Hizmet dünyada, ücret ukbada
Maddî-manevî füyûzât hislerinden fedakarlıkta bulunan bir hizmet kervanı, yaşadığı hayat boyunca, dünya zevki namına bir şey bilmeyen bir kervandır.
Başkalarını mesut etme uğruna kendi haz ve lezzetlerinden fedakârlıkta bulunan böyle bir kervanın yolcuları, elbette hizmette önde, ücrette geride bulunacaklardır. Nefislerin buna razı olmaması ise bazı arızalardan kaynaklanmaktadır. Bu arızaları şöyle sıralayabiliriz:
Birincisi, fikir ve tefekkür hayatında sık sık bir ameliyyat-ı cerrahiye görülmemesi.
İkincisi, râbıta-i mevtin yani ölümü hatırlamanın az yapılması.
Üçüncüsü, doğruyu temsil, doğruyu anlatma ve doğruya davet işinin ihmal edilmesi. İnanan sineler, kendi aralarında devamlı surette emr-i bi'l-ma'ruf ve nehyi ani'l-münker düşüncesini yaşamalı ve yaşatmalıdırlar. Dünyanın fena ve zevaline, ahiretin ise beka ve devamına inanmış olunsa bile bu vazife yine de ihmal edilmemelidir. Çünkü nefs-i emmare, insanı aldatır. Fani ve zail şeyleri, baki şeyler yerine koyup ahireti unutturur. O, devamlı surette dünyayı nazara vererek, insana hizmette geride ücrette ileride olma duygu ve düşüncesini aşılar.
Hizmette geri ücrette ileride olmak, münafıkların düşüncesidir. Kur'an-ı Kerim bu düşünceyi, "Öyle insanlar vardır ki Allah'a, sırf bir hesaba binaen, imanla küfrün arasında bir yerde ibadet eder. Şayet umduğu faydayı elde ederse onunla huzur bulup sevinir, eğer bir sıkıntı ve imtihana maruz kalırsa yan çizer, giderler." (Hac, 22/11) ayet-i kerimesiyle bir münafık vasfı olarak dile getirmektedir. Başka bir ayet-i kerimede müşriklerle savaşma emri geldiğinde münafıkların, ölüm sekeratına giren kimsenin bakışı gibi boş gözlerle Allah Resulü'ne baktıkları, korkup geri durdukları anlatılmaktadır. (Bkz. Muhammed, 47/20) Kur'an-ı Kerim'de bu mealde pek çok ayet-i kerime vardır. Bu ayetlerin hepsi, hizmette geride ücrette önde olmayı bir münafık vasfı olarak zikretmektedir.
Bu sebeple bir mümin, böylesi bir münafık vasfından fersah fersah uzak durmalıdır. Eğer inanmış bir sine, ücrette önde olmayı düşünüyorsa bilmelidir ki, kendisi münafıklarla aynı çizgide bulunuyor. Şunu da bilmek gerekir ki, Allah'ın rızasının tahsil edildiği bir yerde ücretten bahsetmek çok abestir. Varsın o, arzu edenlerin olsun!
Ben bunun için Müslüman olmadım!
Hizmette önde, ücrette geride olma düşüncesini zirve noktada Ashab-ı Kiram'ın yaşadığını görüyoruz. Adını bilme şerefiyle şereflenemediğimiz bir sahabi, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) huzuruna gelerek Müslüman olur. Ardından bir savaşa iştirak eder. Ganimet taksimi yapılırken, o sahabinin gözleri dolar ve ganimet almayı bir nifak alameti sayarak Allah Resulü'ne şunları söyler: "Ya Rasûlallah! Ben bunun için Müslüman olmadım. Ben Müslüman oldum ki, (gırtlağını göstererek) şuradan bir ok yiyip Rabb'ime kavuşayım." Daha sonra şehitler arasında o sahabinin de mübarek cesedi bulunur. Meçhul sahabi, tam parmağıyla işaret ettiği yerden bir ok yemiş halde yerde yatmaktadır. Amr ibn As da yeni Müslüman olduğunda kendisine ganimet verileceği zaman, gözleri dolu dolu olmuş ve şunları söylemiştir: "Ya Rasûlallah! Ben bunun için mi Müslüman oldum?"
