Gülen Düşüncesindeki Temel Unsurlar
Carroll'a göre Fethullah Gülen'in düşünce yapısında insan, varlığın özü, usaresi, kâinatların fihristi ve hülâsasıdır. Yüce Yaratıcı bir manâda varlığı ona bağlamış olup, insan, mazhariyetleri itibarıyla, varlık içinde, eşyayı, hadiseleri ve tabiî her şeyin arkasında Kudreti Sonsuz'u söyleyen bir dil ve kâinatlar genişliğinde bir gönüldür.
İnsana, insan olması itibarıyla saygı gösterilmelidir. Onun canı gibi malı, iffeti, inancı, meskeni ve aile kurup çoğalması koruma altına alınmıştır. Bizzat insanın kendisi dahi, Allah tarafından kendisine bahşedilen insanlık emanetine zarar veremez. İnsanlık emanetini korumada sevgi ne kadar önemli ise, bu emanete zarar verecek eylemler de o ölçüde sevgi ruhunun doğrudan karşıtı olarak görülmelidir. Carroll, Fethullah Gülen ile Kant'ı insanın değeri temelinde karşılaştırırken, elbette Kant'ın hümanist bir filozof olduğunun, Batı'da Rönesans sonrası hümanizmin genelde ateist bir çizgi takip ettiğinin farkındadır. Ama o, bütün hümanistlerin, sözgelimi Kant'ın da, John S. Mill'in de ateist olmadığını bilmektedir ve dolayısıyla yanlış anlamalara meydan vermemek için bu hususa dikkat çekmektedir.
Gülen'de ve Mill'de hürriyet kavramı
Jill Carroll'un açıklamaları içinde, John S. Mill, Batı'da ferdî hürriyeti en fazla öne çıkaran bir düşünürdür. Her türlü baskıya karşı olan Mill'e göre kendi bedeni ve zihni üzerinde de mutlak hakim olan insan hürriyetini sınırlayacak tek şey, başkasına zarar vermemektir. Düşünce ve ifade hürriyetini sonuna kadar savunan Mill, herkesten sadır olacak fikirlerle bir ortak doğruya varılabileceği görüşündedir. Mill, Epikürcü filozoflar gibi insan hayatının gayesi olarak hazzı veya mümkün olan en büyük mutluluğu öne çıkarır. Epikürcüler gibi John S. Mill de, insan için domuzlara lâyık bir haz hedefi takip etmekle eleştirilmiştir. Mill'in buna cevabı gerçekten ilginçtir. Ona göre, bu eleştiriyi yapanlar, asıl insan için domuzlara lâyık bir hazdan başka bir hazzın varlığını düşünemeyenlerdir. İnsan için bu hazzın ötesinde zihne, vicdana ve duygulara ait hazlar da vardır. İşte, hayatın gayesi, bu hazlara ulaşmaktır.
Carroll, hürriyetin Fethullah Gülen'in düşünce yapısında da çok önemli bir yeri olduğunu vurgular. Yalnız, Mill'de ferdî hürriyeti sınırlayan tek şey başkalarına zarar vermemek iken, Gülen, bu konuda gerçeğe mutlak bağlı kalma ve insanın kendisine de zarar veremeyeceği prensiplerine dikkat çeker. Carroll, Gülen'in "ruhî-ahlâkî-zihnî kemale ermiş fertlerin rehberlik yapacağı bir dünya vizyonunu ortaya koyduğu" Ruhumuzun Heykelini İkame Ederken adlı yazısında söz konusu rehber kişilerin beşinci önemli vasfı olarak "hür düşünebilme ve düşünce hürriyetine bağlı" kalmayı zikrettiğini kaydeder. Gülen'e göre, düşünce ve ifade hürriyeti olmadan sağlıklı bir insanî varlıktan söz edilemeyeceği gibi, medeniyet adına mesafe almak da mümkün değildir.
