Günümüzün karasevdalıları ve sarp yokuşlar
Öyle ümit ediyorum ki, günümüzün karasevdalıları hakikî şefkatin birer temsilcisidirler. Onların gönül dünyalarında sürekli Hak mülâhazası köpürür durur; beyanlarında ise derin bir Allah aşkı, varlık sevgisi ve insanlara karşı da engin bir şefkat nümâyândır. Hak rızası, onların kilitlendikleri biricik hedef; O’ndan ötürü insanları sevip herkese sîne açmaları da tabiatlarının gerçek rengidir. Onlar, paslanmış ve küflenmiş gibi görünen en katı kalpleri, en sert tabiatları bile sevginin sırlı anahtarlarıyla balmumu gibi yumuşatır, gönül kapılarını aralar ve muhataplarına muhabbet lisanından en tatlı nağmeleri dinletirler. Severler, sevilirler ve herkese şefkatle muamele ederler.
Zaten, öyle olmasaydı, rahatlarını terk edip sevdiklerini ve ülkelerini arkada bırakıp dünyanın en ücra köşelerine şefkat seferleri düzenleyebilirler miydi? Senelerce sıla hasretine, anne-babadan, yâr-yârandan ayrılık hicranına dayanabilirler miydi? Kıymetli bir devlet adamımızın anlattığı hadisede olduğu gibi; şayet onlar şefkat hisleriyle yollara dökülmeselerdi, gittikleri yerde birkaç sene kaldıktan sonra ‘Ülkeni, anne-babanı özlemedin mi; ne zaman döneceksin?’ diye soran birine ‘Efendim, biz dönmeye değil, burada hizmet edip burada ölmeye geldik!’ diyebilirler miydi? Evet, bu adanmış ruhların daha yola çıkarken yaşatma mefkûresine kilitlendikleri her hallerinden belli. Hal ve tavırlarındaki eda birer şefkat kahramanı olduklarının emaresi. Hazreti Rahmân ü Rahîm’den diler ve dilenirim, beni bu hüsn-ü zannımda yalancı çıkarmasın ve o müşfik insanların gönüllerindeki aşk u alâkayı hakikî şefkat ufkuna ulaştırsın.
Sevginin tercümanı olmak
Aslında, insanlığın kin, nefret ve gayzla yatıp kalktığı, dünyanın bir savaş alanı ve kan gölü haline geldiği bir dönemde sevginin tercümanı olmak ve herkese şefkatle yaklaşmak zorlardan zor bir iştir. Bundan dolayıdır ki, Cenâb-ı Hak, insanların önlerindeki sarp yokuşları, göğüs gerilmesi büyük bir kahramanlık isteyen zor işleri sayarken, bu hususa da dikkat çekmiştir. ‘Sarp yokuş, bilir misin nedir?’ dedikten sonra, ‘Sarp yokuş, bir köleyi, bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır; kıtlık zamanında yemek yedirmektir; yakınlığı olan bir yetimi ya da yeri yatak (göğü yorgan yapan, barınacak hiçbir yeri olmayan) fakiri doyurmaktır. Bir de sarp yokuş: Gönülden iman edip, birbirine sabır ve şefkat dersi vermek, sabır ve şefkat örneği olmaktır.’ (Beled, 90/12-18) buyurmuştur.
Evet, ‘merhamet’, iman edenlerin ayırt edici bir vasfıdır. Onlar asla katı kalpli, acımasız ve zalim kimseler olamazlar. Mü’minler, bela ve musibetlere karşı sabırlı oldukları gibi, insanlara ve bütün varlığa karşı da şefkatlidirler. Dahası, onlar her fırsatta birbirlerine merhameti tavsiye eder, toplumun safları arasında ‘acıma, merhamet etme, sevme ve herkese şefkatle kol-kanat germe’ duygularını yayarlar. Bunu yaparken de, sadece dünyevî bir sevgi ve alâkadan bahsetmez; her fırsatta nazarları âhiretin yamaçlarına çevirir ve şefkat hislerini, insanlığın sonsuz mutluluğu kazanması istikametinde değerlendirirler. Hemen her münasebetle, ‘Arkadaş, kabir var, hesap var, Cehennem var! Şu insanların ateşe doğru koşarcasına gittiklerini gördüğün halde onlara nasıl acımazsın; nasıl olur da ellerinden tutmaya çalışmazsın?!’ derler.
