Nefis mertebeleri ve nefs-i levvame

Fethullah Gülen: Nefis mertebeleri ve nefs-i levvame

İnsanın nefs-i emmâresi, boynuna taktığı gemle onu hep haram olan yerlerde gezdirir, varılması caiz olmayan eğri-büğrü yollara sevk eder, söylenmemesi gerekli olan şeyleri söylettirir, dinlenmemesi gerekli olan şeyleri dinlettirir, uzanmaması gerekli olan hususlara el uzattırır, düşünülmesi memnu olan, en azından hayalin fıskına vesile olabilecek noktalarda insanı olumsuz düşüncelere sevk edip onun hayalini fıskla kirletir.

Sonra devamla hayalin fıskı, ruhun fıskına inkılab eder, sonuç itibarıyla da insan bir fâsık olup çıkar.

Mü'min, ekin gibidir

Bu nefisten bir derece üstte ise nefs-i levvâme vardır. Bu nefis mertebesinde insan en küçük fenalıklardan dahi tedirgin ve rahatsız olabiliyorsa ki bunun en aşağı mertebesi, insanın işlediği günahlar karşısında rahatsızlık duymasıdır. Bu nefis mertebesinde insan, harama nazar ettiği zaman akrep sokmuş gibi hemen serumun yanına koşar, namazında bir kusur yaptığı zaman, "Miracımı berbat ettim!" diyerek kendiyle yüzleşir. O, öncelikle böyle büyük şeylerden başlayarak daha sonra kendi içinden geçen hususlardan dolayı dahi kendini levm etmeye başlar. Bu makamın beyanını şu hadisin içinde bulmak mümkündür: "Mü'min, tıpkı ekin gibidir. Yatar fakat yine doğrulur ve kalkar." Bu tabakadaki insan, bütün bir hayat boyu kendi iç kavgasıyla hayatını devam ettirir. Bunu yaparken de Allah'ın inayetiyle ye'se ve ümitsizliğe düşüp boğulmaz. Her defasında kendisini yenilemesini bilir. Olabildiğine bir canlılık ve neşat içinde düştüğü gibi doğrulur, Allah (c.c.) korkusuyla tir tir titrer ve hep Allah'ın rahmetini umar. Bu ise nefs-i levvâmenin en âli mertebesidir. Aynı zamanda nefs-i râziyeye geçmenin de ilk basamağıdır.

Pek çok mümin, hayatının belli dönemlerinde, küçüğünden büyüğüne işlemiş olduğu günahlardan ciddi şekilde rahatsız olduğunu hissetmiştir. İşte bu nefs-i levvâme mertebesine ait bir hususiyettir ve bunu hissetmeyen bir nefis de hâlâ emmârededir. Aslında işlemiş olduğu kötülüklerden dolayı rahatsız olmayan bir insanın geleceğinden endişe edilir. İç dünyasında veya davranışlarında Allah'ın hoşuna gitmeyecek hareketleri yapan bir insan, edip eylediği kötülüklerden rahatsızlık duymuyorsa, o insan, her an yıkılabilecek şekilde tehlikeli bir durumda bulunuyor demektir. Bu itibarla, günah işleyen bir mümin, vakit fevt etmeden hemen tevbe edip dergâh-ı nezd-i Ulûhiyet ve ehadiyette kemerbeste-i ubudiyet içinde âh u vâh edip inlemelidir. Dahası, bu günahının keffareti için etrafına sadaka dağıtmalıdır. Nitekim hadis diye rivayet edilen "Her günah, işlendiğinde tevbe etmeden evvel bir sadaka verin!" beyanı da bu hakikati ifade etmektedir.

Yukarıda da ifade edildiği gibi nefs-i levvâme sırrına ulaşamayan bir insan, nefs-i emmâre dairesi içinde geziyor demektir ve o her zaman tehlikededir. Vâkıa bazı ehlullah, hatta Hz. Yusuf gibi bazı peygamberler bile nefs-i emmâreden şikâyet etmişlerdir ama bu elbette farklı bir mülahazadır.