Carroll, Fethullah Gülen'in düşüncesinde hür olabilme ve hürriyeti duyabilmenin insan iradesinin önemli bir derinliğini teşkil ettiğini ve o derinliğe açılamayanlara insan demenin çok da mümkün olmadığını hatırlattıktan sonra, hürriyetin Gülen'in ahlâk dünyasındaki yerine de temas etmeden geçmez: "Özgürlüğü mutlak serbestlik olarak anlayanlar, hayvanî özgürlükle insanî özgürlüğü birbirine karıştırmaktadır. Beden ve cismaniyetin karanlık isteklerini gerçekleştirme yolunda serazat gönüllerin kendisine sığındığı hürriyet tamamen bir hayvanlık şiarı olmasına karşılık, ruhun önünden engelleri kaldırarak vicdanın şahlanmasına imkân hazırlayan hürriyet ise, tamamen bir insanlık şiarıdır." Fethullah Gülen'in düşüncesini ve aksiyonunu birbiri içinde takip eden Jill Carroll, daha sonra Gülen'i ideal insan ve ideal toplum düşüncesi itibarıyla Konfüçyüs ve Eflâtun'la karşılaştırır. Çin bilgesi Konfüçyüs'e göre, dünyada her şeyin kendisine dayanması gereken aşkın bir gerçek, bir kaynak vardır. Bu gerçek ve kaynak, Tao'dur. O, bir prensiptir, gerçeğin enerjisidir, (İslâmî terminolojideki "fıtrat"a benzer bir kavram olarak) her şeyin Yolu'dur. Eflâtun da benzer bir asıldan söz eder; ama o, gayr-ı maddî ve ezelî, ayrıca İyi'nin, Doğru'nun ve Adalet'in kaynağı olan bu asla "İde(a)lar Âlemi" adını verir. Maddî dünya, gölgeden ibarettir; asıl varlık ve gerçek dünya, "İde(a)lar Âlemi"dir. Fethullah Gülen'in düşüncesinde ise mutlak doğru, mutlak güzellik, mutlak adalet, kısaca her faziletin mutlak kaynağı, Allah'tır.
Konfüçyüs, toplumu yüksek veya soylu ruhlar ya da dimağlar ile düşük dimağlar olmak üzere ikiye ayırır. Yüksek ruhlar veya dimağların gözlerinde basiret ışığı, kulaklarında nüfuz edicilik, yüzlerinde tebessüm ve sevimlilik, davranışlarında tevazu, sözlerinde güvenilirlik, hizmetlerinde saygı, şüphelerinde tahkik, öfkelerinde denge ve fırsatları değerlendirmelerinde ahlâkîlik vardır. Ayrıca onlar, insaniyet, cömertlik, yardımseverlik, aksiyon, doğruluk, dürüstlük, hikmet, vefa, güvenilirlik, samimiyet ve anne-baba haklarına riayet gibi faziletlerle donanmışlardır. Buna karşılık, düşük ruhlar veya dimağlar ise, hayvanların otlaması gibi yer içer ve bedenî ihtiyaç ve hazlarının peşinde hayatlarını tüketirler. Eflâtun da, mağarada gölgelerle oyalanan, yosun tutmuş ve kokuşmuş sular gibi durgun, yine hayvanların otlaması gibi yiyip-içip çiftleşen "düşük tabiatlılar"a karşılık, toplumu yönetmesi gereken "hikmet ehli" veya "filozoflar"dan söz eder. Hikmet ehli, haddini bilen, insanî bilginin sınırlarının farkında, hikmeti nerede bulursa alma peşinde, gerçek, güzellik, iyilik ve adalet âşığı insanlardır. Onlar, geçici gerçekliklerle değil, ebedî hakikatle meşguldürler.
Gülen, Konfüçyüs ve Eflatun'da eğitim
Fethullah Gülen de, pek çok yazılarında ve konuşmalarında "ideal insan", "yeryüzü mirasçıları" ve "altın nesil" gibi isimlerle andığı, yüksek faziletlerle donanmış bir nesilden bahseder. Bu nesil, yaşatmak için yaşamak arzusundan vazgeçmiş, zihinleri müspet ilimler, kalbleri dinî ilimlerle aydınlanmış, ayrıca kâmil iman, aşk, ahlâk, hürriyet, hakikat sevgisi, araştırma ruhu, istişare, riyazî düşünce ve tecride dayalı sanat anlayışıyla donanmış fedakârlar veya adanmış ruhlar topluluğudur. Bu topluluğun en kâmil manâdaki temsilcisi ve rehberi (Hz.) Peygamber (sas) ve sonra dört halifedir. Jill Carroll, Konfüçyüs ve Eflâtun'da söz konusu neslin idareye vaziyet edip toplumu tepeden değiştirecek bir kadro olmasına karşılık, Fethullah Gülen'de faziletli bir toplum mayalayacak ve siyasetten uzak duracak bir nesil olduğu vurgusunu da yapar.
İdeal insan ve toplumdan söz edildiği bir yerde, bu ideal insan ve topluma nasıl ulaşılacağı sorusu elbette akla gelecektir. İşte Carroll, Fethullah Gülen'in ideal insan anlayışını tartıştıktan sonra, bu soruya cevap olarak, yine Konfüçyüs ve Eflâtun'la karşılaştırmalı biçimde ondaki eğitim düşüncesine geçiyor.
