde taht kurmuştun.

Gençtin, yakışıklıydın, zengindin… Yürüdüğün sokaklarda pencerelerden mendiller sallanırdı. Ama sen, bütün bunlardan mahrum kalmayı göze alarak Allah Resûlü’nü tercih ettin. Yurtdışına hizmete giden ilk öğretmen oldun. Seni öldürmek hıncıyla çekilen kılıçlar, ortaya koyduğun duruşla yavaş yavaş kınlarına girmişti. Taş gibi kalpler senin anlattıklarınla bir mum gibi erimişti… Bir sene sonra yanında yetmiş kişiyle Nebiler Serveri’ni yeni yurduna davet etmeye gelmiştin. Sadakatle başlayıp hicretle sürdürdüğün kutlu yolculuğunu, çok sevdiğin Mahbub’unun yerine şehit olarak noktalamıştın.

Girdiğin hiçbir savaşı kaybetmemiştin. Müslüman olurken, kılıcınla birlikte İslam’ın bir neferi olmaya söz vermiştin. Artık sen “Seyfullah”tın. O günün güçlü ordularının tepesine bir balyoz gibi inerken kahramanlığın resmini çiziyordun. Bir gün görevden alındığında bunu hiç dert etmedin. Komutan olmakla nefer olmak arasında hiçbir fark görmüyordun. Yıllarca ordular başkomutanı olarak görev yapmıştın ve geriye sadece bir kılıçla bir at bırakmıştın.

Bir postahanede memurdun. Dinsizliğin, ilhadın, küfrün kol gezdiği bir asırda tanıştığın Nurları, en büyük zenginlik bilmiştin. Ciddiyetin, vefanın, sadakatin ve ihlasın ete kemiğe bürünmüş haliydin. Tevazuunla, sade hayatınla “saff-ı evvelin” en büyüklerinden olmuştun. Dünyaya hiç meyletmemiş, küçücük bir odada yamalı ceketinle hayatını sürdürmüştün. Nur talebesi dendiğinde akla ilk gelen sen olmuştun.

Küçücük bir köyde neş’et etmiştin. Rabb’inin lütfuyla tanışmıştın Nurların Üstad’ıyla… Saflardan saf, temizlerden temiz, tahirî ve dupduru bir hayat yaşadın. İmanda öyle derinleşmiştin ki, namazdaki haşyetin ciltlerle kitaptan daha fazlasını anlatıyordu insaflı nazarlara. Eserlerin matbaada basılması, yüz binlere ulaştırılması söz konusu olunca hiç tereddüt etmeden köydeki bütün varını yoğunu satmış, Üstad’ının önüne koymuştun. O’nun yüzündeki tebessümden çok “mutlu” olmuştun.

Cami kürsülerinin önünü mesken tutmuştun. Hatibi keşfetmiştin zira. Konuştuklarının tek bir harfi bile zayi olmasın istiyordun. Elinde sandık gibi kocaman teybinle cami cami, diyar diyar dolaşıyordun Söz Sultanı’nın ardından. Onun bu konudaki itirazlarına kulak asmıyordun. Kasetleri teker teker çoğaltıyordun. Gelecek nesillere ilim, irfan, iman, ihlas, aksiyon ve ihsan dolu bir hazine bırakmıştın. Şimdilerde o hazineden Irmaklar çağlıyor Cihan’ın her tarafına…

Kürsüdeki gözü yaşlı, gönlü hüşyar genç adama vurulmuştun. İlklerin sıddîki gibi, yumruğunu göğsüne vurmuş, “buradayım” demiştin. Gideceği her yerde önünü açmış, yanında olmuştun. Kahveler kapatmış, kamplara kilometrelerce yürüyerek erzak taşımıştın aylar, yıllar boyu…

Çok heyecanlıydın. Hizmet dendiği zaman yerinde duramıyordun. Bir kişiyi daha kazanmak derdiyle aylarca sabırla bekliyordun. Hicret yolları açılınca da ilk gidenlerden olmuştun. Gittiğin ülkenin her bir köşesine sevdasını taşıyan bir “Hacı ata” idin. Maşukunla gönül telinden konuşuyor, dakikalar boyu gözyaşları döküyordunuz… Sana bir gün “Gel, senin de benim de bu dünyada dikili bir ağacımız kalmasın” dediğinde hiç tereddüt etmeden neyin varsa getirmiştin. Ehline Allah ve Resûlü’nü bırakmıştın. Yüz binlerin omuzlarında ruhunun ufkuna uğurlanırken geriye, hicret ettiğin beldedeki bir misafirhanede üzerinde yattığın kanepe kalmıştı…

Çok iyi bir üniversite bitirmiştin. Mühendis olabilir, büyük miktarda maaş alabilirdin. Dünyanın herhangi bir yerinde Hakk’a hakikate muhtaç gönüller olduğunu duyduğunda, elinin tersiyle itmiştin dünyayı ve içindekileri. Makam da, para da, paye de umurunda değildi. Nereye gideceğinin hesabını yapmadan düştün yollara. Ne alamadığın maaşlar, ne gittiğin yerlerdeki birtakım aksilikler, hastalıklar seni yolundan döndüremedi… Nakış nakış edep, hayâ, iffet, sevgi ve kardeşlik ördün âlemin her yanına…

Dünyanın her yerinde gördüğün ilklerin mezarlarını örnek aldın kendine. Geriye dönmeyi düşünmedin asla… Bazen bir hizmetten dönerken trafik kazasında, bazen sana emanet edilen talebeyi kurtarmak için atladığın nehirde tattın şehadeti. Bir imza olup düştün o topraklara.

Her taraftan yükselen “kimse yok mu” çığlıklarına, “biz varız” diyerek koştun yangına koşan tulumbacılar gibi. Söndürmek için yanmayı göze almak gerekir, biliyordun. Bu yüzden bayramları evinde geçirmeyi ayıp saydın. Dünyanın her yerine TIR’lar, uçaklar dolusu samimiyet, hasbîlik ve fedakârlık taşıdın. Muhtaç talebelere burs denince akla ilk gelen sen oldun. Bazen servetini oluk oluk akıtan bir zengin, bazen maaşını alır almaz hizmetin hakkını ayıran bir işçiydin. Sohbetlere bir insan daha getirmeyi, servetini vermekle eş tutuyordun. Üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlı bir işti bu, inanıyordun.

Seni bir de hakikatin sesi olarak gördük meydanlarda. Başkalarının başlarını öne eğip yüzlerini saklayarak gittikleri nezarethanelere iki elin havada, düğüne gider gibi gitmiştin. Sevdiklerin seni “Allah’a emanet” etmişlerdi. Dünyaya meylin, dünyalıklara eyvallahın yoktu. Zulmün karşısında dimdik durmuş, hakikat nasıl temsil edilir göstermiştin. Adalet dağıtmakla yükümlü olanların yüzüne adaletsizliklerini haykırırken, Üstad’ının yolundan gidiyordun. Korkmak yerine Yusuf’lar diyarından sevenlerini teselli edecek mesajlar yolluyordun. Korkusuzluğun, cesaretin ve yiğitliğin numunesi oldun.

Ey sen! İster Hacı Kemal ol, istersen Pekmezci… İster Tatlı bir Âdem ol, isterse Çağıldayan bir Erkan… İster Hidayet olsun adın, isterse Ekrem… Her kimsen bil ki, Rabb’im seni ilklerin hemen arkasında haşredecek…

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/suleyman-sargin/ey-sen_2271136.html

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.