Rabb'in için namaz kıl ve kurban kes!
Son günlerde çokça duyup dinlediğiniz gibi kurban, lügatlere göre “yaklaşmak” manasına gelmekte ve Allah yolunda malın, canın, her şeyin feda edilebileceğini, Allah'a teslimiyeti ve O'na karşı şükür hisleriyle dolu olmayı ifade etmektedir. Kurban kesmek, Kitap, Sünnet ve icmâ-yı ümmet ile sabittir. Kur'an-ı Kerîm'in, “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” (Kevser, 108/2) mealindeki ayetle, bildiğimiz kurbanı işaret ettiği hususunda İslâm ulemasının çoğunluğu aynı görüştedir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de, İbn Mâce'de ve Müsned'de geçen bir hadis-i şerifte “İmkânı olup da kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın” buyurmuştur. Bu ve benzeri delillerden hareket eden Hanefi fukahâsı kurban kesmenin vâcip olduğu kanaatine varmışlardır.
Hâbil ile Kâbil'in kurbanları
Kur'an-ı Kerim, Mâide Sûresi'nin 27-29. ayetlerinde bize, Hazreti Âdem'in iki çocuğunun kıssasını anlatır: Cenab-ı Allah buyurur ki, “Onlara Âdem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onların her ikisi birer kurban takdim etmişlerdi de birininki kabul edilmiş, öbürününki kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, kardeşine, ‘Seni öldüreceğim.' dedi. O da, ‘Allah, ancak muttakilerden kabul buyurur.' dedi. Yemin ederim ki, sen beni öldürmek için el kaldırırsan da, ben seni öldürmek için sana el kaldırmam. Çünkü ben âlemlerin Rabb'i Allah'tan korkarım. (Öyle bir şey yaparsan) dilerim ki sen, kendi günahınla beraber benim günahımı da yüklenesin de cehennemliklerden olasın.' Zalimlerin cezası işte budur!”
Kur'an-ı Kerîm'de ve güvenilir hiçbir hadis-i şerifte, Hazreti Âdem'in bu iki çocuğunun isimlerinden bahsedilmese de geçmiş kitaplarda isimlerinin Hâbil ve Kâbil olduğu belirtilen iki kardeş arasında bir meseleden dolayı anlaşmazlık çıkar ve neticede Kâbil, kardeşi Hâbil'i kıskançlıkla, haksız yere öldürür. Kur'an, bu iki kardeş arasında meydana gelen olayın detaylarını zikretmez; çünkü meydana gelen hadise, zaman ve mekânla sınırlı değildir. Burada önemli olan da isimler değil, şahsiyetler ve temsil ettikleri zihniyetlerdir.
Tefsirlerde ve diğer İslâmî eserlerde geçtiği üzere Kâbil ziraatçı, Hâbil ise çobandı. Her ikisi de kurban emrine muhatap olunca Kâbil, koyun kesmeye yanaşmamış, ürünün iyi kısmından kurban etmeye de kıyamamış ve kıymetsiz başaklardan oluşan bir demeti kurban olarak arz etmişti. Hâbil ise beğendiği bir koyunu kurban etmişti. Hâbil'in kurbanı kabul görmüş, Kâbil'inki ise adeta yüzüne çarpılmıştı. İşte, daha o dönemde, insanoğlu Allah'ın koyduğu ibadet kurallarına kendi mantığını ve tasarruflarını karıştırmaya başlamış, kurbanı kendi manasından çıkarıp onu bir uzaklık sebebi haline getirmişti.
İbadetlerin manası
Bugün de kurbana aynı mantıkla bakıldığı söylenebilir. Oysa Allah'a yaklaşmak için bir yol olan kurban, özellikleri tespit edilmiş bir hayvanı belli bir vakitte, ibadet maksadıyla ve usulüne uygun olarak kesmek demektir. Onun formatı Allah tarafından ortaya konulmuştur ve insanların o ibadet yerine başka bir ibadeti ikame etmeye ya da onun şeklini değiştirmeye hakları yoktur.
Sadece kurban değil, bütün ibadetler, fıkhî deyimiyle, taabbudî alana girer ve vahye göre şekillenmiştir. Hanefi fûkahası, taabbudî olan ve illetlerinin akılla kavranması mümkün olmayan hususlarda kıyas bile yapılamayacağı görüşündedirler. Evet, ibadetler “taabbudî”dir; yani, onları Allah emrettiği için, O'nun istediği zamanda, O'nun gösterdiği şekilde ve O'nun rızasını kazanmak niyetiyle yaparsak ya da sırf Allah yasakladığı için bazı şeylerden sakınırsak işte o zaman o amelimiz ibadet hükmüne geçer.. Kur'an nasıl getirmiş, Peygamberimiz nasıl göstermişse aynen öyle koruyup uyguladığımız, onlarda değişikliklere, artırma ve eksiltmelere girmediğimiz, Peygamberimiz tarafından öğretilen şekline dokunmadığımız sürece ibadetlerimiz ibadet olarak kalır.
Tabii ki, bu ilahî emir ve yasakların pek çok hikmetleri ve menfaatleri de vardır. Fakat sadece bu hikmet ve menfaatler gözetilerek yapılan, kulluk düşüncesiyle ve Allah'ın rızasını kazanma niyetiyle yapılmayan şeyler ibadet sayılmazlar ve insana sevap da kazandırmazlar. Çünkü o ibadetlerin teşrîi doğrudan vahye dayalıdır ve o bilinen hikmetler, bilinmeyenlere göre çok azdır. Namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerin emredilmesinde, içki ve kumar gibi kötülüklerin de nehyedilmesinde “illet” başkadır, “hikmetler” başkadır. Bunların yapılıp yapılmamasındaki asıl “illet” Allah'ın emretmesi veya nehyetmesidir.