Bir sosyo-politik teori olan Konfüçyanizm'de eğitim adına öne çıkan kavram 'ritüel'dir. Ritüel, insan hayatını teşkil eden ilişkiler ağı içinde gerekli olan duruş demektir. Ritüelin başlıca unsurları sosyal adalet, toplumun iyiliğini hedefleyen idare ve topluma rehberlik, idarecileri kritik etmede entelektüellerin oynadığı roldür. Ritüele ulaşma da eğitimle mümkündür. Konfüçyanizm'de toplumun rehberleri "bilginler"dir ve bunlarda altı sıfat öne çıkar: İnsanı sevmek, hikmeti sevmek, samimiyeti sevmek, hakikati sevmek, cesareti sevmek ve kararlılığı sevmektir. Şu kadar ki, bütün bu sevmeler ancak öğrenmeyi sevmekle mümkündür; yoksa birer aldanış olurlar. Konfüçyüs'ün insana insaniyet, liyakat, doğruluk, akıllılık, dürüstlük, iktisat, bozulmama, anne-baba haklarına riayet, cömertlik, disiplin ve samimiyet faziletlerini kazandıracak eğitim müfredatı Tarih Kitabı, Şarkılar Kitabı, Değişimler Kitabı, İlkbaharlar ve Sonbaharlar Kitabı ve Ritüel Kitabı'ndan oluşur. Bilhassa şahsiyetin gelişmesinde, liderlikte, aileye ve imparatora hizmette müzik ve şiirin de kendilerine has yeri vardır.
Sokrat'ın görüşlerine dayalı olan Eflâtun'un ideal yönetim tarzı olan Meritokrasi, yani Liyakat İdaresi teorisine göre, madenler gibi olan fertler, kabiliyet ve karakterlerine göre altın, gümüş ve demir olmak üzere başlıca üç kategoriye ayrılırlar. Kendilerini de toplumu da idare eden yöneticiler altın, askerler gümüş, zenaatkâr ve çiftçiler demirdir. İki altından altın, iki gümüşten gümüş doğması büyük ihtimal dahilinde olmakla birlikte, altından hem gümüş hem demir, demirden de altın doğabilir. Herkes, temel bir eğitim aldıktan sonra kabiliyet ve tabiatına göre belli sahalarda belli insanlar öne çıkar. En iyi eğitim, ruh ve beden arasında gerekli dengeyi sağlayan eğitimdir. Eğitimde müzik, şiir ve beden eğitimi, birbirinin rağmına ağırlık sahibi olmamalıdır. İdareci olacaklara bazı edebiyat, müzik ve tiyatro türleri kapalı kalmalıdır. Bunlar, çocukluklarından itibaren iyiliğe, güzelliğe, düzene ve adalete yönelik olarak yetiştirilmeli, kendilerine müzik, şiir ve beden eğitiminin yanı sıra matematik gibi daha başka ilimler de öğretilmelidir.
Eğitim üzerinde olabildiğince hassasiyetle duran Fethullah Gülen'e göre insan; ruh, zihin ve bedenden oluşan bir varlıktır ve o, varlığının bu üç boyutunda da eğitilmelidir. Modern Batı da eğitim, bilim ve teknoloji sahalarında hayli ilerlemiş olmakla birlikte, materyalizm temelli olarak insanı ihmal etmiştir. Oysa insan, varlığın en mükemmel modelidir. Onun için gerçek hayat eğitimle mümkündür; öğrenmeyi ve öğretmeyi ihmal edenler, biyolojik olarak canlı da görünseler, aslında ölüdürler. Gülen'in düşünceleri etrafında açılan ve doğrudan din eğitimi verilmemekle birlikte "adanmış" öğretmenlerin örnekliğine dayalı bir ahlâk eğitiminin kendini gösterdiği okullarda fen dersleri, matematik, tarih, dil, edebiyat, sosyal ve kültürel konular, sanat, müzik ve daha başka dersler okutulmaktadır. Gülen, eğitimde aile, okul, çevre ve medya işbirliğine de vurgu yapmakta ve her konuda olduğu gibi eğitimde de istişarenin öneminden söz etmektedir.
