Arkadaşlarım olmadan asla!
Her devirde nebilerin dizinin dibinde bile olsa, kalbinde marazı olan hasta ruhlar bulunagelmiştir. Günümüzde de, kalbinde maraz bulunan bir hayli böyle ruh vardır. Şöhrete talip olma, “benim yaptığım” deme, yalnız kendiyle alâkalı şeylere alkış tutma.. işte bütün bunların hepsi ihlâssızlık belâsıdır ve hizmette ayak bağıdır yani Allah rızasına kilitlenememe ve ihlâssızlık problemidir.. Evet, bu durum, insan için en büyük bir belâ ve problemdir. Hem öyle bir belâ ve problemdir ki, bir yerde ihlâssız böyle bir adamın bulunması, genel âhenk ve havayı bozmaya yeterlidir. Zira bir cemaati teşkil ettiren fertlerin her biri, âdeta bir çark hükmündedir. Çarkların birinde bir balanssızlık varsa bu, bütün çarkların âhengine tesir eder. Bu itibarla iman ve Kur'an hizmeti yolunda her fert kendisine terettüp eden işe talip olmalı ve asla inhiraf da göstermemelidir. Bunun için de, iman ve Kur'an hizmetini bir beyin gibi kabul edip bütün bencil ve egoist duygulardan sıyrılıp genel hedef istikametinde kalma adına Allah'tan hep ihlâs ve samimiyet murad etmek gerekir. İman hizmetinin genel hedeflerine ve kurgusuna tâbi olmayıp kendi bencilliğini aşamamışlara fırsat vermek ise Allah (celle celâluhu) davasına ihanet etmek demektir.
Bu dava körük gibidir
Bir hizmet insanı şunu gönlünden gele gele her zaman rahatlıkla söyleyebilmelidir: “Ben, arkadaşlarım olmadan Cennet'e bile gitmemeliyim.” Bizim hizmet ahlâkımız hasbîlik, diğergâmlık ve fedakârlığa dayanmaktadır. Zaten bu dava bir körük gibidir; er-geç ihlâssızları süpürüp atar. Bu tür insanlar, bulundukları müddetçe âhenksizliğe sebebiyet verir, problem çıkarır ve diğer fertleri de meşgul ederler.
Fakir, şu anda kâfir ve münafık olacağından korktuğum çok kimse var. Onun için onları kendi dünyaları içinde tutarak İslâm ve toplum adına ordubozanlık yapmalarına ve telef olmalarına mâni olmaya çalışıyorum. Bunlardan dolayı çok defa oturup hıçkıra hıçkıra ağladığım da az değildir. Bu insanlar her zaman kendilerine biraz teveccüh edilince, hemen bencilliklerine takılıp önü alınmaz problemlere sebebiyet verebilmektedirler. Hz. Mesih, on iki havarisinden Yahuda'nın önünü alamadığı gibi, bu insanları engellemek de zorlardan zor olsa gerek. Bunlar, teveccühü hazmedemeyen egoist ruhlu insanlardır. Aslında mü'min, meyve yüklü ağaçlar gibi her zaman toprağa doğru eğilmesini bilmelidir. Bu tür insanlarsa, onlara azıcık bir imkân verildiğinde, kendi bildiğince gittikleri, kendince ekip yapıp grup kurmaya kalktıkları ve bir de bu imkânlarla caka yaptıkları görülmektedir. Onun için milletin başındakiler çok basiretli ve uyanık olmalıdırlar. Bu insanlar, tarih boyu bir imtihan olarak hep var olmuş öyle habis ruhlulardır ki, hemen her fırsatta hizmete giden yolları tıkayan birer belâ olagelmişlerdir. Allah bu ümmeti böyle belâlardan korusun!
Ağlanacak haline gülen insan
Günümüzde, mü'minler olarak yarım yamalak yaşadığımız dinimizle gerçek hâlimiz arasında ciddî tutarsızlıklar vardır ve genel durumumuz çok ağlanacak tablolar içermektedir. Maddî-manevî hayatın hemen her ünitesinde ciddî imtihanlara maruz kalmış olmamıza rağmen bir kısım insanlar hâlâ gülebilmekte ve anlamsızca eğlenebilmektedirler. Bu itibarla bir kesim böyle vurdumduymaz bir hâl içinde olunca, diğer kesime de oturup âh u efgân ederek gözyaşı dökmek düşüyor. Eğer vazifem olsaydı ve elimden gelseydi, katı kalpleri yumuşatma yolunda hiç durmadan yirmi dört saat, hatta Hz. Yakup gibi kör olasıya ağlar, bu gamsızları yumuşatmaya çalışırdım.
Aslında kötülük yapmaya kilitlenmiş o katı kalpleri, değil gözyaşları, Cennetlerin kevserleri bile yumuşatamaz. Zira bu tür insanlar rahmet ve şefkatten fersah fersah uzak öyle nasipsizlerdir ki, bunlar gam deryasının içine düşseler bile, damlanın ıslattığı kadar olsun ıslanmadan hep kupkuru kalır giderler. Evet, bir tarafta havadan nem kapanlar -ki onlara canım kurban olsun!- diğer tarafta ise deryanın içinde bile ıslanmayan kaskatı ve olabildiğince kaba ruhlar...