İşte bu devasa kametler, ücret alma mevzuunda devamlı surette geri durmuşlardır. Vâkıa yer yer ganimet düşüncesi nazara verilerek, Ashab-ı Kiram onun için de koşturulmuş, ancak onlar, ellerinde, avuçlarında bulunan şeyleri geldikleri gibi dağıtmışlardır.
Bu mesele elbette nefse çok ağır gelecektir. Ancak, yukarıda da ifade edildiği gibi evvela Cenab-ı Hakk'ı çok iyi bilmek gerekir. Zira Allah'ı iyi bilen bir insan, fani olan şeylere karşı gönlünü kaptırmaz.
İkinci olarak, yarın öleceğini düşünen bir kimse, "Nasıl olsa öleceğim. Bu sebeple öte dünyam adına bana zarar verecek olan ücret alma gibi vartalara düşmeyeyim." duygu ve düşüncesi içinde olur ve devamlı öte dünyası adına yatırım yapma işiyle meşgul olur.
Üçüncü olarak, bir hizmet kervanı içinde bulunan insanlar arasında, hak ve hakikat adına yarışmalara şahit olanlar, onların meziyet ve faziletlerinden ders alarak böyle bir vartaya düşmekten uzak duracaklardır. Bu sebeple böylesi bir hayır kervanının ölçüsü, hizmette önde olmak, ücrette ise geride bulunmaktır.
Burada istidradi olarak şunu ifade etmekte de fayda vardır: Kendisini iman ve Kur'an hizmetine adayanların birbirlerine karşı kendilerini müsavi kabul etmeleri, daire içinde bulunan birisinin başkalarını kendinden küçük görmemesi ve kimseyi de kendinden büyük görmemesi bir esastır. Ancak bir insan, "Falan arkadaşın benden daha çok meziyetleri vardır. İyi bir mümindir. Ben ona kulluk yapmanın dışında yapılacak her şeyi yaparım. Zira o, faziletli ve meziyetlidir." diye düşünebilir. Böyle bir düşünce içinde, hizmet ve ücret dengesindeki ahenksizlik, o hizmet halkasının diğer fertlerini rekabete sevk etmez. Bir mümin, "Nasıl olsa hepimiz birer neferiz ve mîri malından bize terettüp edecek bir şeyler vardır. O da daha çok ahirette olacaktır. Allah emrettiği için koşturuyoruz ve neticede O'nun rızasını kazanacağız. Meyvelerini de ahirette dereceğiz." mülahaza ve düşüncesi içinde, ücretin büyük bir kısmını ahirette almayı beklemeli ve burada ücret alacağım düşüncesiyle arkadaşlarıyla rekabete girmemelidir.
- Başkalarını mesut etme uğruna kendi haz ve lezzetlerinden fedakârlıkta bulunan bir hizmet kervanının yolcuları, elbette hizmette önde, ücrette geride bulunacaklardır.
- Eğer inanmış bir insan, ücrette önde olmayı düşünebiliyorsa bilmelidir ki, kendisi Kur'an'da özellikleri belirtilen münafıklarla aynı çizgide yer almaktadır.
- Hizmet eden insanlar arasında, hak ve hakikat adına yarışlara şahit olanlar, onların meziyet ve faziletlerinden ders alacak ve ücret düşünmeyeceklerdir.
İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar
Dünyada insanlar, hakikat adına ne kadar şey bilirlerse bilsinler, hakiki âleme intikal edecekleri ana kadar daima hakikati perde arkasından müşahede edecek ve mutlak hakikatle aralarında daima tenteneli bir perde göreceklerdir.
Hakikatin kendi aydınlığı ve bütün ihtişamı ile onlar tarafından sezilip hissedilmesi, ancak bu âleme göçtükten sonra olacaktır. Binaenaleyh bu âlemde insanların gerçek hakikati bilme adına kafalarında kurdukları her şey, hayalden ibaret demektir.
