Dürtü, vesvese, tesvil, şüphe, tereddüt ve inkâr

Böyledir diye bir iddiam yok; onu konunun uzmanlarına sormak lazım ama benim Fussilet Sûresi 36. ayetinin tefsiri okunurken Hocaefendi’nin yorumlarından anladığım şey bu oldu. 2013 Ramazan’ın ilk yarısındayız. Sahur ve sabah namazını takip eden saatlerde yapılan tefsir derslerini kolluyor herkes. Şeker hastalığına rağmen günde 17 saati bulan orucu tutmada gösterdiği çaba, Hocaefendi’nin meşguliyetlerini asgariye indirmeyi gerektiriyor. Fakat dün geçirmiş olduğu hipoglisemi Hocaefendi’yi derinden etkilemiş. Bunu halk tabiriyle “üzerinden kamyon geçmiş” insan misali yorgun bir vaziyetteki oturuşunda gözlemlemeniz mümkün. Hani “ben olsam” derler ya, ben olsam bu vaziyette derse çıkmam. Ama o çıkıyor. Öleceksem ders halkasında, vazife başında öleyim düşünce, inanç, azim ve kararlılığında olan bir insandan başkası da zaten beklenemez.

Bunu anlatmamın sebebi; bedeni olarak bulunduğu bu pozisyona rağmen sıra tefsire gelince 20’sinde delikanlı misali sanki hiçbir şeyi yokmuşçasına devrede Hocaefendi. Dikkati, yorumlarına yansıyan muhakemesi, atak ve cevvaliyeti en sağlıklı olduğu günlerden bir farklılık arz etmiyor. Sübjektif bulabilirsiniz bu tespitimi; onun için isterseniz bana göre diyeyim. Bana göre dünden, daha önceki günden hatta kendisini ilk tanıdığımız ve ders halkasına oturduğumuz 48 yaşında olduğu dönemlerden hiç farkı yok.

Bu ortam tasvirinden sonra yazıya başlık yaptığım hususa geçeyim. Ayetin meal-i münifi şu: “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, her şeyi hakkıyla işiten ve bilendir.” “Dürtme” diye ayette geçen kelimenin aslı “nezg.” Türkçe meallerde bu kelimenin ifade ettiği mana derinliği çokları tarafından gözetilmemiş. Birçokları vesvese demiş; bazıları kışkırtma demiş, fitleme diyenler de var. Arapça tefsirlerde de aynı şey geçerli. Bütüncül bakış yakalanamadığı için olsa gerek, vesvese, şüphe, tereddüt manaları veriliyor nezg’e.

Bir grup sahabe, Allah Resulü’ne (sas) gelir ve der ki: “İçimizden öyle şeyler hissediyoruz ki, herhangi birimiz bunu söylemeyi bile günah kabul eder.” Efendimiz, “Gerçekten, böyle bir şey hissettiniz mi?” diye sorar onlara. Aldığı evet cevabı karşısındaki beyanı ise şudur: “Bu, imanın ta kendisidir.”

Sabırla dinledi Hocaefendi. “Şu meal ne diyor, bu meal ne diyor?” dedi. Dediği meallerin hepsi okundu. Hiçbirisi içine sinmedi; belliydi bu. Nihayet kısa çaplı bu araştırmalar bitince kendi kanaatlerini söylemeye durdu. Hem usul, hem Rabb’imizin meramını anlamada hassasiyet hem de Kur’an’a mahruti bakışın delili olarak bunu çok önemsedim; zaten önemsediğim için yazı konusu yapıyorum.

“Nezg’e dürtü manası verebiliriz. Allah’ın Zâtı, sıfatı, esması hakkında gelip geçen anlık bir şey bu.” Hocaefendi’ye göre dürtünün bir adım ötesi vesvesedir. “Vesvese ise sürekli insanı içine çeken vakum gibidir.” dedi. “İyi şeylerde de olur, kötü şeylerde de.” Mesela; “namazım oldu mu, abdestim tamam mı, dirseğime su değdi mi?” de olacağı gibi Zât-i Bâri’ye uygun olmayan ve süreklilik arz eden düşünceler de vesvesedir.”

