Rahmeti Sonsuz’a iltica
Cenâb-ı Hak, insanların hüsn-ü zanlarını bir dua kabul edebilir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), cenazesinde kırk (hatta bir rivayette üç) salih adam bulunan bir insanın cennete gideceğini müjdelemiş, o insanların iyi şehadette bulunmalarının şefaatçi olacağını beyan buyurmuşlardır.
Bununla beraber, Allah’ın rahmetine sığınma, “Sadece Senin kapın var.” deme çok önemlidir. Hani bir menkıbede anlatılır: Bir zat pek çok talebe yetiştiriyor. Talebeler, bir zaman sonra ufukları açılınca bakıyorlar ki; efendi hazretleri şekâvet kutbunda duruyor. Yavaş yavaş ayrılıyorlar onun yanından, birer birer gidiyorlar. Tek bir mürid kalıyor vefa ile dopdolu. “Dine muhalif bir yanı var mı üstadın?” diye düşünüyor; kılı kırk yararcasına dini yaşayan, mişkât-ı nübüvvet altında hareketlerini götüren bu zatta dine ters hiçbir şey görmüyor. Herkes gitse de o kalıyor hocasının yanında. Bir gün hak dost diyor ki, “Arkadaşların neden gitti, sen neden kaldın?” Sorusunda ısrar edince vefalı talebe cevaplıyor: “Efendim, onlar, hakkınızdaki müşahedeleri ve berzahî mahiyetiniz itibariyle sizi şakî gördüklerinden yanınızdan ayrılmayı uygun buldular. Bana gelince, gözüm sizde hakikate açıldı. Size vefasızlık edemezdim.” Şeyh efendi, “Evladım, ben o yazıyı kırk senedir öyle görüyorum ama bana başka kapı gösterebilir misin ki ona gideyim...” diyor. Bu sözünden sonra o şakî yazısı silinip “saîd”e inkılap ediyor.
Onun için meselenin imtihan yönünü de ihmal etmemek lazım. Siz, başınızı eşiğe kor beklersiniz de kırk sene hiç kabul edilmeyebilirsiniz. Bir fert namaz kılsa oruç tutsa binlerce ibadet ü tâat yerine getirse de ancak Allah’ın rahmetiyle cennete gidebilir. O, murad buyurursa bütün insanlığı cehenneme koyar ve buna kimse bir şey diyemez; mülk O’nundur; istediği gibi tasarruf eder. O zat, bu mülahazalarla başını bu eşikten hiç kaldırmıyor, hep vefayla davranıyor. Allah (cc) bu şahsın zatında örnek alınacak bir yüksek karakteri ortaya koyuyor. Kırk sene Rabb’ine el açmış, o kapıdan başka kapı bilmemiş, neticede bir vefa kahramanı olmuş.
İşte, bu vefa çok önemlidir. Bazen bir söz, bir tavır, bir davranış Hak katında pek hora geçer. Bilemeyiz, Erzurumluların ifadesiyle bahane Tanrı’sının kimi ne ile affedeceğini bilemeyiz. Bize düşen şey, kemâl-i sadakatle O’na bağlı yaşamaktır. O’nsuz yapamayacağımızı hem vicdanımızda duymak hem de bunu her fırsatta ifade etmektir.
Başka kapı yok
Üstad da aynı şeyi ifade ediyor: “Senden başka kapı yok ki ona gidilsin.” diyor. Bu genel bir mülahazadır. İbrahim Ethem de aynı nağmeyi seslendiriyor:
Hecertü’l-halka turran fî hevâke
Ve eytemtü’l-iyâle likey erâke
Velev katta’tenî fi’l-hubbi irben
Lemâ hanne’l-füâdü illâ sivâke.
Tecâvez an daîfin kad etâke
Ve câe râciyen yercû nidâke
Ve in yekü ya müheyminu kad asâke
Felem yescüd lima’bûdin sivâke.
İlahî abdüke’l-âsi etâke
Mukırran bi’zzünûbi ve kad deâke
Fein tağfir fe ente ehlün lizâke
Fein tadrud femen yerham sivâke.
(Allah’ım, Senin uğruna her şeyi terk ettim. Cemâlini görmek için çoluk-çocuğu yetim bıraktım. Aşkınla beni parça parça etsen de şu kalbim Senden başkasına meyl etmeyecektir. Eşiğine gelmiş bu dilenciyi hoş gör. Hoş gör ki, o Senin davetinden ümitlenip Sana koşmuştur. Ey her şeyi bilen, her şeyden haberi olan Müheymin, Kulun günahlara batmıştır, batmıştır ama Senden başkasına da secde etmemiştir. İşte, asi kulun kapına geldi, Günahlarını itiraf edip yalnız Sana iltica ediyor. Onu affedecek sadece Sensin; Affetmez de kapından kovarsan, Senden başka kim var ki ona merhamet etsin.)
Evet, “Her ne kadar hayatım Sana isyanla geçmişse de Sen’den başka mabuda secde etmedim.” diyor. İşte bu duygu, nezd-i Ulûhiyette hora geçen bir duygudur. Bu duyguda bir mahviyet vardır; ma’siyeti kabul vardır. Şahsı adına yaptığı en küçük inhirafları çok büyük ve mahvedici olarak görme vardır. Fakat aynı zamanda Allah’ın rahmetinin enginliğine sığınma da vardır.