Bu meselenin bir diğer yönü de şudur: Ehl-i hakikat ve ehl-i tasavvufa göre insanların hakikati görebilmeleri için, nefis ve enaniyetleri cihetiyle ölmeleri lazımdır ki, onu ayan beyan görebilsinler. İnsanlar, sırtlarında nefis baskısını taşıdıkları, benlik ve gururları altında ezildikleri sürece katiyen hakikati göremezler. Öyleyse kalbin ve ruhun hayatına yükselmenin yolu, nefis ve enaniyet cihetiyle yok olmaktır. Evet, insan yok olmalı ki, var olsun! Zat-ı Ulûhiyyet hakkında bir kısım hakikatlerin kalb ve vicdan yoluyla müşahede edilmesi ve insanın bunu vicdanında sezdikten sonra iradesiyle kendisini yönlendirmesi, nefsin ve enaniyetin baskısından kurtulmasına bağlıdır. Bu ise ancak derin bir tefekkür, Cenab-ı Hakk'ın kâinattaki ayet, kelime, harf ve satırlarında, ona ait hakikatleri müşahede edip daima uyanık ve gözleri açık yaşama gibi yollarla temin edilebilir.
Bir diğer husus da, zikr ü fikr ile kalbi temizleme, vicdanı uyarma ve "Ölmeden önce ölünüz!" sırrına mazhariyet ufkuna ulaşmaktır. Yani siz, hepiniz uykudasınız. Nefis ve enâniyet cihetiyle öldüğünüz zaman gözleriniz açılacak ve hakikati, mahiyet-i nefsü'l-emriyesine uygun müşahede edeceksiniz. Aksine nefsin arzularının esiri olduğunuz ve cismaniyetinizi yaşadığınız sürece, hakikate de gözleriniz hep kapalı kalacaktır. Hâsılı, dünyada nefis ve enaniyet cihetiyle insanlar uykudadırlar. Nefis ve enaniyetlerini öldürüp kalbin ve ruhun derece-i hayatına yükseldikleri, kalbi söylettirdikleri, ruhu işlettirdikleri an, gözleri açılacak ve her şey onlara ayan beyan görülecektir.
Ayrıca pek çok insan, Allah'a iman edip namaz kılsa bile gaflet içinde olabilir. Bu tür insanlar, büyük ölçüde cismaniyete ait duyguları yaşarlar ve hep onların baskısı altındadırlar. Namaz ve oruç, çok defa dünyaya ait duygular gölgesinde renksiz kalır. Böyleleri mâlâyâniyât sayılan bu türlü şeyleri kalplerinden attıkları ölçüde bir yönüyle, dünya cihetiyle ölmüş bile olsa, uhrevî âlem itibariyle dirilmiş sayılabilirler.
Haftanın Duası
Allah'ım! Sen'den bizi yolların doğrusuna iletmeni ve takva duygusu ile dopdolu hale getirmeni dileniyoruz. Nefislerimizin içimize akıtabileceği her türlü şer düşüncesinden, Sen'inle aramıza girip perde olabilecek ve bizi Habîb'inin yolundan alıkoyabilecek bütün manilerden de yine Sana sığınıyoruz. Rabb'imiz! Kalplerimizi topyekün şüphe, şehvet, gaflet ve nefsanî hazların kirlerinden arındır ve bizi her haliyle örnek seçkin kullarından eyle. Amin..
Sözün Özü
Çoğu zaman yaptığımız işlerde, şükrün bereketine mazhar olmak yerine, 'Ben yaptım, ben ettim..' gibi kelimelerle şirk kapılarını aralayabiliyoruz. Hâlbuki her insan, 'Beni de, davranışlarımı da yaratan Allah'tır.' anlayışından hareketle, kendisine lütfedilen başarıları kendi nefsine mâl etmemelidir. Aksine, 'Allah'ın izniyle böyle oldu, Allah ihsan etti vs.' diyerek şükür kapısını açık tutması gerekir. Bu düşünce hem nimetlerin sağanak sağanak devam etmesine vesiledir, hem de şirk kapısının kapalı kalmasını sağlar.
- tarihinde hazırlandı.