Rüya bir teşrî kaynağı mı?
Hadiste "Rüya, nübüvvetin kırk altı cüz'ünden bir cüz'dür" deniyor. Ama rüyanın ilim sebeplerinden biri olmadığını da biliyoruz. Bize rüya-hakikat dengesini nasıl kurmalıyız?
Evet, Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), sahih bir hadis-i şeriflerinde: "Rüya, nübüvvetin kırk altı cüz'ünden bir cüz'dür." buyuruyor. Bu, muhteva ve mânâ açısından peygamberliğin, kırk altı derinliğinden, kırk altı parçasından, ifade ettiği kırk altı mânâsından ve içindeki kırk altı esastan biri mânâlarına gelebilir. Muhakkikîn bu hadise şöyle bir açıklama getirmişlerdir:
Efendimiz, kendisine peygamberlik gelmeden evvel, nübüvvetle alâkalı meseleleri, altı ay kadar rüyalarında görüp tanımıştı. Buhârî'nin tespitiyle, Âişe Validemiz, Allah Resûlü'nün rüyalarını sabah aydınlığı içinde gördüğünü ve ertesi gün de, gördüğü rüyanın aynıyla çıktığını naklediyor. Evet, işte bu rüya faslı tam altı ay sürmüştü.. bu ise bir senenin yarısı demekti.. peygamberlik de yirmi üç sene sürdüğüne göre, bu altı ay, vahyin nazil olma süresinin kırk altı parçasından biri sayılabilir. O, bu dönemde, Gâr-ı Hira'da ve Haticetü'l-Kübrâ Validemiz'in yanında daha ziyade rüya temrinatıyla peygamberliğe alışıyor ve sonra da, o rüyalar faslının sona ermesiyle vahiy gelmeye başlıyor...
Rüyanın bir diğer yanını Efendimiz şöyle anlatır: "Ahir zamanda en sadık olan şeyler rüyalardır." Neden? Zira rüyaların arkasındaki gerçek, yani peygamberlik artık yok, hatta bir yönüyle vilâyet-i kübrâ da yok, doğrudan doğruya Efendimiz'le zaman üstü bir noktada görüşme ve emir alma da yok. Meselâ bir İmam Rabbanî, İmam Şazilî, Şah-ı Geylânî, Ahmet Rifâî, Bediüzzaman yok. Bizler hepimiz ümmî insanlarız. Bu açıdan hakikat âleminde,"mişkât-ı nübüvvet"ten alınacak şeyleri doğrudan doğruya elimizi uzatıp alamıyor, zaman üstü olamıyor, peygamberlerle belli kuşakta buluşamıyoruz. Hâlbuki Cüneyd-i Bağdadî "Ben doğrudan doğruya görüştüm, bana rüyamda şunları söyledi veya açıktan açığa bana şu emri verdi." diyor.
İşte bizler bütün bunlardan mahrumuz. Durum böyle olunca, bunca günah, bunca karışıklık içinde Allah bize olan lütuflarını rüyalar yoluyla lütfediyor veya bazı saf gönüller sayesinde "yakazalar" vasıtasıyla içimize akıtıyor, başta Efendimiz olmak üzere birçok sahabe, evliyâ ve mukarrabînle görüştürüp buluşturuyor. Onun için Hz. Sahib-i Şeriat buyuruyor ki, "Ahir zamanda en doğru çıkan şeylerden biri de rüyalardır."
Allah Resûlü, bu rüyalara mübeşşirat diyor? Mübeşşirat; muştu, bişaret ve müjde ifade eden şeylere denir. Meselâ, siz bir gün rüyada görüyorsunuz ki Efendimiz geliyor ve sizin kakül-ü gülberlerinizden tutarak, alnınızdan öpüyor.. öpüyor ve: "Ohh, sizler Cennet kokuyorsunuz!" diyor. Siz "Neden yâ Resûlallah?" diyorsunuz, O da, "Tam gönlüme göre hizmet ediyorsunuz!" buyuruyor.
Şimdi böyle bir şeye ihtiyacınız var mı, yok mu? Bunca handikap karşısında, sokakların lağım kanalı gibi aktığı, evlerimize değişik kanallar adı altında eracif döküldüğü bir dönemde, eraciften sıyrılma, doğruyu bulma ve doğrunun zorluğuna rağmen onu yaşama... evet, bütün bunlar çok zor şeyler. İşte bu çok zor şeyler karşısında Allah (celle celâluhu) mübeşşirat ile sizi teşvik ve takdir ediyor olabilir. Bir başka misal; nasıl ana babalar çocuklarının istemediği veya zorla kabul ettikleri bir işi onlara yaptırmak istediklerinde şekerleme, çikolata vs. ile onları teşvik ederler; yani onlara avans vererek dediklerini yaptırırlar; aynen öyle de, küfrün bütün üniteleri ile hayata hâkim olduğu bir dönemde dine hizmet edenlere Cenâb-ı Hak, şekerleme nevinden mübeşşirat ile onları teşvik edebilir.
Böyle bir dönemde, yani sokakların çirkefliğinden dolayı çoklarının damarlarındaki kanın, şehevât-ı nefsaniye adına galeyâna geldiği bir dönemde inananların böyle teşvik almaları, rahmetin bir tezahürü olsa gerek.. işin doğrusu, aksi hâlde bu çetin yollarda uzun boylu yürümek çok zordur.
Fakat bütün bunlara rağmen, biz rüya insanı değiliz. Çünkü çocuğa her zaman şekerleme verilmez, zira şeker dişleri çürütür. Hâlbuki insanın sıhhatli, dengeli ve temkinli beslenmesi şarttır. Aksi hâlde şekerde güç vardır, "Beynimiz glikozla besleniyor..." vs. der yemeye devam ederseniz, ömür boyu sürecek hastalıklarla karşı karşıya kalabilirsiniz.
