Millet Demeye Dilim Varmıyor, Bunlar Başka Bir Tür!

ETÖ denilen yapıyı temsil standardını kusursuz olarak yerine getirebilme evsafına sadece üç kişi sahip bence. Bunlar halkın sevincine üzülüp kederine seviniyor, devletin onurunu korumayı Atatürkçülüğe ters yorumluyorlar. Ve bu insanlar hâkim ve savcıları mahkemede itham edip yaftalıyorlar.

Dünyanın gözleri önünde cereyan eden hadiseleri, âlemi kör ve sağır kabul ederek bambaşka göstermeye kalkmak kolay değildir. En azından çok az kişinin başarabileceği bir iştir. Sadece özel yeteneklere sahip olmak yetmez; öncelikle vicdandan feragat edip insanlık denilen imtiyazlı varlık kategorisinden isteyerek çıkmayı gerektirdiğindendir!

İki örnek olay var karşımızda. Birincisi, ETÖ denilen Ergenekon Terör Örgütü davası. İkicisi de İsrail'in Gazze'de yaptığı katliam. Ümraniye'de bir eve yapılan baskında ele geçen silahların izini sürerek ilerleyen dava, Ergenekon isimli bir örgütün varlığına kadar ulaştı. Böylece Ümraniye davası, Ergenekon davasına inkılap etti. Ve biz mahkeme sürecinde neler gördük neler… Bir taraftan dava görülürken diğer taraftan yeni isimlere ulaşılarak onların da alınması dava sürecinin henüz başında olduğumuzu gösteriyor. Yani kim bilir daha nelere şahit olacağız!..

Bu davanın birçok sanığı var. Üst düzey devlet görevlerinde bulunmuş kişilerden emekli orgenerallere kadar… Ama bunlar arasında özellikle üç kişi var ki bence ETÖ denilen yapıyı temsil standardını kusursuz olarak yerine getirebilme evsafına sadece onlar sahip. Sabih Kanadoğlu gibi yakın geçmişte tesiri açıktan görülenler bile onlarla kıyaslanınca ancak ETÖ'nün yararlandığı isimler arasında yer alabilir.

İçeriye alınışları, tepkileri, yazdıkları yazılar ve tavırlarıyla hem taraftarlara hem de mahkemeye vermek istedikleri yönün ortaklığı bu üç kişinin diğerlerine hiç benzemediğini gösterdi.

Onlar İlhan Selçuk, Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük… Bu üç insan, görkemli ve çözünürlüğü çok yüksek üç monitör gibi duruyor. Tek bilgisayara bağlı üç monitör gibi…

Selçuk'un tepkilerini "Benim bu ayak takımıyla ne alakam olabilir ve siz kim oluyorsunuz ki beni alıyorsunuz?" cümlesiyle özetlemek mümkün. Bir taraftan kulağı küpeli ve uzun saçlı polisin şahsında emniyet mensuplarının aldığı müspet mesafeyi takdir ederken, diğer taraftan da abanın altına ihtiyaç duymadan sopa gösterdi. Dava ilerledikçe öfkesi arttı, temkin ve tedbirini, netameli konularda fıkralar uydurarak hukuki takibe takılmaktan kurtulma yöntemlerini bırakıp doğrudan yazmaya başladı.

Anlaşılan müspet gelişmeler sadece Emniyet'te değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin birçok kurumunda eş zamanlı gerçekleşmişti. Mesela, Cumhuriyet'in savcıları "taraf ve karşı taraf" ayrımlarını aşmış, "vatandaşları hukuk karşısında eşit" görmeye başlamıştı. Yoksa İlhan Selçuk gibi ekselanslara ilişilebilir miydi? O ki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e akıl hocalığı yapmıştı. Başbakanları pijamayla karşılamayı onlara verilmiş bir ihsan sayan Aydın Doğan'ı bir mektupla hizaya getirmişti. Ve o adam ki sorgudan sonra Amerikan Hastanesi'ne gittiğinde, Koç Holding'i neredeyse bir ömür idare etmiş Sayın Kıraç tarafından kapıda karşılanmıştı!

Bakın şu işe şimdi! Devletin tepesine akıl hocalığı yapan, devlet gibi adamları iki satır çizittirip hizaya getiren adam, genç bir savcı tarafından istintaka tabi tutulup mahkeme tarafından hakkında tutuksuz yargılanma kararı verilmişti.

Doğu Perinçek'in reaksiyonları da tıpkı İlhan Selçuk gibi kendisini müstesna gören insanlara hastı. İçeriye alındığını bilmeyenler, polislerin arasında giderken söylediği sözleri dinleseydi Perinçek'i savcı, mahkeme heyetini sanık zannederdi. Hem de ifade edilemeyecek büyüklükte cürümler işlemiş bir sanık!... "Suçlarını büyütüyorlar." diyordu Perinçek! Ve bu yükseklerden bakma tavırlarını hiç değiştirmedi. Önce Tuncay Güney ismini ortaya atıp F tipi bir operasyonla karşı karşıya olduğunu söyleyerek mahkemeyi işleyemez hâle getirmeyi denedi. Güya devletin mahkemesinin elinde Güney'in 2001'de emniyette alınan ifadelerinden başka bir şey yoktu! Hakkındaki iddialar okundukça "Bu Tuncay'ın ifadelerinde yok" türünden tepkilerle bilgiçliğini sürdürdü. Tuncay Güney televizyonlara çıkıp, ikaz etti: "Doğu Ağabey beni konuşturmasın!"

