Dirayet ve Hoşgörü: Fethullah Gülen'in Düşünceleri
7 Temmuz (2005) tarihinde, Londra ulaşım sistemine, Birleşik Krallık'ta büyüyen Müslümanlar tarafından düzenlenen saldırı; hükümeti, birçok Müslüman'ı ve sivil toplumun büyük bir kesimini şoke etti. Bunun sonucu olarak, Birleşik Krallık'ın "çokkültürcü" politik anlayışı yoğun bir şekilde sorgulanmaya başladı.
Siyasetçiler ve sivil toplumun bazı kesimleri, Müslümanlar arasında algılanan bir "ayrılıkçılık" olduğunu ortaya koydu, ortak değerlere ve sosyal uyuma olan ihtiyacı vurguladı ve "ılımlı İslam"ın ve "ılımlı Müslümanlar"ın desteklenmesi gerektiğini savundular. Ancak, "iyi" ("liberal" veya "modernist" olarak kabul edilen) ve "kötü" veya "şüpheci" ("gelenekçi", "radikal" veya "fundamentalist" olarak görülen) Müslümanlar ve İslam'ın diğer formları arasındaki basite indirgeyici ayrımların meşrulaştırılması durumunda, dinî motivasyonlarla gerçekleştirilen terörist faaliyetlerin kınanmasının, dinî muhafazakarlığın ve/veya radikalliğin suç olarak veya en azından sosyal marjinalleşme olarak görülmesine sebebiyet verme tehlikesi bulunmaktadır. Bu yaklaşım, toplumun gelişimine yönelik kapsayıcı yaklaşımların önünü kesecektir. Bunun yerine ihtiyaç duyulan şey, hükümet, Müslümanlar ve sivil toplumun büyük bir kesimi için hem bir kaynak, hem de bir teşvik sunabilecek, esas itibarıyla İslamî olan yaklaşımlardır.
Bu tür kaynak ve teşvikler, Fethullah Gülen'in öğretisindeki düşüncelerde bulunabilir. Gülen, İslamî temellere dayanarak, din adına yapılan terörizmi kınamaktadır. Gülen birikimi, gelişmiş Müslüman Osmanlı medeniyeti mirasına dayanan, hem ideolojik "sekülarizm" hem de siyasi "İslamcılık" ile bağlantısı olan Türkiye Cumhuriyeti'nde İslam'ın siyasi olarak kullanılmasının eleştirilmesi gerektiğini öne sürmektedir. Öte yandan, Gülen, günümüzdeki Birleşik Krallık bağlamında olumlu bir katkı sağlayabilecek, dirayet ve hoşgörünün karakterize ettiği belirgin bir İslamî vizyonla Müslümanların faal olarak toplumun daha geniş kesimleriyle (ister dindar, isterse laik olsun) bütünleşmesi gerektiğini dile getirmektedir. Pragmatik bir bakış açısıyla değerlendirilse bile, genç Müslümanların dünyayı son derece ayrılıkçı usullerle değerlendiren anlayışlara kapılmalarını engellemek için en iyi ihtimal, özünde İslamî olan yaklaşımların hükümete, Müslümanlara ve toplumun geniş kesimlerine hem hoşgörü hem de teşvik için bir kaynak sunmasıdır. Bu tür bir kaynak, Türk Müslüman âlim, Fethullah Gülen'in öğretilerinde ve onun öğretileri etrafında bir araya gelen hareketin ve topluluğun uygulamalarında bulunabilir. Gülen, idealize edilmiş bir geçmişe karşı duyulan özlemleri, günümüzdeki İslam'ın zayıflığına bir çare olarak görmemektedir. Bunun yerine, Gülen bazı Müslümanların dünyayı; dâr-ül İslam ve dâr-ül Harb arasında neredeyse Manikhean düalizmine benzer bir tarzda epik ve askerîleşmiş küresel bir mücadele olarak görmesine neden olan küresel ve tarihî bağlamın açık ve net bir analizini sunmak istemektedir.
Öte yandan, Gülen'in öğretileri İslam'ın siyasi olarak kullanılmasının eleştirilmesi gerektiğini öne sürmektedir ve Müslümanların, günümüzdeki Birleşik Krallık bağlamında olumlu bir katkı sağlayabilecek, dirayet ve hoşgörünün karakterize ettiği belirgin bir İslamî vizyonla, faal olarak toplumun daha geniş kesimleriyle (ister dindar, isterse laik olsun) bütünleşmesi gerektiğini dile getirmektedir. Gülen ve öğretilerinin önemli ve potansiyel olarak yaratıcı olan noktası, savunduğu "orta yol" anlayışının sadece "uzlaşma" yolu olmaması; bu yöntemin geleneksel İslam'ın uygulanışına ve anlayışına ve İslam'ın kendisinin "orta yol" olarak tanımlandığı bir bağlama dayandırılmış olmasıdır.