İman nuruyla aydınlanan kalp
Bazen bir çocuğun vefat haberini duyduğumuzda gözlerimiz doluyor; onun anne-babasıyla beraber biz de ağlıyoruz. Haddizatında, onun ölüp gittiğini ama yok olmadığını, bu dâr-ı fânîden bâkî bir âleme taşındığını ve ötede rahmet-i İlahiye tarafından sarılıp sarmalanacağını biliyoruz. Onun hiç kaybı olmadığı gibi, henüz rüşde ermediğinden belki ahirette valideynine de şefaat edebileceğine inanıyoruz. Fakat yine de ona yüreğimiz yanıyor, içimiz burkuluyor ve ardından ağlıyoruz. Ya bir insan nâmütenâhî bir saadetten mahrum kalacak ve ebedî şekâvete dûçar olup Cehennem’e gidecekse.. İşte, bu ihtimal karşısında bir insanın yüreği ‘cızzz’ etmiyorsa, o kalbin inanan bir insana ait olduğunu ve o yüreğin iman nurlarıyla aydınlandığını söylemek çok zordur.
Hâsılı, şefkatle mamur bir kalbin sahibi, Cenâb-ı Hakk’ın rahmâniyet ve rahîmiyetinin gölgesinde hep incelerden ince davranır. Hakikî şefkati, insanların yüzlerini ahirete çevirip onların ebedî huzuru kazanmaları için çırpınma şeklinde anlar ve bütün hareketlerini bu anlayışa göre ayarlar. Gülerken de ağlarken de, severken de kızarken de hep muhataplarının yarınlarını, hayır yarınlarından da öte akıbetlerini, ahiretlerini düşünür. Sinesinde bu hissi taşıma bahtiyarlığına ermiş biri, sevgi ve merhamete muhtaç herkese şefkat elini uzatır; gücü yettiğince devrilenleri tutar kaldırır; açları doyurur, üşüyenleri ısıtır; yalnızların, gariplerin vahşetini giderir ve kimsesizlere kimse olur. Bütün bu âlicenaplıkları ortaya koyarken de bir teşekkür bile olsa kat’iyen herhangi bir karşılık beklemez; beklemez, zira şefkat; karşılıksız, sâfi ve ivazsız sevgi beslemenin unvanıdır.
- Günümüzün karasevdalılarında, derin bir Allah aşkı, varlık sevgisi ve insanlara karşı da engin bir şefkat nümâyândır.
- Mü’minler, bela ve musibetlere karşı sabırlı oldukları gibi, insanlara ve bütün varlığa karşı da şefkatlidirler.
- Hakikî şefkat, insanların, ebedî huzuru kazanmaları için çırpınma ve bütün hareketlerini bu anlayışa göre ayarlamadır.
Yakma Allah’ım!..
İmansızlığın nasıl bir felaket olduğunu bilmeyen, inançsızları bekleyen akıbetin elemini vicdanında hissetmeyen sıradan bir insanın ‘Cehennemi ben doldurayım...’ demesi ya da gözünde ne Cennet sevdası ne de Cehennem korkusu olduğunu söylemesi büyük bir iddia olur.
İnsanların dalâleti karşısında her gün ölüp ölüp dirilenler ve Hak’tan kopuk yaşayan birini gördükleri zaman içi kavruluyormuşçasına yüreği ‘cızzz’ edenlerdir ki, işte, insanların ahiret selameti için icap ederse Cehennem’de yanmaya gerçekten rıza gösterebilecekler o şefkat erleridir.