Perinçek iddialarını sürdürünce Güney tekrar konuştu ve çok ilginç bir itirafta bulundu: Doğu Perinçek ve örgütü yabancı ülkelere yalan haber servisi yaparak Türk vatandaşlarının alın teriyle biriktirdiğiyle yabancı ülkelerde açtıkları okullarda silah ve uyuşturucu olduğunu bildirmiş. "İddia" değil, "itiraf" dedim, çünkü muhtemelen o ülkelerdeki bağlantılarından öyle teminatlar alıyorlardı ki PKK yandaşı Fırat Haber Ajansı vasıtasıyla okulların kapatılacağına dair haber servisleri yapılır, bu haberler büyük bir sevinçle Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanırdı. Ama olmadı (Burada Perinçek'in Apo'ya gül takdim ettiği resmi hatırlayalım lütfen). Yalancının mumu yatsıya kadar bile yanmadı. Galiba temas noktaları da tıpkı Perinçek örgütü gibi kirli işlere bulaşmış kesimlerden oluşuyordu ki inandırıcı bulunmadılar. Ya da yapılan araştırmaların Perinçek ve örgütünü tekzip ettiğini gördüler. Türk insanının bin bir zahmetle açıp canhıraş gayretlerle oluşturduğu sevgi halelerini boğma umudu kursaklarında kalmıştı. "Boğma" kelimesini kullanmam, Perinçek'in mahkemede söylediği "Mahkeme dediğin Yassıada gibi olur!" sözünden mülhem… Yani uzun uzun araştırıp delilleri incelemeye ne lüzum var. Tutup, tutup asarsın; olur biter!...

Perinçek mahkemede kalkıp "Yazıklar olsun bana ki bu hükümeti yıkamadım" dedi. "Yahu sen de bu sözü ciddiye mi aldın." diyen çıkabilir. Evet, bendeniz bu söze fazlasıyla inandım. Çünkü Perinçek'in 22 Temmuz seçimlerinden önce Zaman Gazetesi'ni ziyareti herkesi şaşırtmıştı. Şaşkınlığı gidermek isteyen Perinçek yaklaşık olarak şunları söylemişti: "Bunda yadırganacak bir şey yok. Ben yakında başbakan olacağım; ilk iş olarak da Zaman Gazetesi'ne el koyacağım!" İşte Ergenekon sanıklarının "Aydınlık Türkiye"si bu!...

Yalçın Küçük'e gelince o bambaşka birisiymiş! Adamcağız sorguya alınınca birden bire "Çok saygın bir bilim adamı oldu." Apo ile sarmaş dolaş oluyor; tık yok. Devlet sırrını Apo'ya uçuruyor; terörle mücadele için canlarını ortaya koyanlardan bir ses yok! Apo gibi terör örgütünün elebaşını Atatürk'le kıyaslayıp Atatürk'e olmadık laflar söylüyor; birilerinin imalarından mana çıkartıp dava açtıran kişi ve kurumlardan tek bir hareket yok!... Adamcağız garip kıyafetler giyip olmadık laflar edebiliyor; babasının Fransızlara çalışmış olabileceğini güle oynaya söylüyor, itibarından bir şey kaybetmiyor. Canlı yayında bayanlara nezaket tanımadan en kaba sözler sarf ediyor, kadın derneklerinde en ufak tepki yok.

Adamcağız bir de kalkıp olağanüstü zamanlarda mutlaka içeriye alınan birisi olduğunu iftihar ederek söylüyor. Yani bir taraftan her olağanüstü zamanda mutlaka önemli bir payının olduğunu ifade ederken, diğer taraftan da bu rolü görüp de onu içeriye alanların içerde tutma kudretine sahip olamadığını ifade etmiş oluyor. Yani devletten de devlet bir adam. O yüzden olsa gerek, Apo'nun militanlarına seminer verip, devlet sırlarını ona uçurması yetmiyormuş gibi bir de Atatürk'ten ileri biri gibi göstermeyi devlet idaresinin "büyük bir sırrı" olarak takdim edebiliyor. O sırların devleti neresiyse?

Gelelim ikinci olaya.

Davos olayı sadece Türkiye'yi değil, İslam dünyasını da aşacak şekilde tüm dünyayı etkiledi. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak Tayyip Erdoğan'ın İsrail Devlet Başkanı Peres'in saldırgan üslubuna verdiği onurlu cevap bir İsrail'i bir de bunları fena halde üzdü. İlhan Selçuk öyle bir yazı yazdı ki Atatürk hayatta olsa İsrail'in yanında yer alır, Gazze'ye yağdırdığı bombaları alkışlardı sanki! Selçuk'a göre Atatürk teröre karşı olduğu için terör örgütü olan Hamas'la Türkiye'nin aynı çizgide yer almasından çok rahatsız olurmuş.

Bunlar öyle enteresan monitörler ki Apo ile Atatürk'ü kıyaslıyorlar problem olmuyor. Atatürk'ü ellerinin maşası haline getiriyorlar yine problem olmuyor. İsrail'e destek verip Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanını kösteklemek için cümlelere takla üstüne takla atıyorlar. Sanki Atatürk, Hamas'ı gösterip masum sivilleri öldürenleri ayırt edemeyecekti. BM kontrolündeki binaları bile bile vuran bir devletin yağdırdığı bombaları terörle mücadeleyle sınırlı görecekti! Yüzlerce çocuğun katlini savaş realitesi sayacaktı!

Nasıl bir şeyse bunlar. Türk halkının sevincine üzülüp, kederine seviniyorlar. Türk devletinin onurunu korumayı Atatürkçülüğe ters yorumluyorlar. Ve bu insanlar Türkiye Cumhuriyeti'nin hâkim ve savcılarını mahkemede itham edip yaftalamaya yeltenebiliyorlar. Sizce bu monitörlerin bağlı bulunduğu ana bilgisayar kimin hayrına çalışıyor olabilir?

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.