Laubali davranışlar hep kaybettiriyor
Mü'minûn sûre-i celilesinde, hakiki ve kâmil mü'minlerin vasıfları anlatılırken, “(O mü'minler), her türlü boş, faydasız ve manasız söz ve davranışlardan yüz çevirir ve uzak dururlar.” buyurulmaktadır. Evet, mü'min, maddî-mânevî herhangi bir kazancı olmayan söz, fiil ve davranışlardan uzak durur. Çünkü o, âhireti peyleme mevzuunda zamanı öyle kullanmalıdır ki, yaşadığı zaman dilimi, ahirette ona Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm (aleyhi efdalu't-tahiyyât ve ekmelü't-teslîmât)'la bir sofranın başında oturma ve Allah'ın (celle celâluhu) rızasına erip cemalini müşâhede etme lütfu şeklinde kendine geri dönsün. Bundan dolayı o, vaktini ya kitap okuyarak, dua ederek, sohbet-i cânan eksenli müzakerelerde bulunarak veya hak ve hakikat yolunda hizmet ederek, hizmete engel teşkil eden problem ve açmazları ortadan kaldırmak için çözümler üreterek geçirir ki, bunların hepsi birer ibadet sayılır. Çünkü doğrudan hizmet etmenin yanı başında, hizmeti kolaylaştıracak ameliyelerde bulunma da bir hizmettir. Böylece mü'min, bu türlü hayırlı işlerle vaktini geçirmek suretiyle boş yere konuşmamış, zamanını israf etmemiş, faydasız iş ve meşguliyetlerle kalp ve ruhunda yaralar açacak bir duruma sebebiyet vermemiş olur.
Batmaktan kork!
Zira insan laubalice konuşmalar, boş lakırdılar, düşünülüp taşınılmaksızın ağızdan çıkan söz ve lafızlarla hiç farkına varmaksızın kalp ve ruhunda yaralar açıp latîfelerini öldürebilir. Bu noktada, çok tekerrür etse de önemine binaen ve mevzuumuzla alâkalı kısmına dikkat çekerek Hazreti Pir'in bu konudaki o veciz ifadesini bir kez daha hatırlatmak istiyorum. O diyor ki: “Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma.” Demek ki, yerinde, fuzuli bir konuşma, tek bir kelime dahi insanın helâkine, kayıp gitmesine sebebiyet verebilir. O halde bize düşen “Leylî sözü söyle yoksa hâmûş! – Sevgiliden söz et, aksi halde sus!” ifadeleriyle dile getirilen hakikati hayatımıza hayat kılmak yani ya sürekli Sevgili deyip inlemek veya sükût etmek olmalıdır. Zaten İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) Efendimiz de kendisine atfedilen mübarek bir sözde, mü'minin sözünün hikmet, sükûtunun da tefekkür olması gerektiği tavsiyesinde bulunmuyor mu? O hâlde ağzımızı açıp bir şey konuştuğumuzda ya din-diyanet adına, ülke ve ülkümüz hesabına bir fayda sağlayacak, bir mana ifade edecek şeyler konuşmalı veya bu faydaları temin edecek meseleleri tefekküre dalarak sükûtumuzu bir tefekkür zemini hâline getirmeliyiz. Zaten insanın, konuşmadan önce konuşacaklarını düşünmeye ihtiyacı vardır. Evet, yutmadan önce çiğnemek ne ise konuşmadan evvel düşünmek de odur. İnsan, ağzındaki lokmayı çiğnemeden yutmaya kalkışırsa vücudunda değişik komplikasyonlara sebebiyet verebilir ve hatta bu sebeple hayatını kaybedebilir. Aynen öyle de düşünülüp taşınılmaksızın ağızdan çıkan bir söz, yerine göre insana öyle bir zarar verir ki, insan o tek bir sözle latîfelerini soldurup öldürebilir.
Allah'a havale et ve yüz çevir!
Kasas Sûresi'nde Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “(Mü'minler) boş, manasız, çirkin sözlere maruz kaldıklarında (aynıyla mukabeleden uzak durup) yüzlerini çevirir ve o sözleri sarf edenlere şöyle derler: “Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size. Biz, sizin için de ancak iyilik ve selamet dileriz. Ne var ki biz kendini bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz.” (Kasas, 28/55). Âyet-i kerimede açıkça ifade edildiği üzere, mü'minler, sevimsiz, nahoş söz ve tavırlara maruz kaldıklarında hemen karşılık vermek yerine o çirkinliklere karşı kulak kapatır, göz yumar, söylenenlere aldırış etmeksizin, “Bizim işimiz bize, sizinki de size.” der, yüksek ahlâk ve seciyelerinin gereğini ortaya koyarlar. Sonra da; “Biz, cahillerle arkadaşlık etmeyi arzulamayız!” diyerek cehalete karşı belli bir tavır içerisinde olduklarını ifade edip âlicenâbâne bir tavırla oradan geçip giderler.
Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, bu ilâhî emriyle inanan insanları muhtemel tehlikelerden korumuş olmaktadır. Şöyle ki Müslümanlar, karşı tarafın sergilediği cahilane tavırlara karşı aynıyla mukabelede bulunacak olurlarsa, hiç istemeseler de, onların dengesiz ve ölçüsüz sözleri karşısında günümüz ifadesiyle provoke olunabilecek bir zemine kayabilirler. Tahrik söz konusu olunca da onların seviyesine düşme gibi bir irtifa kaybı yaşayabilirler. Hâlbuki değişik vesilelerle ifade edildiği üzere, edep ve hürmetten mahrum nâdânlar ne derlerse desinler, biz her zaman karakterimizin gereğini sergilemeli, üslûbumuzu namusumuz bilmeli ve bu mevzuda asla fedakârlıkta bulunamayacağımız, taviz veremeyeceğiz ortaya konulmalıdır.
