Allah’a dayanan kimseye zarar gelmez
Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kim, her gün sabah-akşam: “Bismillâhillezî lâ yedurru mea’smihî şey’ün fi’l-ardi velâ fi’s-semâi ve hüve’s-semîü’l alîm” duasını üç defa okursa artık ona hiçbir şey zarar vermez.” (Tirmizî) buyurmaktadır.
Efendimiz bu mübarek duaya Allah’ın nam-ı celîl-i sübhanisini zikrederek başlamakta; sonra da “O’nun nam-ı celîlinin anıldığı yerde ne arz ne de semadaki hiçbir şey insana zarar vermez.” diyerek, maddî-mânevî, dünyevî-uhrevî bütün tehlikelere karşı Allah’ın (celle celâlühû) sıyanetine sığınmaktadır. En sonunda ise Cenâb-ı Hakk’a ait iki ismi zikrederek duasını tamamlamaktadır. Yani duanın sonunda, ‘Cenâb-ı Hakk, arzdan çıkacak ve semadan inecek her türlü tehlikeye karşı, halisane bir niyetle kendisine sığınan kulunun yakarış ve tazarrusunu işiten ve muhit ilmiyle kulunun bu duasını en iyi bilendir’ denilmektedir.
Bu dua belli maksatlar gözetilerek değişik hastalıklar için okunabilir; Cenâb-ı Hakk da hangi niyetle okunmuşsa talep edilen o hususu kuluna ihsan edebilir fakat âlimler arasında umumiyetle bu duanın felce karşı okunacağı gibi bir kanaat hâkimdir. Din adına duyup öğrendikleri her şeyi hemen hayata geçirmek sahabe efendilerimizin önemli bir hususiyeti olduğundan, onlar bu duayı sabah-akşam okuyor ve felç olmamaya karşı da tavsiye ediyorlardı. Evet, onlar, Kur’an’dan bir ayet nazil olduğu veya Peygamber Efendimiz’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis işittikleri zaman hemen o ayet veya hadisi kendi aralarında müzakere edip anlamaya ve hayatlarında uygulamaya çalışıyorlardı.
İşte, bu duanın geçtiği hadis-i şerifi rivayet eden Ebân b. Osman (radıyallâhu anh) bir gün felç olur. Bu hadis-i şerifi kendisinden işiten bir zat ise sokakta Ebân b. Osman Hazretleri’ni bu felçli hâliyle görünce kendisine bakmaya başlar. Bu durum karşısında Ebân b. Osman Hazretleri o zata şöyle bir izahta bulunur: “Hadis rivayet ettiğim şekildedir. Fakat ben, bu musibetin bana isabet ettiği gün onu okumamıştım. Allah da (celle celâlühû) hakkımda bu şekilde takdir buyurdu.” (Tirmizî)
Evet, O murad buyurursa sizi görür, gözetir, kontrol eder ve sizin öyle bir hastalığa yakalanmanıza meydan vermez. Belki materyalist bakış açısına sahip olanlar, anlatılan bu hususlara karşı burun bükebilirler. Fakat bir mü’min Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz kudret ve iradesine aksine ihtimal vermeyecek şekilde kat’î bir şekilde inanır ve inanmalıdır.
Sabah-akşam okunacak bir dua
Bu açıdan, ister semadan ister yerden gelecek afetlere karşı ve hususiyle felce karşı sabah-akşam bu duanın okunması şayan-ı tavsiyedir. Kendimizi kötü hissettiğimiz, meselâ tansiyonumuzun yükseldiği, yüzümüzde tekallüs ve titremelerin olduğu bir zamanda hemen bu duayla Rabb’imize iltica edebiliriz. Çünkü vücudumuzun değişik yerlerinde bilemediğimiz bir şekilde âdeta bir kısım “sıhhatmetre”, “hayatmetre” gibi şeyler devreye girerek bir yönüyle bize sinyal gönderebilir. İşte bu tür bir durumda böyle çok ucuz bir reçeteyi kullanmanın ne mahzuru var! Evet, değişik sıkıntılara maruz kaldığımız zamanda hemen:
“Bismillâhillezî lâ yedurru mea’smihî şey’ün fi’l-ardi velâ fi’s-semâi ve hüve’s-semîü’l alîm” diyerek Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz rahmet ve kudretine sığınabiliriz. Dua ile ilgili bahislerde üzerinde durulduğu üzere, duada talep edilen hususların istenildiği şekliyle ve hemen karşılığını göreceğim mülâhazası doğru bir anlayış değildir. Çünkü Cenâb-ı Hakk bazen istediğimizin aynını verir, bazen de değişik hikmetlere binaen istediğimizden daha hayırlısını verir, fakat ilmimiz sınırlı olduğundan biz onu bilemeyiz. Fakat netice itibarıyla bir sıkıntıya maruz kaldığımızda hemen duaya yönelmek suretiyle biz o fırsatı değerlendirmiş, bir ibadet, zikir ve fikir dairesine girmiş oluruz.