Şimdi burada bir dakika soluklanalım; “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın.” ile “Eğer şeytandan gelen bir vesvese seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın.” mealleri arasında dağlar kadar fark var, nezg kelimesine verilen bu mana farklılığına göre. Hocaefendi’nin nezg kelimesine verdiği bu manaya göre ayetin bizleri uyardığı ve emrettiği şey; zaman diliminin en küçük parçası neyse, o kadarcık olsun böyle bir dürtüye muhatap olursanız hemen Allah’a sığınmaktır. Böylece istiâzenin yeri, zamanı ve önemi ayrı bir mana kazanıyor insan zihninde.

Hocaefendi devam etti yorumlarına: “Vesvesenin bir adım ötesi ise tesvildir. Tesvil, kötü bir şeyi tezyin ederek, süslü göstererek aldatma demektir. Kur’an bunu Âl-i İmran Sûresi’nde kadınlar, oğullar, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşler, sağmal atlar, hayvanlar, ekinler olarak örnek verir ve ardından züyyine der; yani güzel gösterildi. Halbuki bunlar ayetin ifadesiyle ‘dünya hayatının geçici menfaatleridir.’” Bunları ifade ettikten sonra Hocaefendi dedi ki: “Dikkat edin bunlar bir fiil değil, çağrıdır, davettir; çağrıya uyan ve fiili yapan kuldur.”

Bundan sonrası malum; şüphe, tereddüt ve inkâr. İşte inkâra kadar uzanan bu yolda nezg yani dürtü safhasında gösterilecek tepki, alınacak tutum çok önemlidir. Zira sonraki adımlarda insanın kendisini vakuma kaptırıp kurtaramama ihtimali de vardır. Buna da işaret etti Hocaefendi. Zât-ı Bâri hakkında aklına gelen ve sahabeye yüksek bir tepeden yuvarlanıp gitseydik temennisini yaptıran vesvese ile alakalı. Hadise şu: Bir grup sahabe, Allah Resulü’ne (sas) gelir ve der ki: “İçimizden öyle şeyler hissediyoruz ki, herhangi birimiz bunu söylemeyi bile günah kabul eder.” Efendimiz, “Gerçekten, böyle bir şey hissettiniz mi?” diye sorar onlara. Aldığı evet cevabı karşısındaki beyanı ise şudur: “Bu, imanın ta kendisidir.”

Artık devam edecekti; bitirirken şunları dedi: “Şeytan, imanı kemal noktasında bulunanlarla çok uğraşır. Şeytanın insanla uğraşması o insanın Allah’a yakınlığı ölçüsündedir.”

Ders bitti. İki gün önce yapamadığımızı bugün yapalım diye düşündü can dostum ihtimal. “Yıldızlı Semanlar Altında İbadet” başlığı ile yayımlanan Aliyyü’l-Kâri’nin tefsirini öpme hadisesindeki yorumumu kendisine okudu. Birçok okuyucu e-postasında da sordu zaten bu soruyu bana, okudunuz mu diye. Evet, okuduk ama iki gün sonra. Temkin ve teyakkuz ufkunun insanına yaraşır bir halde dinledi kendi yazdıklarını; 1995’te yani tam 18 yıl önce kaleme aldığı düşüncelerini. Vakar ve ciddiyet, onun insan üzerinde hasıl ettiği mehafet ve mehabet gözlemlenebilir hatta bir adım ileride elinizle tutabileceğiniz bir mesafede duruyordu sanki. “Allah öyle eylesin. Onlar gökyüzünün necm’leri (yıldızları), bunlar da yeryüzünün. Kur’an’a gelince o hem yeryüzünün hem de gökyüzünün necmidir.” dedi ve Nahl Sûresi 16. ayetini okudu: ”... Daha nice alametler. Onlar yıldızlarla da doğru yolu bulurlar.”

Kalkacaktı artık. “Bir gün de böyle geçti. Hesabını sorup mükâfat mı verirler, mücazat mı verirler, belli değil. Burada bizim kendi kendimize yaptığımız takdirlerin kıymeti yoktur. Oranın kıymeti, takdiri önemlidir. Bugün iyi yaptık deseniz, o amelin nurunu söndürür, ruhunu öldürürsünüz. Bir tek kelimesi ile binlerce insanı pervane gibi etrafında döndürse bile kendini yerden yere vurmayan bir insan hiçbir şey ifade etmez. Âhâd-ı nastan insanlarız bizler. Bu düşünceyi tabiatımızın sesi soluğu haline getirmeliyiz. Aksi halde kaybederiz ve buna da kazanma kuşağında kaybetme derler.”

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.