Takvaya Dair Birkaç Husus
Takva kavramı üzerinde çok farklı şeyler söyleniyor. Takva ne demektir ve takvaya ulaşabilmek için nelere dikkat etmek gerekir?
Allah'tan hakkıyla korkmaya 'takva', takvayı hayat felsefesi olarak benimsemiş, duygu, düşünce ve amellerini buna göre ayarlayan insana da 'müttaki' denilir. İstikamet ise, hayatı Allah Rasulü'nün verdiği ölçülerde yaşayıp, ifrat ve tefritler içine düşmemeye denir. Müslüman, her davranışında olduğu gibi takvada da istikamet üzere olmalıdır. Takva adına Efendimizin (sav) belirlediği çerçevenin ötesinde bir kısım zorlayıcı unsurlar ortaya koymak ve pratikte de onları uygulamaya çalışmak şer'î sınırların dışına taşmak demektir.
Bu cümleden olarak, insanlar beş vakit farzın dışında nafileler için zorlanmamalıdırlar.. zorlanmamalı ve sadece düşünce olarak tahşidat yapılıp meselenin ehemmiyeti üzerinde durulmalıdır. Mesela, bu çerçevede teheccüdün âlem-i Berzaha açık bir menfez olduğu, insanın iç yapısını aydınlatması gerektiği, bunun için gecenin karanlığında, hiç kimsenin olmadığı anlarda, bütün semavatın ve arzın Hâlik'ı olan Allah'a yönelmenin şart olduğu anlatılabilir. Evrâd ü ezkâr mevzuunda da aynı hassasiyet gösterilerek, bunca nimetleri lutfeden, -liyakatımız olmasa bile- gücümüzün fevkinde olan bunca işe imza atmayı bize nasip eden Allah'a karşı çok dua etmemiz gerektiği ifade edilmelidir.
Bediüzzaman Hazretleri'nin bazen talebelerini teheccüde kaldırdığı bir gerçektir. Yalnız onun talebeleri zaten kendi irade ve ihtiyarları ile her gece teheccüd kılan insanlardır. Onun için bunu bir zorlama olarak kabul etmek imkânsızdır. O halde bu noktada Hz. Üstad'ın yaptığı şey, sadece onları uyandırmaktan ibarettir.
Aslında Cenâb-ı Hakk'ın bunca lütuf ve ihsanlarının temadisi, o ölçüde kavlî, fiilî ve hâlî şükrü gerektirir. Çünkü bu nimetler görmezlikten gelinerek Allah'a şükredilmezse; 'Andolsun şükrederseniz elbette size daha fazla veririm ve eğer nankörlük ederseniz azabım pek çetindir' (İbrahim, 14/7) âyetinin hükmünce Allah'ın azabına uğrama ihtimali vardır. Onun için nafile ibadetlerin üzerinde ısrarla durmak ve onları telkin etmek herkesin aslî vazifeleri arasında mütalâa edilmelidir.
Ayrıca müessiriyet açısından bu tür meselelerin yaşayan insanlar tarafından dile getirilmesi onların kabulünde daha etkin olacağı izahtan vârestedir. Öyleyse bırakın farz namazları; nafileleri şu ya da bu sebeple, kaçıran ve bu yüzden, yemekten iştahı kesilen insanlar, tebliğ ve irşat faaliyetinde öncü rol oynamalıdırlar ki, anlatılan şeyler tesir icrâ edebilsin.
Takva mevzuunda dikkat edilmesi gereken esaslardan birisi de, helâl-haram meselesidir. Zira büyük-küçük haramlara karşı tavır almayan ve bu mevzuda dikkatsiz yaşayan kişilerin, gerçek takvayı yakalayabileceklerine ihtimal vermiyorum. Böyleleri Kur'ân'ı okusalar da, o âyetlerin insan ruhunda uyardığı taraveti duyamazlar. Çünkü Kur'ân-ı Kerim, muttakîleri hidayete eriştiren bir kitaptır. Müttakînin temel özelliği ise, haramlardan olabildiğine kaçınması ve farzları hakkıyla yerine getirmesidir.
Gerçek takva mertebesine ulaşabilmede, dünyaya bakış açısının da önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Evet dünyanın, insanları hem hayra hem de şerre sevk eden iki yönü vardır. Hadisteki ifadesiyle dünya, 'mü'minin zindanı ve kâfirin Cennetidir.' Bir diğer ifadeyle âhiretin tarlasıdır.. evet, insan bu dünyaya bir defa gelir ve âhirette burada ektiklerini biçer. Onun için burada bize ihsan edilen gençlik, sıhhat, zenginlik, hayat ve vakit.. gibi nimetlerin kıymeti bilinmeli ve bu nimetler fevt edilmeden en iyi şekilde değerlendirilmelidir. Çünkü bunlar bizim için dünyaları elde etmeye yetecek kredi kartları gibidirler. Ne var ki, bütün bu nimetlere sahip oldukları halde, deryada yaşayıp da onun kıymetini idrak edemeyen mâhiler gibi, bu nimetlerin şuurunda olmayan zavallılar da yok değildir. Evet insan her şeye rağmen daima ukbâ buutlu yaşamalıdır.
Takvayı elde edebilme veya onda yeni yeni buutları yakalayabilmede bir diğer önemli mevzu da, senenin belirli parçalarında gündelik işlerden sıyrılıp metafizik gerilimi sağlayabilecek şeylerle meşgul olmaktır. İnsan böyle dönemlerde dağarcığını doldurmalı, yeni mesaî döneminde, burada kazandığı aşk u şevkle rantabl olarak çalışmalıdır. Evet, bu gayeye yönelik ayrılan zaman, hazırlanan zemin ve yapılan faaliyetler dünya ve ukbâ hayatı için vazgeçilmez ve yeri de başka bir şeyle doldurulamaz olan dinamiklerdir.
Bu bahsi kapatırken, Kurân'ın beyanına dayanarak takvaya ulaşmış insanların bir özelliğine daha temas edelim: Onlar ayakta iken, oturarak veya yanları üzerine yatarken, daima Allah'ı anarlar. Kendilerini O'nun varlık ve birliğine götürecek âfâkî ve enfüsî delilleri tefekkür eder ve Rabbilerine şöyle yalvarıp yakarırlar: 'Rabbimiz, bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateş azabından koru!. Rabbimiz, Sen birini ateşe soktun mu, onu perişan etmişsindir, zâlimlerin yardımcıları yoktur. Rabbimiz, biz, 'Rabbinize inanın' diye imânâ çağıran bir davetçi işittik, hemen inandık. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı iyilerle beraber al. Rabbimiz, bize, elçilerine vaadettiğini ver, kıyamet günü bizi rezil, perişan etme. Zira Sen, verdiğin sözden caymazsın.' (Âl-i İmrân, 3/191-194)
- tarihinde hazırlandı.