Türkçe Olimpiyatları Anadolu’nun var olma mücadelesi

Sosyolog Prof. Dr. Nur Vergin’den Türkçe Olimpiyatı değerlendirmesi: Toplumu farklılıklarla tanıştıran, insanoğlunun her iklimde öncelikle insan olduğu bilincini yeniden üreten bir olay.

Türkçe Olimpiyatları’nın 10. yılı geride kaldı ancak etkileri hâlâ devam ediyor. 135 ülkeden 1500 çocuğun şarkı, şiir, kompozisyon ve sahne gösterileri, hafızalarda kolay silinmeyecek izler bıraktı. Bu sene 20. yılını kutlayan Türk okullarının meyveleri demek yanlış olmaz olimpiyatlar için. Çocuklar Türkiye’den gözyaşlarıyla ayrıldı ancak onların arkasından tartışmalar ve medya yansımaları devam ediyor. Elbette Türkçe Olimpiyatları da destek ve övgülerin yanında, eleştirilere de muhatap oluyor. Medyada bir kısım kalemlere ve akademisyenlere göre aslında yapılan sömürgeci bir mantık taşıyor! Bazıları da Türkçe Olimpiyatları’nı fazla milliyetçi buluyor. Biz de tartışmaları, konuyu yakından gözlemleyen bir bilim insanına soralım istedik. Türkiye’nin önde gelen sosyologlarından Prof. Dr. Nur Vergin, açılış seremonisinde de bulunduğu Türkçe Olimpiyatları’nı değerlendirdi.

-Yurtdışında açılan Türk okullarının 20. yılındayız. Okullar dünyanın 140 ülkesine ulaştı. Farklı coğrafyalarda gördüğümüz Amerikan, Fransız, İngiliz okulları gibi Türk okulları da bulunuyor. Bu eğitim kurumları size göre nasıl bir misyon üstleniyor?

Bu okullar bizim bildiğimiz anlamda sömürgeci güçlerin okulları değil. Varsa bir misyonları, içe kapanmış ve tecrit edilmiş Türkiye insanının dünya ile bütünleşmesi misyonudur. Esas işlevi budur. Anadolu insanının bu işe sahip çıkması, asırlık tanıma ve tanınma özleminin dışa vurumudur. Kısa zaman öncesine kadar çevre illere gitme imkânına dahi sahip olmayan, âdeta tecrit edilmiş bir hayat süren insanlar, yeni yeni hem kendi ülkelerini tanımaya başlamaktadır hem de yurtdışına açılmaktadır. Bu bir nevi var olma mücadelesidir. 1960’larda, daha önce hiç köylerinden çıkmamış bu insanlar Avrupa’ya ekmek parası için gidiyordu. Şimdi ise kendilerini ifade etmek için uzak diyarlara gitmeye başladılar. Bu bir nevi var olma mücadelesidir ama aynı zamanda hayatın her alanında, vakıf anlayışının geleneğimizde sahip olduğu fonksiyonun uzantısı diyebileceğimiz bir yaklaşımdır. Bu vakıf hadisesi, bizim toplumumuzda çok derinlere giden, insanımızın iliklerine kadar işlemiş bir meseledir. Anadolu insanının okullar hareketinde de bu vakıf geleneğinin izlerini görüyoruz. Vakıflar, faydalı olmak, ihtiyaçları karşılamak yoluyla rıza kazanmanın yoludur. Toplumsal dayanışmanın sınırsızlığını ifade etmektedir. Toplumsal dayanışma dediğimiz konu, ‘köyümün hudutları veya ülkemin sınırlarında kalır, gerisi ne hâli varsa görür’ zihniyeti değildir. İnsanın olduğu her yere uzanan bir anlayıştır.

-20 yılda dünya üzerinde 300 binden fazla öğrencinin, bu okullar sayesinde Türkçe öğrendiği biliniyor. 10 yıldır da olimpiyatlar düzenleniyor. Kapanış törenindeki tablo size neler hissettirdi?

Türkiye ve insanlık adına mutluluk hissettirdi. Türkçe en önde gelen, dil bilimcilerinin de tespitine göre yapısal açıdan yetkinliği ve sentaksı itibariyle dünyanın en gelişmiş dillerinden biri. Latince ve Arapça gibi... İnsanlık adına beni en çok etkileyen, öğrencisi olduğu okulda şimdi biyoloji öğretmenliği yapan Güney Afrikalı gencin yaşam öyküsü oldu. Ailesinin sefaletten kurtuluşunun ve yaşadığı topluma entegre oluşunun öyküsü beni çok etkiledi. İnsan onuruna yakışır bir kurtuluşun canlı örneği olarak gördüm o delikanlıyı.