İnsan, ruhuyla insandır
İman bir kalp işidir. Kalbin; zihin, irade ve latife-i Rabbaniye gibi rükünleri vardır. Ruh, bu mekanizmayı işletici en büyük âmildir. Ceset, fizyolojik hüviyetiyle ruhla münasebet kurduğu yani işlerini ruhun fakültelerine soktuğu nispette maddi-manevi canlılığını devam ettirir. Binaenaleyh, insanın cesedi vardır ve bu ceset bütün bir hayat boyunca değişir durur. İnsanda değişmeyen sabit bir hakikat ve basit bir cevher vardır ki, o da ruhtur. İnsan, ruhuyla Allah’a iman eder, ruhuyla kabre girer ve ruhuyla berzah hayatını yaşar. Mümin, ruhun gözleriyle cennet-i âlâyı, kâfir ise cehenneme ait manzarayı müşahede eder. Ceset, kabirde çürür. Öyleyse iman ve iz’an ruhla beraber devam ediyor demektir. Ehl-i keşfi’l-kuburun (kabirdekilerin hallerini müşahede eden Allah’ın veli kullarının) bir kısım müşahedelerine dayanarak rahatlıkla diyebiliriz ki, iman eden insanlar orada yudum yudum imanın lezzetlerini yudumlarlar; küfür içinde yaşayan kimseler ise küfrün -şecere-i zakkum gibi- meyvelerini yerler ve dudaklarıyla beraber ciğerlerini, ciğerleriyle beraber de kalplerini parçalarlar.
Bir kimse rüyasında, vefat edip ahirete göçmüş birisini dünyada abdest almaya hazırlandığı gibi orada da abdest alırken görür. Kendisine “Nasılsın?” diye sorar. O da, “Vallahi ahireti anlattıkları gibi korkunç değil, çok iyi buldum.” der. (Ahiret, Rabb’e teveccüh eden insanlar için çok iyidir.) “Sen cennetlik mi, yoksa cehennemlik misin?” diye sorunca, “Henüz belli değil.” cevabını verir. Bundan da anlaşılmaktadır ki, ahirete intikal edenler orada da ahirete, haşre-neşre, mizana-muvazeneye, amellerin tartılmasına, hayrın ve hasenatın rüçhaniyetiyle cennete gitmeye veya aksiyle cehenneme gitmeye iman içindedirler.
Evet, tıpkı rüyada abdest alırken görülen mevtâ misalinde olduğu gibi bir kişi, hadisin ifadesiyle nasıl yaşarsa öyle ölecek ve nasıl ölürse öyle de dirilecektir. Sultan Ahmet (cennet mekân aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufran), Sultan Ahmet Camii’ni yaptırırken eteklerine taş ve çakıl doldurmak suretiyle bir amele gibi cami inşaatında çalışır. O böyle, bir yandan tozun-toprağın içinde çalışırken diğer yandan da gözleri dolu, Hakk’a şöyle niyaz eder: “Allah’ım! Ahmet kulunun bu hizmetini çalışanların yanında kabul eyle!” Bu vaziyette yaşadığı için 24 veya 28 yaşında can hulkuma geldiği hengâmda başında bulunan lalasına, “Lalam! Beni doğrult da gideyim cami inşaatında biraz çamur-taş taşıyayım.” der. Evet, Sultan Ahmet ölüm yatağında bile mescit yapma işine koşmaktadır. Ayetin ifadesiyle, “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’ı ve âhireti tasdik eden, namazı gereği gibi kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka kimseden çekinmeyen müminler bina edip şenlendirir. İşte onlar cennete ve diğer ümitlerine kavuşmayı umabilirler.” (Tevbe, 9/18)
Hâsılı, berzah âlemi içinde imanı taşıyan, latife-i Rabbaniye ve manevi zihinle bir çeşit münasebeti olan ruh olduğundan iman, ruhla beraber öbür âlemde devam etmektedir. Cenab-ı Hak bizi mü’min olarak yaşatsın, mü’min öldürsün ve mü’min olarak da haşretsin. Âmin.
Haftanın duası
Evvel-âhir bütün hamd ü senalar, şükürler Âlemlerin Rabbi Cenâb-ı Allah’a, nihayetsiz salât ü selam da kâinatın medar-ı iftiharı Efendimiz’in üzerine olsun! Dinimize ve dünyaya müteallik bütün işlerimizde insî ve cinnî şeytanların, durmadan kötülüğü emredip duran nefs-i emmârenin vereceği zararlardan bizi muhafaza et. Ey her zaman inayetiyle bizimle beraber olan Rabb’imiz! Bizi ve gönlünü Senin dinine vermiş bütün inananları himaye eyle.
Sözün özü
Birisi; büyüklüğüyle, başarılarıyla, muvaffakiyetleriyle, zaferleriyle dillere destan olsun, emirliğiyle ‘ni’me’l-emir’ dedirtecek seviyeye, ordularıyla ‘ni’me’l-ceyş’ dedirtecek ufka ulaşsın, binler, yüz binler İstanbul fethetsin... Bütün bu başarılar, kurtuluşumuz adına eğer ilâhî te’yîdât yoksa hiçbir şey ifade etmezler. Allah, rahmetiyle bizi sarıp sarmalar ve fazlıyla kuşatırsa işte o zaman kurtuluruz.
Not: Bu metinler, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, 1970’li yıllarda cami cemaatinin sorularına verdiği cevaplardan derlenmiştir.
- tarihinde hazırlandı.