Erzurum’da Hacı Musa adında, kendisini hizmete adamış, Nurların keramet ve ikramlarına mazhar, çok hâlis bir insan vardı. Ondan, mevzumuzla alâkalı bir hâdise dinlemiştim. Hacı Musa Efendi’nin anlattığı hâdisedeki kahraman Fırıncı İshak Baba idi. Bildiğiniz gibi, tarih boyunca, fırıncılar ve demirciler arasından pek çok Hak dostu çıkmıştır. Hep ahiret sıkıntılarını hatırlatacak ağır işlerde çalışan ve Cehennem’in alevlerini akla getirecek şekilde ateşle çokça meşgul olan kimseler o işlerde adeta pişmiş ve olgunlaşmışlardır. İshak Baba da alevler karşısında çalışa çalışa ateşin ne demek olduğunu çok iyi duymuşlardan birisiydi. Dersleri hiç kaçırmayan, Risaleleri yürekten dinleyen, çok konuşmayı sevmeyen ve ancak ihtiyaç olduğunda bir-iki kelime etmekle yetinen bir gönül ehliydi.
İshak Baba, Hacı Musa Efendi ile beraber hacca giderlerken otobüsleri bir yerde mola verir. Herkes bir şeyle meşgul olurken İshak Baba gözlerini kapatır ve murakabeye dalar. Neden sonra bir taraftan gözlerinden yaşlar boşanır, bir taraftan da dudakları kıpır kıpır hareket etmeye başlar. İşte, tam o an kırk kişilik otobüs zangır zangır titrermişçesine hareket eder ve bir metre kadar ileri geri gidip gelir. Herkes ne olduğunu merak edip heyecanla etrafa bakınmaya dururken, Hacı Musa Efendi’nin gözleri İshak Baba’ya takılır. Bakar ki, o Hak dostu çok farklı bir atmosferde, adeta kendinden geçmiş gibi. Bir aralık, ona sorar: ‘İshak Baba, ne oldu, ne düşünüyor ve neler söylüyordun?’ der. Onun cevabı şöyle olur: ‘Ahireti, sorgu-suali, Cennet ve Cehennem’i düşünüyordum. Bir anda Cehennem gözlerimin önünde alev alev tülleniverdi. İnsanların çoğunun birer âsî olarak oraya gideceklerini düşündüm. Onlar adına o kadar çok üzüldüm ki, azabın dehşetini vicdanımda derinlemesine duyunca Rabb’imden niyaz ettim ve gayr-i ihtiyarî defalarca şunu söyledim, ‘Yakma Allahım, şu biçare kullarını yakma; sonra dilersen onlara bedel beni at nâra!’
Sözün özü
Bazı insanlar, kendileri aleyhinde konuşulmasından ve gıybetlerinin yapılmasından dolayı mukabele hakkına sahip olduklarını zannediyorlar; birisi onları çekiştirip gıybet edince, onlar da kendilerini çekiştirenler hakkında ileri geri konuşmayı mubah gibi görüyorlar. Sanki gıybeti yapılan insanın gıybet etme hakkı varmış gibi hatalı bir yoruma giriyor ve meseleyi çok yanlış algılıyorlar. Oysaki insanların çoğunun bir günahı işlemesi onu günah olmaktan çıkarmaz.
Haftanın duası
Allah’ım! Huzurunda boyun büküyor ve Sen’den afv ü afiyet istiyoruz. Bizi maddî-manevî her türlü esaretten zincirlerimizi çözmen, başarı, muvaffakiyet ve düşmanlık besleyen hainlere karşı zaferler nasip etmen, onların şerrinden, tuzaklarından, komplolarından, fesat düşüncelerinden, fitne ve nifaklarından korumanla mesrur et! Hastalıklarımıza şifa ver, dertlerimize devalar lütfet, içine düştüğümüz sıkıntılardan kurtar ve yürüdüğümüz yolda bizi başarılı kıl.
- tarihinde hazırlandı.