Evet, her mümin, bir yılan veya çıyanın karşısında duruyor gibi nefsine karşı devamlı surette gerilim içinde olmalı ve nefsini kınamalıdır. Bu kınama işinin herkes için yapılmasının doğru olup olmayacağının münakaşası yapılabilir. Bu, tamamen her insanın vicdanına kalmış sübjektif bir meseledir. Ancak münakaşası yapılamayacak bir mesele vardır ki, o da insanın, hangi mertebede olursa olsun daima günahlarını hatırında tutmasıdır. İnsan hal-i hazırdaki ömrüne kadar geçmişini düşünüp, bugünden sonra yarınla başlayan bütün ömrüyle çok iyi hazırlanması için sık sık geçmişin defterini okuması şarttır. Büyük muhasebe insanı Hasan Basri Hazretleri -ihtimal hayalinden geçenlerle alakalı - seyyiatını madde madde sayarak adeta kendine şunlarla seslenmektedir: "Fâsık! Hani sen bir gün, falan çarşıdan geçerken, orada bir haramın olduğunu gördüğün halde gözlerini kontrol etmedin. Biliyordun ki, gözüne bir haram ilişecek, yine de dikkatli olmadın. Sen bu halinle hâlâ velilik mi iddia ediyorsun? Yine sen bir gün şurada duruyordun. Orada nefsini gemlemen mümkün iken, nefsini olabildiğine salıverdin. Serkeş bir at gibi nefsinin arkasından sürüklenip gittin!" vs... vs...

Bu sebeple insan, yer yer nefsini kınamalı, kendini yeniden ayarlamalı, sık sık vaziyet değerlendirmesi yapmalı ve ileriye matuf bütün iş ve davranışlarını, geçmiş hayatını da nazara alarak ayarlamalıdır. Ayrıca bir kul, kendisine verilen lütuflar karşısında devamlı surette Alvar İmamı'nın ifadesiyle "Değildir bu bana layık bu bende / Bana bu lütf ile ihsan nedendir?" duygu ve düşüncesi içinde olmalıdır.

Evet, insan nefsini kınamalıdır; ancak bununla birlikte şu hususları da unutmamalıdır:

1. Kınama, insanı ümitsizliğe götürecek, Allah'ın rahmetinden ümidini kestirecek ve muvazene bozukluğuna sevk edecek şekilde olmamalıdır.

2. İnsan ellerini kaldırıp Rabb'inden bir şey istediği zaman mümkün mertebe bu muhakemeyi (kendini levm edip kınamayı) yapmamalı, sadece O'nun rahmetine teveccüh edip rahmetini düşünerek istekte bulunmalıdır.

3. Bir hizmet kervanı içinde bulunan bir insan, kervandaki diğer yolcuların hareketlerini hüsn-ü zanna hamletmeli ve "Rabb'im! Bu kadar insanın hepsi fâsık u fâcir olamaz. Nefsim hakkında ben böyle düşünsem de onların davranışlarını fena yöne hamledemem." duygu ve düşüncesi içinde hareket etmelidir.

Hâsılı, nefsini kınama, tenkid etme ve daima onun kötülüğünü telkin etme hususu, mutlaka böyle ayrı ayrı mülahazalarla ele alınarak bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

Her şeyin en doğrusunu Allah (cc) bilir.

  • Nefs-i levvâme, öncelikle büyük şeylerden başlayarak daha sonra kendi içinden geçen hususlardan dolayı dahi kendini levm etmeye, ayıplamaya başlar.
  • Levvame, nefsin kendini kınaması, asla insanı ümitsizliğe götürecek, Allah'ın rahmetinden ümidini kestirecek ve muvazene bozukluğuna sevk edecek şekilde olmamalıdır.
  • Levvame tabakası insanı, bütün bir hayat boyu kendi iç kavgasıyla hayatını devam ettirir. Ne var ki -Allah'ın inayetiyle- asla ye'se ve ümitsizliğe düşüp boğulmaz.

Ezber gücü nasıl artar?

Evvela şunu ifade edeyim ki, Allah hafıza gücü, ezberleme istidat ve kabiliyeti vermemişse hiçbir şey yapamayız. Eğer böyle bir durum mevzu bahisse O'nun verdiğine kanaat etmeli ve Allah'a hamd ve sena etmelidir.

İkinci olarak, Allah ezberleme kabiliyeti vermiştir, hafıza kuvvetlidir fakat hafızayı bozan, inhiraf ettiren, bulandıran ve ezberlenecek şeylerin önüne geçen bazı günahlar vardır. Hususiyle asrımızda, nisyan hastalığına sebebiyet veren bu günahların en yaygın olanı, harama nazar etmektir. Harama nazar, insanda çok ciddi ve köklü bir unutkanlığa sebebiyet vermektedir.