Bugün ağlanacak o kadar çok şey var ki! Bazen neye ağlayacağımı ve neye üzüleceğimi bilemiyorum. Yumurtanın kırılacağına mı, civcivin çiğneneceğine mi, hazanın eseceğine mi, harmanın savrulacağına mı, baharın kaçırılacağına mı, hasat mevsiminin boşu boşuna geçeceğine mi? Yoksa kendi duygu ve düşünceni paylaşanlar içinde, tıpkı kızılelma önünde, Viyana'ların eşiğinde, Giraylar tarafından köprünün açılmasıyla arkadan hançerlenme gibi hançerleneceğine mi, Ordu-yu Hümâyûn'un derbeder olacağına mı?
Ey bütün bir tarih boyu ağlamayı unutanlar! Gelin; şu çıkmaz gibi görünen işlerin başında durup bir kere daha asırlık gamsızlığımıza, vurdumduymazlığımıza son vermek için sa'y ve şevkimizi kamçılama adına oturup hep beraber ağlayalım!
Rahman'ın has kulları
Elbette ki bu yolda koşarken hiç beklemediğimiz, ummadığımız, hesap etmediğimiz şekilde sert, haşin, cahilce muamele ve tavırlarla karşılaşabiliriz. İşte o zaman Furkan sûre-i celilesinde tavsif edilen Rahman'ın has kullarının sıfatlarını hatırlayacak ve o cahillerin lağviyatına ehemmiyet vermeksizin, aldırış etmeksizin yolumuza devam edeceğiz. Evet, Furkan Sûresi'nde vakar, ciddiyet, mahviyet ve tevazu içinde, yani oturuşları, kalkışları, bakışları, gezişleri kısaca bütün tavır ve davranışlarıyla mü'minliğe yakışır bir tavır ortaya koyan Rahman'ın kulları şöyle anlatılır:
“Rahmân'ın has kulları, yeryüzünde alçakgönüllü olmanın örneğidirler ve ağırbaşlı, yüzleri yerde hareket ederler. Cahiller kendilerine sataşınca da ‘selâm' der geçerler.” (Furkan, 25/63) Âdeta gökteki meleklerin yeryüzünde insan şeklinde temessül etmiş bir örneği olan o Rahman'ın has kullarının yürüyüşlerine, ahval ve gidişatına bakıldığında dikkatleri çekecek kadar yumuşak, kibar, nazik ve beyefendi oldukları görülür. Dışa akseden bu tavırlar, onların tabiî hâlleridir. Çünkü onlar, iç dünyalarının balans ayarını zaten bu anlayışa göre kurup, bu anlayışa göre ayarlamışlardır. Evet, iç ve dış dünyaları itibarıyla tam bir bütünlük arz eden o ibadürrahman (Rahman'ın kulları), Allah'ı bilmeyen veya bildikleriyle amel etmeyen o cahillerle karşılaşıp muhatap olduklarında emniyet, güven ve esenlik insanı olduklarını, kendilerinden onlara bir zarar dokunmayacağını ifade eder ve muhatapları tahrik edebilecek her türlü tavır ve davranıştan uzak dururlar.
Aslında bütün bunlar günümüz insanı için son derece önemli hakikatlerdir. Evet, günümüz Müslümanları olarak bizler, bu düsturları rehber edinerek birer Mevlâna, Yunus Emre ve Hazreti Pîr-i Mugan gibi hareket edip karakterimizin gereğini sergilemeliyiz. Bu istikamette, kimseyle bir kavga ve hesabımız olmadığını, gizli ajandalarımızın bulunmadığını, herkese bağrımızı açık tuttuğumuzu, ihtiyaç tekerrür eden her durumda bıkıp usanmaksızın ifade etmeli ve böylece İslâm'ın bir esenlik dini olduğunu göstermeliyiz.
Haftanın Duası
Ya Rabbî, Ya İlahî! Yıldızlar gaybûbet âlemine, gözler de uykuya daldılar. Sen ise ey Rabb'im, Hayy'sın, Kayyûm'sun; uykudan, uyuklamadan sonsuz defa münezzeh ve müberrâsın. Ya İlâhî! Ulu dergâhına sığınan bu kimsesiz kulunu kapından kovacak olursan ben gidip hangi kapıya iltica edebilirim ki! İlâhî! Şayet Sen bana azap etmeyi murad buyurursan, ben biliyorum ki, cezalandırılmaya fazlasıyla müstehakım! Fakat affınla sarıp sarmalarsan, o da Sen'in lütfun ve keremindir.
Sözün Özü
İmam Rabbânî Hazretleri'nin “1000 seneden sonra velâyet, nübüvvet verâsetine inkılâp edecek.” sözleri ile ifade buyurduğu hakikati Nurlar'ın temsil ettiğini zannediyorum. Evet, İmam Rabbânî bu sözleri ile velâyetin nübüvvet kaynaklı yürütüleceğini belirtiyor. Bu çerçevede Nur eksenli yapılan İslâmî hizmetlerde tam ihlâs çizgisi korunabilirse, zılliyet plânında hakikat-ı Muhammediye'nin (sallallahu aleyhi ve sellem) temsil edilmiş olduğu söylenebilir.
- tarihinde hazırlandı.