- Allah'a yaklaşmak için bir yol olan kurban, özellikleri tespit edilmiş bir hayvanı belli bir vakitte, ibadet maksadıyla ve usulüne uygun kesmek demektir.
- Kurban, Allah yolunda malın, canın, her şeyin feda edilebileceğini, Allah'a teslimiyeti ve O'na karşı şükür hisleriyle dolu olmayı ifade etmektedir.
- Kulluk düşüncesi ve Allah'ın rızasını kazanma niyetiyle değil sadece hikmet ve menfaatleri gözetilerek yapılan şeyler ibadet sayılmazlar.
Kurban kesmenin hikmetleri
Hikmetler, dinin esası, temeli ve şer'î kanunların konulmasının gerekçesi değildir. Allah (celle celâluhû), emir buyurur, biz de onu yaparız. Fakat Allah aynı zamanda Hakîm'dir. Emrettiği her şeyde hikmet de vardır. Biz, “Falan işin, vacibin veya farzın hikmeti şudur.” dediğimiz zaman hikmete sınır koymuş oluruz. O vecibenin belki pek çok hikmeti vardır ama bizim dar aklımızla ve küçük kıstaslarımızla kavradığımız şey sadece o hikmetlerinden bir veya birkaçından ibarettir.
Mesela, namazın pek çok hikmeti vardır. Bu hikmetlerden biri de, insanların cemaate gelip birbirini tanımasıdır. İkincisi, onun vücudun sıhhatiyle alâkalı yönüdür. Üçüncüsü, insanın yediği şeyleri hazmetmesidir. Dördüncüsü, mescide gitme zaruretinden dolayı bir kısım kimseler için yürüme ihtiyacının karşılanmasıdır… Bunları daha da çoğaltmak mümkündür. Şimdi biz on tane mesele saysak ve “Namaz, işte bu hikmetlerle çerçevelenmiştir.” desek, yine de namazın manasını daraltmış ve sıkıştırmış oluruz. Zira Hakîm-i Mutlak olan Hazreti Allah (celle celâluhû) belki binbir ismin cilvesi olarak o namazın içine binbir tane hikmet koymuştur. Biz ise dar aklımız ve zavallı kıstaslarımızla ancak onun dört-beş tanesini bilebiliyoruz. Aynen bunun gibi kurban ibadeti de pek çok hikmeti bulunan bir ibadettir.
Bu girizgâhtan sonra kurban kesmenin hikmetleri adına şunlar söylenebilir: Birincisi, Hazreti İbrahim bir civanmertlik, nefsi ve evladı adına yapacağı fevkalâde bir cömertliğin gereği olarak oğlunu kurban etmeye azmettiği an, bu büyük sadakat ve fedakârlığa Cenab-ı Hakk'ın bir lütfu ve ihsanı olarak bir koçun hediye edilip, İsmail Zebîhullah mezbûh olmaktan (kurban edilmekten) kurtarılmıştır.
İkincisi, kesilen kurban, kurbanı kesen üzerindeki mükellefiyeti düşürür. Ondan sonra etin dağıtılması gelir. Kurbanın üçte ikisi dağıtılır, geriye kalan üçte biri de kurban sahibinin olur. İsterse onu da dağıtabilir. Bundan da anlaşılmaktadır ki, kurban kesmek başkalarına karşı da bir hiss-i semahat (cömertlik) ifadesidir. Bu manada kurban, fakir-fukarayı gözetme, iyilikte ve ihsanda bulunma demektir.
Üçüncüsü, kurban kesen kimse Cenab-ı Hakk'a şöyle demiş olur: “Allah'ım! Sen, bize hayvanlarımızı boğazlamamızı emrettin. Biz, hayvanlarımızı boğazlamakla emrine inkıyadımızı izhar ediyoruz.” Kurban, bu yönüyle de bir teslimiyetin ifadesi demektir.
Bunun gibi daha pek çok hikmetler sıralanabilir. Ancak bütün bunlar, hikmet çerçevesi içinde kendisine yaklaştığımız, hakiki hikmetin bir kısım parıltılarından ibarettir. Bize düşen; kulluk şuuru içinde, Rabb'imizden gelen emirlere teslim olmak ve itaat etmektir ki, işte kurbanın hakiki hikmeti budur.
Haftanın Duası
Büyük Allah'tır, her türlü hamd ü senâ O Yüceler Yücesi'nin hakkıdır ve sabah-akşam tesbîh ile anılmaya lâyık yalnız O'dur. Dünya ve ahiret saadetimizin biricik vesilesi Efendimiz'i, âlini ve ashabını salât ü selamlarla yâd ediyoruz. Rabb'imiz! Ne olur, güzel isimlerin, ulvî sıfatların, Peygamberimiz ve Kur'an hürmeti için dualarımızı kabul buyur; yolunun bu aciz yolcularını dergâhından eli boş geri çevirme, haybet ve hüsrana maruz bırakma! Âmin!
Sözün Özü
Kul, her zaman Allah'a karşı çok samimî ve gönülden müteveccih olmalıdır. Aslında teveccühü yine teveccüh doğurur. İnsan, tıpkı ayçiçeğinin güneşe bakışı gibi hep O'na bakabildiği ölçüde O'nun tecelliyatına mazhar olur. Burada esas olan gönülden müteveccih olabilmektir. Gönlünün sesini seslendiremeyenlerin ve alıcılarını maneviyata karşı kapalı tutanların o tecellîlerden istifadesi zor, hatta imkânsızdır.
- tarihinde hazırlandı.