Kulluk Şuurunda Mükemmelliği Yakalama
Sohbetlerinizde sık sık, kulluk şuurunda mükemmelliğin yakalanmasından bahsediyorsunuz. Bu ne demektir ve buna nasıl ulaşılır?
Tarih boyu hemen her yenilenme (tecdit) döneminde, kullukta mükemmelliğin yakalanması söz konusu olmuştur. Mükemmeli bulma, şahıstan şahısa, durumdan duruma değiştiğinden dolayı da bu, bir mânâda izafî kabul edilebilir. Ama mükemmel kulluk adına ille bir ölçü söylenmesi gerekiyorsa; bunu, emir ve yasaklara saygı ve sadakat dairesinde kalarak Allah nezdinden gelen vâridlerin insan gönlünde hissedilmesi ve kulluğun, nazarî bilginin üstünde keşfen ve zevken de duyulması şeklinde bir ölçü ile özetleyebiliriz. Aslında kulluk adına hepimiz yapılması gerekli olan şeyleri biliriz ama, onların zamanla kalbimizde inkişaf edip bir de zevken, keşfen kendini hissettirmesi meselesi vardır ki, bu tamamen, her şahsın bu hususta biraz kendini zorlamasıyla alâkalıdır. Kendilerini okumaya yanaşmayan insanların üzerlerindeki bu türlü vâridleri hissetmeleri de söz konusu değildir.
Meselâ, namaz nedir? Nezd-i Ulûhiyette ne ifade eder? Kalbte duyulması nedir? Evet kalbte kemmiyetsiz, keyfiyetsiz Zât-ı ulûhiyet duyuluyorsa -Allah kelimesini bilhassa kullanmıyorum- evleviyetle en kâmil peygamberin, en kâmil ümmetinin en kâmil ibâdeti, hatta neredeyse iman derecesine yükseltilen namaz, kendine mahsus çizgileriyle insanın vicdanında duyulmalıdır. Bu ise ikinci bir bilgi veya bilginin mârifete dönüşmesi ile mümkün olur. Allah hakkında bir yaratıcı' vardır demek başkadır; zamanla ibadet ü taat, evrad u ezkârla aynı bilginin bir kalb kültürü haline gelmesi tamamen başkadır.
İnsanlığın yaratılışından gaye, insan-ı kâmil olmaktır. 'Ve mâ halaktü'l-cinne ve'l-inse illâ liya'büdûn; Ben insanları ve cinleri ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım.' âyet-i kerimesinde, yaratılışın esas gayesi anlatılırken 'ibadet' kelimesinin kullanılması mânidardır. İbadet deyince bizim ilk aklımıza gelen namaz, oruç, zekat, hac nevinden yaptığımız ameller olur. Oysa kelimenin iştikakından istifadeyle yapılacak bir tahkikle meseleye daha farklı yaklaşıldığında görülür ki, ibadet, Allah yolunda duyulan, hissedilen, yaşanan ve yapılan şeylerin insan hayatı ve insan tabiatıyla bütünleşmesi ve yaşanan bu yolun şehrah haline gelmesi demektir. Evet aynı güzargahta sürekli çalışan bir şoförün, o yolun hangi km'sinde kavis, viraj vs. olduğunu çok iyi bilmesi gibi insanın, kulluğu o şekilde duyması, yakından tanıması ve kulluk yolunun insanı şaşırtmayacak kadar işlek bir yol haline gelmesini sağlaması da çok önemlidir. Araplar bu hususu ifade sadedinde, ibadet kökünden gelen bir kelimeyi kullanarak 'tarîkun muabbed; işlek yol' tabirini kullanırlar.
Burada, İbn Abbas 'liya'budûn' için 'liya'rifûn; tanısınlar, mârifete ulaşsınlar' şeklindeki tevcihiyle farklı bir noktaya dikkatleri çeker. Bu ibtidaî bir Allah bilgisi anlamının ötesinde o bilgi üzerine bina edilerek işlek hale getirilmiş bir kulluk yolu demektir. Evet kulluk bir yoldur; insan o yolda olmazsa O'na varamaz. Öyleyse varılacak yol da onun içindedir. Yani sebep zikrediliyor, müsebbep murad ediliyor; yol gösteriliyor, o yolla yürüdüğün zaman varacağın hedefe işaret ediliyor. Bu açıdan denebilir ki, ciddî kulluk yolunda olan bir insanın, mârifet ufkuna ulaşması da tabiî hatta zarurîdir.