Jill Carroll, son olarak, Fethullah Gülen'i sorumluluk duygusu açısından J. Paul Sartre'la karşılaştırır. Sartre, insanda sorumluluk duygusunun bir inanç, felsefe veya ideolojiden değil, doğrudan doğruya insanın tabiatından kaynaklandığını savunur. İnsan olmak sorumlu bir varlık olmak demektir ve sorumluluk, insanı aksiyona iter ve ona dünyayı şekillendirme kabiliyeti kazandırır. Varoluşçuluğa yöneltilen hayatta kendisi için çalışmaya değer bir şeyin varlığını kabullenmediği ve hiçliği öne çıkardığı için insanı pasifize ettiği, her şeyi karanlık yanıyla gördüğü ve insanî teşebbüsün ciddiyetini reddettiği eleştirilerine karşı Sartre, "İnsan, kendisini nasıl yapıyorsa odur. Faaliyetimiz de istenen neticeyi versin vermesin biz çalışmalıyız; çünkü dünyamız, şeyler, onların nasıl olmasına karar vermişsek öyledir." der ve varoluşçu felsefesini âdeta sorumluluk üzerine bina eder.
Gülen ve Sartre'da sorumluluk telakkisi
Sorumluluk, Fethullah Gülen'de kaynağı ve hedefi belli bir şuur halidir. Ona göre insan, yeryüzünde Hakk'ın halifesidir; dolayısıyla vazifesi ve sorumluluğu çok yücedir. Allah, insana "kâinatların ruhundaki esrarı keşfetme, dünyanın bağrındaki gizli kuvvet, kudret ve potansiyel imkânları ortaya çıkarma, her şeyi yerli yerinde kullanarak Kendisi'nin ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarına şuurlu bir temsilci olma hak, salâhiyet ve kabiliyeti vermiştir ki, varlığa müdahale ederken ve hilâfet vazifesini yerine getirirken aşamayacağı bir engelle karşılaşmasın." İnsanın hilâfet fonksiyonu, dinî inanç ve ibadeti, kâinatı tanıyacak ilimleri edinmeyi ve "tabiat"ı müspet hedefler istikametinde kullanarak, dünyayı imar ve insan hayatını gerçek hayat yapmayı ihtiva eder. Gülen, bu noktada insanî irade, düşünce ile birlikte gitmesi gereken aksiyon ve ızdıraba vurgu üstüne vurgu yapar. Ona göre dünya, "sorumluluk duygusuna, insanî değerlere, ilme, ahlâka, hakikî tefekküre, fazilete, sanata önem veren, varlığı bütün derinlikleriyle, insanı dünyevî, uhrevî enginlikleriyle kucaklayacak, yorumlayacak, Allah'ın halifesi olma unvanıyla eşyaya müdahale edecek cins kafalara ve çelik iradelere muhtaçtır."
Kitabın sonuna gelirken okuyucu, "Artık yazar, Fethullah Gülen'in düşüncesinin ve insanlara tesirinin kaynağını sorması gerekir." demekten kendini alamıyor. Ve, kitabın son bölümünde sayın yazar, buna temas ediyor ve Gülen'in düşüncesini ve insanlara tesirini onun derin bir ruh, manâ, şahsiyet bütünlüğü ve merhamet insanı olmasına bağlıyor. Bunlar şüphesiz doğru olmakla birlikte, elbette bunları Fethullah Gülen'e kazandıran bir kaynak olmalıdır. Her ne kadar Sayın Carroll, kitap boyunca Gülen'in İslâm'a dayandığını vurgulasa da, onun insanın değeri düşüncesini Kant'ın hümanizmiyle karşılaştırdığı bölümde Kant'a, Fethullah Gülen'in düşüncesi dine dayanırken, Kant'ın düşüncesinin bir felsefe olarak akla, dolayısıyla daha sağlam bir zemine oturduğu itirazında bulunma hakkı tanıyor. Bunun sebebi de, Sayın Carroll'un Hıristiyanlık-modern Batı düşüncesindeki din anlayışına sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Sanki ona göre din, tamamen duygusal bir vakıa ve dolayısıyla değişken olmasına karşılık, felsefe akıl zeminine oturduğundan, akıl, duygulardan daha sağlam bir zemindir. Oysa İslâm, duygulardan kaynaklanmadığı gibi, Allah'tan gelen bir din olarak aynı anda zihne/akla, duygulara, vicdana ve kalbe hitap ve bunların her birini tatmin eder, her birine vazife yükler. Umarım Sayın Carroll gibi bir dimağ ve samimi bir gönül, bunu da görecek ve Fethullah Gülen'de müşahede ettiği her değerin onun İslâm'ın bir evlâdı olmasından kaynaklandığını fark edecektir.
- tarihinde hazırlandı.