"Işığa Gönül Vermiş Bu Yiğitler"
Kader, bazen eski ile yeniyi bir arada koyuyor önümüze. Eriyip, yok olmakla, varlık içinde varlık cilveleri gösterebilmenin sebepleri yan yana arz-ı endam ediyor o zaman. Geçen hafta, körlerin bile gözüne batacak kadar açık bir misali yaşandı bu mevzuun.
Bir cami vardı uzakta. İnanmış insanların kim bilir hangi samimi duygularından doğmuş; hangi canhıraş gayretleriyle taş taş vücuda gelmişti. Arzın ezan sesine hasret diyarlarında, bir zaman secde edenleri bağrına bastıktan sonra kapısına kilit vurulup, önüne de bir köpek bağlanmıştı.
Etrafında az da olsa Müslümanlar vardı aslında. Önünden geçerlerdi o caminin. Etrafından sızan sulara ve kapısının önüne bağlanan köpeğin açlıktan ölecek haline şahit olurlardı gelip geçerken. Ama kimseyi pek de alakadar etmiyordu bu durum. Onlar içine düştükleri ihtilafın kavgasını verirken, o kavganın ateşiyle neler kaybettiklerini fark edemez hale gelmişlerdi.
Zenginleri de vardı, eşraftan olanları da... Ama ihtilaf rüzgârlarını kesmiş, kendi elleriyle mescitlerinin kapısına kilit vurup, önüne köpek bağlarken bile durup, düşünemez hale getirmişti onları.
Geçen hafta bu öksüz caminin zincirlerini uzaktan gelen üç-beş insan açtı. Yorgunluk ve yolculuk hali gözlerinin etrafına halka gibi bağdaş kurup oturmuştu ama onlar duracak gibi değildi. Çantalarını ellerine alıp çıkmışlardı bir kere Türkiye'den. Gittikleri yerde bolluk ve bereket bulmuş, Allah'ın (cc) vaadini yerine getirişine doğrudan şahit olmuşlardı.
Onları dinlerken, bir zamanlar Uzakdoğu'ya giden Müslüman tacirler tülleniyordu gözlerimizin önünde. Mal satıp, para almıyorlardı sadece, insanların gönüllerini de alıyorlardı. Tezgâhlarındaki mala gelenler, asıl kıymetin tacirlerde olduğunu fark etmekte gecikmemişti. "Havariler gibi ahd-ü peymanlı / Nam-u nişan bilmez bir başka şanlı" bu insanlarla, müşterileri arasında, bedeli dünyada ödenemeyecek bir alışveriş başlamış ondan sonra.
Bazen bir kelime kocaman bir dünyanın kapılarını aralar ya, onları dinlerken işte öyle oluyorduk. Bir yerden sonra ne dediklerini duyamaz hale geliyor ve "Allah'ım buralara da..." diyerek hayallerimizin uçsuz bucaksız dünyasına gömülüyorduk.
Kilitli bir cami, cemaatin iki yüzünü bir araya getirmişti. Bir tarafta sudan sebeplerle birbirine düşen ve belediyenin tadilat için ayırdığı fonları bile çarçur ederek camiyi garip bırakanlar vardı. Diğer tarafta ise başkasından medet ummak şöyle dursun, gerekirse camiyi sırtında taşıyacak kadar gayret sahipleri vardı.
Biri Müslümanlığın gecesi, diğeri de gündüzüydü aslında. Şükürler olsun ki gecenin sona ermeye, gündüzün de günlük güneşlik yüzünü göstermeye hazırlandığı saatlerde olduğumuzu biliyoruz. Alaca karanlık bizi korkutmuyor, ümitlendiriyor.
Yer kavgası verenlerin sıkıntısına inat, yurtlarını terk edebilenler, Allah'ın ne imkânlar yarattığını görmenin şevkiyle daha da bir geriliyorlar. Yerlerini, yurtlarını Allah için terk edenlerin, ne yerler ve yurtlara kavuştuğunu görmek, onları seyyar ve âlemî kılıyor. Fabrikaları, ofisleri bağlamıyor onları, aksine daha da dünyaya açılmaya teşvik ediyor. Gözlerini "Işığın Göründüğü Ufka" dikmiş bu civanmert tacirler, cesaret ve cevvaliyetleriyle bizleri şiirin halâvetli dünyasında gezdiriyorlar:
"Işığa gönül vermiş bu yiğitler,
Bir gece sonsuza yelken açtılar.
Işığa gönül vermiş bu yiğitler,
Geçerken her yere nûrlar saçtılar."
- tarihinde hazırlandı.