İşte aynen bunun gibi, sizler de her şeyi rüyalara bağlar ve rüyalardan dışarıya çıkamazsanız, bir rüya adamı olarak kalır gidersiniz. "Yakaza" dediğimiz husus da aynen bunun gibidir. Meselâ, ben yakazaya inanan biriyim. Bir gün, bir yerde, bir zatla ―gençlik dönemlerinde, hem de teşvike çok ihtiyacım olduğu bir anda― beraberken o zat birden heyecanlandı ve donuklaştı ve bana "Üstad'la falan ve filan şu anda buraya geldi!" dedi. Ne dediklerini sorunca, onların mesajını söyledi. Belki ben buna inandım veya inanmadım ama işin doğrusu böyle bir müjde irademe fer verdi.
Ancak bunlar Kitap ve Sünnet gibi teşrîin gerçek kaynakları yanında hüccet ve delil sayılabilecek kriter ve kurallar değildir. Meselâ, ―farzımuhal― yakazaten Efendimiz burada bana gelse dese ki: "Sana bir tavsiyem var!" Ben de: "Emrin başım gözüm üstüne, nedir yâ Resûlallah!" derim. "Bak, dün konuştun, bugün de konuştun ama yarın konuşma, bu işte hayır yok!" dese, ben biraz düşünürüm. Hem de O'ndan aldığım kriterleri kullanarak bu mevzuda yakazeten verilen emri dinlemek lâzım mı, değil mi? İşte bunu düşünürüm.
Şimdi benim burada konuşmam mubah bir şeydir. Konuşsam da olur, konuşmasam da. Fakat Allah Resûlü din-i mübîn-i İslâm'ı tebliğ etmeyi bir mükellefiyet olarak, bilen insanların sırtına yüklemiyor mu? Yine O, uyulması ve hüccet alınması gereken sözlerin kendi sözleri olduğunu söylemiyor mu? Öyleyse burada ben, yakazada söyleyen Allah Resûlü'nü değil de dün hayatta iken, peygamber olarak konuşan Resûlullah'ı dinler, tebliğ ve irşad faaliyetine devam ederim.
Evet, Nebiler Serveri'ne tazimde bulunma, saygı gösterme başka bir mesele, O'nu hüccet ve delil olarak kabul etme, hayatı ve paygamberliği itibarıyla O'na uymak başka bir meseledir. Yoksa, gerek rüya ve yakazalar, gerekse cinleri, şeytanları kullanma yolu ile –hafizanallah– bazı ahvalde inananlar doğru yoldan sapabilir; sapabilir ve kazanma kuşağında kaybedebilirler. Meselâ, Gulam Ahmed, böyle bir handikapın içine düşmüş ve kaybetmiştir. O, Yogizmde ve Hinduizmde, ruha kendi gücünü kazandırma konusunda ileri seviyede biri olduğundan, Müslümanlığın üstünlüğünü bu yolla ortaya koyma yolunu tutmuş ve dilini gırtlağına sokup altı ay bir şey yemeden durmaya çalışmıştır. Güya o, bununla Brahmanlara, Budistlere karşı İslâm'ın üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmıştır.. çalışmış ve böyle bir yola girmiştir.
Rica ederim İslâm'ı anlatmanın yolu bu mudur? Ve neticede Gulam Ahmed sırasıyla "Mehdiyim, imam-ı muntazarım, peygamberim!" demiş ve en son hulûl ve ittihada inanarak "Ben Allahım!" demiştir.
İşte, cinleri, şeytanları kullanma insanı doğru yoldan çıkartacak böyle bir inhiraftır. Evet, bu tür meseleleri yani rüyalarla amel etme, yakazalara güvenme, cinleri kullanma.. hep böyle çok masumane, Müslümanlık duygu ve düşünceleri içinde başlar.. başlar ama bir de bakarsınız ki şirazeden çıkmışsınız. Şimdi konuyu, çoklarının dilbeste olduğu bir misal ile biraz daha açayım:
Bize düşen şey, Kitab'a ve Sünnet'e uymaktır. Meselâ siz göklerde gezip dolaşsanız, zaman-üstülük içinde Efendimiz'le buluşsanız, Cenâb-ı Hakk'ın değişik şekilde tecellîleri ile baş başa kalsanız.. işte bütün bunlar, Sünnet'i yaşamanın yanında ceviz kabuğu kadar yer doldurmaz.
O hâlde saf Müslüman olarak kalalım, zeminde yürüyelim. "Rütbeli olmak değil, nefer olmak daha iyidir" diyelim ve insanlardan bir insan olalım. Hz. Ömer Efendimiz kendisine: "Sen Peygamberi memnun ettin, Ebû Bekir'i memnun ettin. Cennet'e gireceksin ve firdevsler senin otağın olacak!" diyenlere acı tebessümle bakar, "Şu dünyaya girdiğim gibi çıksam çok memnun olacağım!" der. Ben de, şahsen bunu bulsam çok memnun olurum.
Sizler tertemiz duygularla yaşar, kılı kırk yararcasına "Kitap ve Sünnet" derseniz, "Şeriat-ı Garrâ"nın elmas düsturlarını, ak yolun prensiplerini hayat düsturu yapar yaşarsanız, Allah da sizi boş bırakmaz, velilere lütfettiğini lütfeder.
Sizin bundan sonra din adına söylenen şeylerin dışında artık alacağınız fazla bir şey kalmamıştır. Gördüğünüz rüya ve yakazalar, şevkinize medar olabilecek şekilde sizi şahlandırıyorsa onunla iktifa etmelisiniz...
- tarihinde hazırlandı.