Diğer bir yaklaşımla, esas ulaşılması gerekli olan 'liya'rifûn' ufkudur ya da o ufku, herkesin kulluğu derecesine göre duyup hissetmesidir. Bunu bir başka ifade tarzıyla, insanın önce kendi kulluğunu duyması, sonra Mâbud-u Mutlak'ın, Mâbudiyete istihkakını bilip sürekli onun karşısında olduğunu hissetmesi de diyebiliriz. Bu konuda sunîliğe girilmemesi bir esastır. Efendimiz'in duyduğunu, Hz. Ebû Bekir'in duyması, Hz. Ebû Bekir'in duyduğunu Abdülkadir Geylanî'nin duyması mümkün değildir. Muvakkaten Bediüzzaman'ın iç âlemine nüfuz imkânı olsaydı ve namaz kılarken, Rabbin huzurunda neler duyduğu tesbit edilebilseydi, zannediyorum kendimizden utanırdık. Bereket Allah bize büyüklerin namazlarını duyurmamış!. Yoksa kendi namazlarımızı değersiz bulur, kaldırır bir kenara atardık. Onların namazı, mehabet altında, yerinde ezilme, yerinde eğilme, içinde boyunduruklar dönüyor gibi halden hale girme ve rengi-benzi atmalar içinde gerçekleşir. Onların bu derinlikteki kulluğu bir kahramanlık, başkalarının onları taklidi ise bir sahtekârlıktır. Bu gibi hususlarda artistliğe girilmemeli; herkes kendi olmalı ve karakterini sergilemelidir.
Yukarıda kişinin her lâhza kul olduğunu duymasının yanında, Hz. Mâbud-u Mutlak'ın ve Mâbud-u Mustahak'ın o işe istihkakını da her lahza duyabilmesi demiştik. Bunu biraz açmak icap edecek; mesela, kıyamdasınız. Kıyamımı derinleştirme imkânım olsaydı Rabbimin karşısında, bana yakışan, hiç sesimi çıkarmadan bütün bir ömür böyle durmaktır. Bunu yapmam mümkün değil ama, yapsam bile birçok eksiklerim olduğu muhakkaktır. Bunca eksikliğe rağmen keşke, bir taraftan gözümün ucuyla bir nigâh-ı âşinâ kılıp kapı aralığından O'nu temaşa edebilsem, O'nu duysam, diğer yandan da o işi en kâmil mânâda eda etmeye çalışsam; işte o zaman belli ölçüde ona yönelmiş sayılırım.
Bir başka yaklaşım da; belki ben böyle çok kamilâne bir ubudiyet mülâhazam içinde ve tam bir kul olma şuuruyla Rabbimin huzurunda duruyorum ama, bu meselenin bana ait yanları çok su götürür ve kim bilir ne kadar eksiklerim var..? Burada önemli ayrı bir husus daha var ki o da kim ne kadar derin kulluk yaparsa yapsın, Allah'ın buna ve bunun çok üstünde istihkakının olduğudur. İşte insanın vicdanında bunu duyması kullukta kemalin bir başka buududur.
Rükû'da benzer mülâhazalarla rükûu gerçekleştirme.. ve bana ne kadar yakışıyor; her şeyin karşında iki büklüm olması da Sana ne kadar yakışıyor... Keza secde de bana ne kadar yakışıyor ve Sana ne kadar muvafık... ve diğer rükünlerde de aynı mülâhazalar. Bunun, küçük bir emaresi de var; başını secdeye koyduğun zaman, başını kaldırmayla da memur olduğundan dolayı kaldırmaya yönelme hissiyle ancak kaldıracaksın. Yoksa hiç de başımı kaldırmak içimden gelmiyor. Eğil diyorsun, eğiliyorum; eğiliyorum ama, gerçekten eğilmesi gerekli olan Zât karşısında bir durumsa şayet bu, işte burada sonsuza kadar durulur. Fakat ne yapayım ki, Sen başını kaldır diyorsun, ben de ona uyarak kaldırıyorum. Aynen Efendimiz (s.a.s.)'in namazdan kerhen ayrılıp hanımlarının yanına kerhen gitmesi gibi. Allah Resûlü'nün şu mübarek sözleri de bizler için yakalanması gereken bir hedeftir: 'Sizin cismâniyetiniz ve bedeniniz itibarıyla hemcinslerinize karşı duyduğunuz şehveti ben, namaza karşı duyuyorum.'
- tarihinde hazırlandı.