Muteber hadis kitaplarında olmasa da, Şazeli, Muhyiddin Arabî gibi kimselerin hafızayı güçlendirip unutkanlığı azaltma adına bazı tesirli duaları vardır. Halef uleması tarafından bunlar toplanıp bir araya getirilmiştir.

Bir hadis-i şerifte hafıza geriliğinden ve ezberleyememekten şikâyette bulunan insanlara dört rekât halinde kılınan bir namazdan ve arkasından yapılan duadan bahsedilmektedir. Bir gün Hz. Ali, Allah Resulü'ne gelip Kur'an'ı hafızasında tutamamaktan yakınır. Bunun üzerine Efendimiz ona, Cuma gecesi kalkıp ilk rekâtında Fatiha'dan sonra Yâsin Sûresi'ni, ikinci rekâtta Fatiha'dan sonra Duhan Sûresi'ni, üçüncü rekâtta Fatiha'dan sonra Secde Sûresi'ni, dördüncü rekâtta ise Fatiha'dan sonra Mülk Sûresi'ni okuyacağı dört rekâtlı bir namaz tarif eder. Namazdan sonra da dua kitaplarında "Hıfz duası" adıyla bilinen duayı yapmasını ister.

Hz. Ali bunu beş veya yedi gece yapar ve Allah Resulü'ne gelip şöyle der: "Ya Resulallah! Ben daha önceleri dört-beş ayet okuduğumda ezberleyemiyordum. Fakat şimdi kırk ayet kadar ezberleyebiliyorum. Onu okuduğumda da sanki Allah'ın kitabı gözümün önündeymiş gibi oluyor. Yine önceleri hadisi duyup tekrar ettiğimde tam ezberleyemezdim. Fakat şimdi hadisleri işitip onları rivayet ettiğimde bir harf bile kaçırmıyorum." (Tirmizi, Daavat, 114) Her ne kadar bu hadis, hadisçiler tarafından tenkit edilse de büyük kimseler tarafından itimat edilmektedir.

Harama nazardan ötürü hafıza dağınık ise içinde yaşadığımız ve curcuna haline gelmiş toplumun umumi manzarası bunu ihdas ediyorsa mümkün mertebe zaruret hâsıl olmadan toplum içine girmemek, çarşıda pazarda dolaşmamak, bizi ilgilendirmeyenler ile münasebeti azaltmak gerekir.

Vazife ve mesuliyetimizin muktezası olarak yer yer karşımıza haramlar çıksa da mümkün mertebe onlardan kaçınmak lazım. Çünkü ehlullah, harama nazarın nisyan yaptığı üzerinde ısrarla durmuşlardır. Üstad Hazretleri de günümüzdeki açık-saçıklığın unutkanlık hastalığına sebebiyet verdiğini ifade etmektedir.

Haftanın Duası

Rabb'imiz! Sen'den cennetini dileniyoruz. Ona yaklaştıracak kavlî ve fiilî amelleri işlemeye bizi muvaffak kıl. Cennetini istediğimiz gibi rızanı da arzuluyoruz; rahmetinle ve fazlınla muamele buyur da bizi Senin hoşnutluğunu kazanmış bahtiyarlardan eyle! Bize imanın hakikatini yakîn derecesinde öyle duyur ki, sadece Senin mehabetini duyalım ve haşyet duygumuz da yalnızca Sana karşı olsun! Dualarımızı kabul buyur ve beklentilerimizi boşa çıkarma.. ihtiyaçlarımızı gider ve ne olur bize terk edilmişlik hüsranını yaşatma!

Sözün Özü

Batı medeniyeti ömrünü tamamlamıştır. Evet, Batı şu anda kendi beyni ile yürümüyor. Belki mevcut teknolojinin yeni teknolojiler üretmesiyle varlığını devam ettiriyor. Üretecekleri şeyleri bilgisayarlara bağlamışlar ve basit müdahaleler ile mevcut çarkı çeviriyorlar. Bu itibarla da Batı mantığının bundan sonra insanlığa vereceği hiçbir şey yoktur. İhtimal bu safhadan sonra bakir dimağlara sahip insanlar dizgini ellerine alacaktır. İşte bu mülâhaza ile ben milletimizi bu işe namzet olarak görüyorum.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.