Yeni Bir Hicret Dalgalanması
Allah, kâinatta hiçbir şeyi hareketsiz kılmamıştır; hareketsizlik, Bediüzzaman Hazretleri'nin nitelemesiyle, ölümün biraderzâdesi, yani kardeş çocuğudur. Çok verilen bir misal olarak, hareketsiz sular yosun bağlar, "çalışmayan vücut, ölüm hesabına çalışır".
Her problemin kendine ait zâhiri pek çok sebepleri varsa da, ülke olarak Cumhuriyet tarihi boyunca bütün problemlerimizi besleyen önemli bir problemimiz, hareketsizliğimizdir. Tarihi boyunca hareketsiz kalmamış, son olarak Asya'nın yüksek dağları arasından çıkıp dört cihette sürekli akmış olan milletimiz, Cumhuriyet tarihi boyunca bir hareketsizliğe duçar olmuştur. Buna tek parti hakimiyeti ve darbe dönemlerinde doğrudan ve şiddetli, çok partili siyasî hayat dönemlerinde ise dolaylı ve hafif-orta şiddette devlet baskıları da eklenince, uzun tarihi boyunca yerinde duramayan, sürekli hareket halindeki bir millet, özündeki kabiliyetleri yitirme, kokuşma ve artık inisiyatif nedir bilememe zavallılığına maruz kalmıştır. Bir toplum, bir millet hareketsiz kaldığı takdirde, kendi içinde kavga etmeye; bir insan da, dışa karşı hizmeti, faaliyeti yoksa, bu defa bulunduğu yerde ve kendi kendine problem olmaya başlar. 1960'lar ve 1970'lerde ülkemiz içindeki anarşi hareketlerine ve darbelere bir de bu açıdan bakmakta yarar vardır.
1980'lerde rahmetli Özal'ın ekonomide ve siyasette dışa açılma politikaları, bu milletin, özündeki cevvaliyeti kısmen de olsa keşfetmesine imkân tanımış, ne var ki, ilk başlardaki hız, özellikle 1990'larda kesilmiştir. Çünkü Türkiye, bir defa daha inisiyatiften yoksun, başarısızlığı ülke içinde sürekli kavga çıkarmakla örtmeye çalışan veya başarıyı iç kavgada arayan, ayrıca kahramanlığı tahripte gören kesimlerin ve bunların politikalarının zebunu yapılmıştır. Ama bu dönemde, 1990'lardan itibaren insanımız yeni bir dışa açılma hamlesi gerçekleştirmiştir ki bu, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin teşvikleriyle doğrudan toplumumuzun, toplum içindeki sivil kesimlerin bütün dünyada eğitim açılması olarak gerçekleşmiştir.
Geçen hafta sonu bir ziyaret için Arnavutluk'ta idim. Türkiye'nin 30'da 1'i küçüklüğünde; ama insanı Türk insanı gibi hareketli; fakat Enver Hoca dönemlerindeki baskı sebebiyle özünden çok şey kaybetmiş, karakteri yıpranmış, yurtdışında bir miktar çalışıp sonra Arnavutluk'ta tüketmeyi, gidip tekrar çalışıp ülke içinde tekrar tüketmeyi âdet haline getirmiş bu ülkeyi, genellikle 1970'lerdeki Türkiye gibi gördüm. Şu kadar ki, burada hizmet veren Türk okulları, her bakımdan hayatiyet kaynağı. Biraz da başka bir diyarda bulunmanın katkıda bulunduğu saffet, samimiyet, aşk, şevk ve fedakârlık, Türkiye'deki hizmet yıllarının ilkbahar dönemini hatırlatıyor. Özellikle verilen hizmetlerin, yapılan faaliyetlerin benlik ve beklentileri değil de muhasebe ve murakabeyi beslemesi, hem hizmet hem maneviyat adına sürekli açlık hissettirmesi, Türkiye'deki doymuşluk, yer yer bunalmışlık, "Bir millet, imanı zayıflayınca camilerini süslü yapar." hadisinde ifade buyrulan realite karşısında bir şifa kaynağı gibi. Evet, mukaddes bir hizmete gönül vermiş herkesin en azından belli bir süre için de olsa "hicret"in bereketini yaşaması, hattâ bir devr-i daimin yaşanması zaruri gibi görünüyor.
Eğitim açılmasının ilk gününden itibaren işadamları vasıtasıyla ekonomik açılmanın da aynı ölçüde teşvik edildiğini yakinen biliyoruz. Ne var ki, özellikle İslâm hassasiyetli müteşebbisler, bilhassa günümüzde ve gelecekte ekonominin ve ekonomik faaliyetin önemini kavramış görünmüyorlar. Bu konuda bir dayanışmadan, bir büyümeden, ciddî bir hareketlenmeden bahsetmek, henüz mümkün görünmüyor. Oysa, meselâ Arnavutluk bu konuda çok bâkir bir ülke; maalesef hâlâ keşfedilmeyi bekliyor. Kanaatim odur ki, "şiptar"ların ülkesi Arnavutluk gibi onlarca ülke, Türk müteşebbislerinin hareketlenmesine muntazırdır. Hicret, sürekli hareket demektir; yorulmayı getiren hareketsizliktir; dinlenmek bile ancak hareketle mümkündür. Türkiye, yeniden silkinmeye, yeni bir hicret dalgalanmasına muhtaç.
- tarihinde hazırlandı.