-Türkçe Olimpiyatları’na her yıl daha fazla ülke ve çocuk katılıyor. Türkçe Olimpiyatları düzenlenmesini bir sosyal bilimci gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gönüllü bir toplumsal ilişkiler ağı kurulduğu takdirde Türkiye toplumunun dinamizmini ve yapabileceklerini gösteriyor. Burada önemli olan gönüllü olma hadisesidir. Mecbur kalındığı için katılım değildir. Bu işi bu kadar büyüten gönüllülük esasına dayanmasıdır.

-Olimpiyatlar önceden sadece Ankara ve İstanbul merkezliyken artık Anadolu’nun geneline yayılmış durumda. İlgi beklenenin çok üzerindeydi. Anadolu insanının, hiç bilmediği ülkelerden gelen çocuklara bu kadar sahip çıkması, onları kucaklaması ne anlama geliyor?

Bu tablo, bizim topraklarımızda kök salmış misafirperverliğin de bir yansıması. Yabanlıktan kurtulmanın verdiği bir heyecan olarak okunabilir. Ben Anadolu köylerine ilk kez 27-28 yaşlarımda, Tanrı misafiri olarak, sosyolojik araştırma yapmak için gitmiştim. Hayatımda ilk kez köy ortamına gidiyordum. Paris’ten yeni gelmiştim. İnsanlar beni bağırlarına bastı, sahiplendi ve kolladı. Oysa onlara çok ters gelebilirdim. 1970’li yıllarda köylerde garipsenebilirdim ama öyle olmadı. Misafirperverlik, bizim topraklarımızda kök salmış bir değerdir. O bakımdan şöyle diyebiliriz. Türkçe Olimpiyatları ve yabancı çocukların Anadolu’da gördüğü ilgi, Türkiye’nin tarihten gelen kültürel değerleriyle yeniden buluşmasıdır. İnsanların, kendisi gibi olup kendisiyle barışık olmasıdır. Dışlamaktan ve dışlanmaktan kurtulmanın adımları olarak görüyorum. Bu, ‘âdet yerini bulsun’ anlayışıyla yapılmıyor. Toplumu farklılıklarla tanıştıran, insanoğlunun her iklimde öncelikle insan olduğu bilincini yeniden üreten bir olay. İnsan olmanın öncelikli değer olduğunu zihinlere yerleştiren bir olay. Toplumu, ‘biz ve onlar’ ayrımından kurtaran bir olay. Ötekileştirmeye karşı atılan bir adım. Ben bir Türkiye sosyoloğu olarak bu gelişmeden kıvanç duyuyorum.

-Türkçe Olimpiyatları’na yönelik, kolonyal bir faaliyet olduğu, yabancı çocuklara Türkçe gösteri yaptırmanın sömürge mantığı olduğuna dair eleştiriler de okuyoruz. Sizin bu konudaki yaklaşımınızı öğrenebilir miyiz?

Sömürge faaliyeti ekonomik temelli ve ekonomik amaçlı bir olgudur. Bu ülkenin geçmişinde, Osmanlı Devleti’nin egemenlik alanındaki toprakların halklarından artı değer elde etmesi gibi bir olgu yoktur. Onların zenginliklerine el koyup onları bundan mahrum etmek gibi bir durum yoktur. Yabancı çocuklara Türkçe gösteri yaptırmak, Türkiye insanlarının azimle kendilerini aşabileceklerini, imkânsız görüneni başarabileceklerini göstermektedir. Bunun için ideal sahibi olmak; inanç, emek, birbirine güven ve her şeyden önce özgüven gerekmektedir. Ayrıca, dili Türkçe olanların Türkçe ile gurur duymasında yadırganacak bir şey de yoktur. Dil, insanoğluna özgü bir değer ve haslettir. Her kavim kendi dilinin öğrenilmesinden övünç duyar. Başka toplumlar da kendi dillerini öğretip sevdirmekte serbesttir. Yeter ki bunu kendi mensup oldukları inanç sisteminde var olan ihlasla yapsınlar. Yani riyasız, art düşüncesiz şekilde… Aynen Türkçe Olimpiyatları’nda olduğu gibi. Sonuçta artık bu gariban psikolojisi ve ideolojisinden çıkmamız gerektiğini düşünüyorum.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.