Hakan Yavuz'un da daha genel olarak özetlediği gibi: "Gülen'in İslam'ın kaideleri hakkındaki görüşleri, liberal olmaktan uzak bir biçimde pragmatik ve günceldir." Bunun nedeni tam olarak Gülen'in öğretisinin daha geleneksel eğilimli Müslümanlara hitap edebilmesi ve doğrudan İslamî kaynaklardan ve Osmanlı tarihinden beslenmesidir; dolayısıyla popülist ve modernist bağlamda "liberal" sayılmaz. Aynı zamanda, bu öğretinin bağlamsal odak noktası; bu tür gelenekçiler ve daha çağdaş ve laik bakış açısına sahip kimseler ve aynı zamanda diğer dinlere inananlar arasında diyalog ihtimalini artıran şartlara katkı sağlamaktadır. Başka bir deyişle Gülen, zengin ve kökleri derin, dinî bir bütünlüğün gücüne verilecek desteğin, ayrım gözetmeyen terörün yayılmasına neden olan dünyanın ayrılıkçı ve Manikhean görüşlerine meydan okuyabilecek bir engel olarak ortaya çıktığı bir toplum çağrısı yapmaktadır. Bu prensip olarak, kuvvetli bütünlüğü vasıtasıyla, kapsayıcı bir hoşgörünün gelişimini destekleyecek bir perspektiftir. Bu şekilde, Gülen hoşgörüye ve ortak iyilik paydasına bir katkının gerçekleşmesini kolaylaştıran İslam'ın bir portresini yansıtmaktadır. İslam ve Müslümanlar bu tür bir katkıyı, günümüzde Birleşik Krallık'ta olduğu gibi çok-etnik yapılı, çok-kültürlü ve çok-dinli bir toplum içerisinde sağlayabilir. Tam dünyanın bu köşesindeki dönüşüm döneminde, Fethullah Gülen'in öğretileri böylesine önemli bir rol oynayabilir. Çünkü Gülen "durumu İslamî zeminde değerlendirmesini bilen" bir kişidir ve bu nedenle, "kızgın genç insanların dinî coşkusunu" şiddetli ve neredeyse Manikhean çatışmacılık anlayışından kendini eleştiriye yönelik bir yenilenmeye çevirebilir. Gülen'in öğretisi "modernist" değildir; dolayısıyla, kesinlikle sekülarizme bir "alternatif" olarak değerlendirilemez. Aynı zamanda, birçok insanın kastettiği mânada "reformist" de değildir. Gülen'in öğretisi, yürekten bir katkıdır ve bu öğretinin temel hedefi, Müslümanların İslam'ın kaynaklarıyla derinden bütünleşerek yenilenmesidir.
Elbette, Gülen'in öğretisinin Birleşik Krallık'ta etkili olma ihtimali bazı nedenlerden ötürü düşüktür. Öncelikle, Birleşik Krallık'ta İslam'ın yüzünü ve örgütlenmiş Müslüman cemaatler, özellikle Londra'da nüfusları oldukça fazla olsa da genel anlamda Türkler (veya Araplar) yerine Güney Asyalıdır. Ancak Türkiye'nin Avrupa kıtasıyla önemi gittikçe artan ilişkisi ve gelecekteki muhtemel bir Avrupa Birliği tam üyeliği göz önünde bulundurulursa, bu miras büyük ihtimalle Avrupa'da Müslüman kimliğin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynayacaktır. 7 Temmuz saldırıları sonrasında İslam ve Müslümanlar için dönüşüm bağlamında Gülen'in öğretisi, İslam'ın ve Müslümanların terörizm ve aşırılık ile denk tutulmasına karşı, güven verici ve dinç İslamî bir temel sunabilir.
Profesör Paul Weller, Derby Üniversitesi'nde dinlerarası ilişkiler profesörü ve aynı zamanda aynı üniversitede Multi-Faith Merkezi başkan yardımcısıdır. Bu yazı profesör Weller'in 25-27 Ekim tarihleri arasında Londra'da düzenlenen "Değişen İslam Dünyası: Gülen Hareketi'nin katkıları" başlıklı konferanstaki tebliğinden alınmıştır.
- tarihinde hazırlandı.