Osmanlı’yı yutan iki virüs
Sefahet, ruh sefaleti ile birleşince önce Emevi sonra Abbasi daha sonra da Endülüs’ü tıpkı bir canavar gibi yutmuştur. Hatta bu iki virüs, altı asır boyunca bütün canlılığı ve zindeliği ile devam etmiş olmasına rağmen koca bir milleti, koskoca, canlı, muhterem ve muazzez Osmanlı’yı bile yutmuştu. Osmanlı Devleti, padişahları ordusunun başında, halkının içinde olup rahatı ve rehaveti terk ettiği dönemlerde daima ilerliyordu. Kanunî’den iki-üç göbek sonra, onun oğlu ve torunu (bir kere müstesna zannediyorum) ordusunun başında ve onların içinde olmamıştı/olamamıştı. İşte bu mübarek seferlere iştirak durup da sarayda rahat etme arzusu belirip ve millet fertlerinde de rahatlarını milletleri için feda etme ulvî düşüncesi kaybolunca onlar da eriyip gittiler. En azından paşalara ait saraylarda cariyelerin, altının, gümüşün, paranın, servet hırsının ve çalıp çığırıp oynamanın çoğalması, koca bir imparatorluğu hâk ile yeksân etti ve âdeta bitirdi.
Tarihte çok misallerini gördüğümüz bu sünnetullah’a (değişmez ilâhî âdet) binaen denebilir ki, bugün sefahate giren ülkeler de er-geç bir gün tarih sahnesinden silineceklerdir ve bunu önlemeye de kimsenin gücü yetmeyecektir. Ve o ülkelerin şu veya bu sahada gelişmiş olmaları da yıkılmalarının önünü alamayacaktır. Şu kadarı vardır ki, devletin bir süre devletliğini koruması ve milletin de eskiden gelen hızını muhafaza edebilmesi her zaman ihtimal dâhilindedir. Nitekim Kanunî’den sonra rind bir adam olan Sarı Selim devletin başına geçti ama Kıbrıs o devirde fethedildi, Selimiye Cami-i Muhteşem’i de o devirde yapıldı, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) yine o devirlerde rüyalara girdi. Hatta o rind Selim’in rüyasına giren Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona: “Selim! Edirne’mde bir cami yap!” dedi. Ne var ki, güzellik adına sayılan bu hususlar, Yavuz ve Kanunî devrinde hızlı bir şekilde çağlayıp gelişen anilmerkez bir hareketin hızıyla gerçekleşiyordu. Kanunî’nin 1566’da ölümüyle bu hız bir bakıma 35-40 sene daha sürmüştü. Beş-on sene sonra İran ve Alman cephelerinde bozgunlar birbirini takip etmeye başlayınca durgunlaşma da kendini göstermeye başlamıştı.
İstikbal vaat etmeyen toplumlar
Bazı ülkeler, İkinci Cihan Harbi’nden sonra Batı ve Amerika düşmanlığı içinde derlenip toparlandı, bir vahdet ve birlik kurdu, sonra da insanlarında çalışma düşüncesi uyardılar. Daha sonra da Batılılar kendi düşüncelerini onlara okutmak için alfabelerini değiştirmek istediler. Âdeta onların ruhlarının içine birer kurt gibi girdiler ve onları karmakarışık bir renk mozayiğine çevirip delik deşik ettiler. Kendi sefahet ve sefaletlerinin bin türlüsünü, daha önce bize bıraktıkları bütün eracifi götürüp onların dünyalarına boşalttılar. Bu ülkelere gidip gelen arkadaşlarımızın müşâhedelerine göre onlar şimdilerde kendi toplumlarını da yanlarına alarak yavaş yavaş sefahete kayıyorlar. Bu konuda düşünürlerin ekserisi aynı istikamette görüş beyan etmektedir. Bu itibarla da daha şimdiden bu ülkelerin istikbal vaat edemeyeceğini söylemek mümkündür.
Zira sefahet ve sefaletin yaygın olduğu hiçbir ülke istikbal vaat etmemektedir/etmeyecektir. Evet, ruh sefaletine maruz kalan hiçbir millet iflah olmamıştır. Sadece iktisadî durumları iyi olan, maddeten müreffeh insanların yaşadığı ülkeler, ruhen çökmüş insanlarla doludur ki oraların da bir muhalif rüzgâr esintisiyle savrulup gitmeleri kaçınılmazdır. Tabir-i diğerle, o ülkeler dıştan çok görkemli görünen çınarlar gibidirler ama içleri çoktan karbonlaşmış, çürümüş, yanmış ve devrilme sath-ı mâilinde bulunmaktadırlar.
Sözün özü
Hakiki müminin şe’ni tevazu ve mahviyettir. O, kendisini insanlardan bir insan kabul eder. Kendisinde zâtî hiçbir kıymet görmez; hatta ilahî inayetle fevkalâde bir muameleye tâbi tutulmazsa halkın en şerlisi derekesine düşeceğinden korkar. Dolayısıyla da methedilmekten hiç hoşlanmaz, övülmekten memnun olmaz. Benlik hesabına içinde beliren büyük-küçük her çeşit dâhilî kıpırdanışa karşı hemen harekete geçip onu olduğu yerde boğma cehdi gösterir.
Haftanın duası
Ey keremi bir gölge hükmünde olan bütün keremlerin aslı ve menbaı Kerîm Rabb’imiz! Ey keremi bir gölge hükmünde olan bütün keremlerin aslı ve menbaı Kerîm Rabb’imiz! Senin kereminin, rahmetinin, merhametinin herkesi ve her şeyi çepeçevre sarıp sarmaladığı mülahazasıyla biz de huzurunda elpençe divan duruyor ve bizim gibi isyan vadilerinde düşe-kalka yürüyen günahkârları da kereminden mahrum etmemeni diliyoruz; diliyoruz, çünkü Sen fazlı ve keremi bol, hazineleri için bitip-tükenme asla söz konusu olmayan yegâne Rab’sın!
- tarihinde hazırlandı.