Bundan dolayı hilm u silmin temsilcisi bir mü'minin, bu tür uygunsuz sözlerle karşılaştığında, onlara cevap vermek yerine o kem sözleri sahibiyle baş başa bırakıp orayı hemen terk etmesi daha muvafıktır. Çünkü bile bile gerçeği inkâr edip seviyesiz bir üslûpla mugalâtalara (yanıltmaca) giren bir kişiye olumlu herhangi bir şey anlatabilmeniz mümkün değildir. Orada durmak hak ve hakikate fayda getirmekten ziyade zarar verir. Çünkü biraz önce de ifade edildiği üzere çirkin ve incitici bir üslûpla hissiyatınıza hitap eder ve siz, hiç istemeseniz de o tür bir seviyesizliğin içine çekilmiş olursunuz. Hâlbuki mekân değişikliği yapmak, o gergin ve sıkıntılı ruh haletinden sıyrılma adına önemli bir faktördür. Siz, o tür bir durumla karşı karşıya kaldığınızda onları Allah'a havale edip yüz çevirir ve o mekândan ayrılırsanız iradenizin hakkını vermiş ve hissiyatınızı baskı altına almış olursunuz.
Rahman'ın has kulları
Elbette ki bu yolda koşarken hiç beklemediğimiz, ummadığımız, hesap etmediğimiz şekilde sert, haşin, cahilce muamele ve tavırlarla karşılaşabiliriz. İşte o zaman Furkan sûre-i celilesinde tavsif edilen Rahman'ın has kullarının sıfatlarını hatırlayacak ve o cahillerin lağviyatına ehemmiyet vermeksizin, aldırış etmeksizin yolumuza devam edeceğiz. Evet, Furkan Sûresi'nde vakar, ciddiyet, mahviyet ve tevazu içinde, yani oturuşları, kalkışları, bakışları, gezişleri kısaca bütün tavır ve davranışlarıyla mü'minliğe yakışır bir tavır ortaya koyan Rahman'ın kulları şöyle anlatılır:
“Rahmân'ın has kulları, yeryüzünde alçakgönüllü olmanın örneğidirler ve ağırbaşlı, yüzleri yerde hareket ederler. Cahiller kendilerine sataşınca da ‘selâm' der geçerler.” (Furkan, 25/63) Âdeta gökteki meleklerin yeryüzünde insan şeklinde temessül etmiş bir örneği olan o Rahman'ın has kullarının yürüyüşlerine, ahval ve gidişatına bakıldığında dikkatleri çekecek kadar yumuşak, kibar, nazik ve beyefendi oldukları görülür. Dışa akseden bu tavırlar, onların tabiî hâlleridir. Çünkü onlar, iç dünyalarının balans ayarını zaten bu anlayışa göre kurup, bu anlayışa göre ayarlamışlardır. Evet, iç ve dış dünyaları itibarıyla tam bir bütünlük arz eden o ibadürrahman (Rahman'ın kulları), Allah'ı bilmeyen veya bildikleriyle amel etmeyen o cahillerle karşılaşıp muhatap olduklarında emniyet, güven ve esenlik insanı olduklarını, kendilerinden onlara bir zarar dokunmayacağını ifade eder ve muhatapları tahrik edebilecek her türlü tavır ve davranıştan uzak dururlar.
Aslında bütün bunlar günümüz insanı için son derece önemli hakikatlerdir. Evet, günümüz Müslümanları olarak bizler, bu düsturları rehber edinerek birer Mevlâna, Yunus Emre ve Hazreti Pîr-i Mugan gibi hareket edip karakterimizin gereğini sergilemeliyiz. Bu istikamette, kimseyle bir kavga ve hesabımız olmadığını, gizli ajandalarımızın bulunmadığını, herkese bağrımızı açık tuttuğumuzu, ihtiyaç tekerrür eden her durumda bıkıp usanmaksızın ifade etmeli ve böylece İslâm'ın bir esenlik dini olduğunu göstermeliyiz.
Haftanın Duası
Allah’ım! Senden bizim, inanan kardeşlerimizin ve topyekûn insanların kalplerini, imana, İslam’a, Kur’an’a, ihsan duygusuna ve Peygamberimiz vasıtasıyla bize gönderdiğin bütün hakikatlere tastamam açmanı diliyoruz. Kalplerimizi topyekûn islerden, paslardan, küçük-büyük bütün virüs ve mikroplardan arındır. Kabirlerimizi Cennet bahçeleri gibi pür-nur eyle. Bilerek ya da bilmeyerek içine düştüğümüz hatalarımızı, günahlarımızı mağfiret buyur ve tekrar onlara bulaşmak suretiyle içimizin kirlenmesine müsaade etme!
Sözün Özü
Cenâb-ı Hakk'ın hoşnutluğu esas alındığı sürece, ister kendimize isterse başkalarına ait bir meselede hakkı ikame etmeye, hakkı tutup kaldırmaya matuf gayret ve çabalar içinde bulunma, ibadet sayılır. Hatta hakkı ikame etme mevzuunda ortaya konulan stratejiler, planlar, meşveretler, yol ve yöntem belirleme istikametindeki fikir cehdleri de ibadet kategorisi içinde mütalâa edilebilir. Eğer ulaşılmak istenen maksat bir farz ise, farza ulaşmak için kullanılan yol ve yöntemler de kişiye farz sevabı kazandırır. Nitekim bilindiği gibi, namaz için abdest farzdır; bu sebeple namaz yolunda alınan abdest de insana farz sevabı kazandırmaktadır.
- tarihinde hazırlandı.