"Sizin İçin Şunu Yaptım" Deme!

İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhi ekmelüttehâyâ vetteslimât) hayat-ı seniyyelerinde elbette ki hiçbir zaman yaptığı hizmetlerden dolayı herhangi bir ücret talebinde bulunmamış ve "Sizin için şunu yaptım, bunu ettim!" diyerek asla kimseyi minnet altında bırakmamıştır.

Ancak sayılabilecek kadar az vâkıa olsa da, değişik hikmet ve maslahatlara binaen, kendisinin muhatapları için nasıl büyük bir nimet olduğunu hatırlattığı durumlar da söz konusudur. Mesela Huneyn Harbi sonrası gelişen hâdiseler buna bir misal olarak zikredilebilir. Hatırlanacağı üzere Huneyn Harbi'nde elde edilen ganimetleri Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) daha ziyade gönüllerini İslâm'a ısındırmak istediği insanlara dağıtmış ve bazı şahıslara hususiyet arz edecek şekilde paylar vermişti.

Böyle yapmakla O (sallallâhu aleyhi ve sellem) yeni Müslüman olmuş bu fertlerin gönüllerini almak, onları da istikbalin kahraman sahabileri hâline getirmek, kendi semahatini sergileyerek onların gönlünde de imanın oturaklaşmasını sağlamak murad buyuruyordu. Ayrıca bu kişilerin birçoğu, kavim ve kabileleri arasında söz sahibi olan insanlardı. Siz fakir fukaraya bakar, onları görüp gözetirsiniz; ama öyle birisi de vardır ki, onun gönlünü kazandığınız zaman arkasındaki binlerce insanın da gönlünü kazanmış olursunuz. O şahıs; "Buyurun gelin!" dediği zaman ardındaki binlerce insan da size katılmış olur. Fetanet-i azam sahibi Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ganimet taksiminde bu ve benzeri birçok hikmet ve maslahat gözetmişti.

Şu an biz belli ölçüde bunları düşünüp idrak edebiliyoruz ancak o günkü şartlarda Ensar'dan üç-beş genç bunları düşünememişti. Düşünememiş ve "Daha onların kanı kılıçlarımızdan damlıyor, hâlbuki en fazla payı da onlar alıyor!" demişlerdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ensar'ın, aralarına başka kimse almadan, hemen bir çadırın altında toplanmasını emretti. Tabiî bu husus da taktik açısından ayrıca üzerinde durulabilecek bir konudur. Zira fitneye yol açabilecek, dedikodu denilebilecek şeyler konuşulmaya başlanmıştı. Bundan dolayı problem çözülürken fitne ve dedikodunun şuyû' bulmaması adına muhacir topluluğunun söylenenleri duymaması dikkat edilmesi gereken bir husustu. Ayrıca Ensar'ın bütününe toplu bir şekilde hitap edilmek suretiyle, bu sözleri dillendiren kişilere karşı perde yırtılmamış, onlar hususi mahiyette hırpalanmamış olacaktı. Bu da kimsenin suçlu duruma düşürülmemesi, suçluluk psikolojisi içine itilmemesi adına önem arz etmekteydi.

Hâsılı, Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ vetteslimât) Ensar'ı toplamış ve onlara minnet ifadeleri olarak telakki edilebilecek şu sözleri söylemişti:

"Ben geldiğimde, siz dalâlet içinde değil miydiniz? Allah, benimle sizi hidayete erdirmedi mi? Ben geldiğimde, siz fakr ü zaruret içinde kıvranmıyor muydunuz? Allah, benim vesilemle sizi zenginleştirmedi mi? Ben geldiğimde siz, birbirinizle düşman değil miydiniz? Allah, benimle sizin kalblerinizi telif etmedi mi?" Elbette orada bulunanların çoğu zaten O'na (sallallâhu aleyhi ve sellem) çok iyi inanmış kimselerdi. Efendimiz (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm), her cümle ve soruyu bitirdikçe onlar topluca: "el-minnetü lillâhi ve lirasûlihî- Evet, evet, minnet Allah'a ve Resûlü'ne aittir!" diye gürlemişlerdi. (Buhârî, menâkıbü'l-ensâr 1-2; megâzî 56) Görüldüğü üzere burada -hâşâ- nimetlerin onların başına kakılması, yüzüne vurulması mevzubahis değil; aksine muhatapları içine düşebilecekleri bir vartadan kurtarma, fitnenin önünü alma ve ortaya çıkmış problemi çözmeye matuf bir gaye söz konusudur.

Bir Arpa Boyu Yol Alamayan Tali'sizler

Şimdi mevzuun bize bakan yönüne gelecek olursak, hangi yolla olursa olsun, bu yaptığımız iyiliklerin hiçbirini minnet işmam edecek ölçüde dahi olsa dile getirmemiz doğru değildir. Bu konuda bize düşen şöyle düşünmektir: Allah'a binlerce hamd ve sena olsun ki bizi sizinle beraber böyle güzel bir yola hidayet eyledi; eyledi de iman ve İslâm hayatımız, gönül ve ruh dünyamız itibarıyla henüz gerçek bayrama eremesek de Rabb'imiz bize el ele, omuz omuza âdeta bir bayram sevinci yaşattı.

Evet, yaptığımız hizmet, ettiğimiz iyilikler karşısında kardeşlerimize minnet edip onları incitmemeli, üzmemeliyiz. Bazen anlaşılmama, hissedilmeme gibi durumlar karşısında insan olmamız münasebetiyle gönül kırgınlığı yaşayabiliriz. Ancak bu durumda içteki duygularımızı ifadeye dökmez ve bastırabilirsek -inşallah- mahzurlu bir tavır ve davranış içine düşmemiş oluruz. Hele hele "Ben olmasaydım nereden bu yolu bulacak ve doğruyu nasıl bilecektiniz?" şeklinde beyanlarda bulunarak vesile olduğu hizmetleri gurur vasıtası yapıp başa kakmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. İstanbul gibi beldeleri fethedebilir, Belgrat'lara gidebilir, Viyana'lara yönelebilir, kıtalara nam-ı celil-i Muhammedî'yi duyurabilirsiniz. Ve bütün bunlar insanlar tarafından sanki sizin dehanızdan fışkırmış gibi görülüp öyle de algılanabilir. Ancak bu yaptıklarınızı, arkanızda sizinle beraber koşan o insanların başına kakar, minnet mevzuu hâline getirirseniz, bu durum, o büyük işlerin hepsini iptal eder, sevabını alır götürür ve ahirette o işlerden sizin hesabınıza hiçbir şey kalmaz. Bunca iş yapmış olmanıza rağmen bir arpa boyu yol almamış/alamamış olduğunuzu öte tarafta acı acı müşâhede edersiniz.

Özetle

  • Hangi yolla olursa olsun, bu yaptığımız iyiliklerin hiçbirini minnet işmam edecek ölçüde dahi olsa dile getirmemiz doğru değildir. Yaptığımız hizmet, ettiğimiz iyilikler karşısında kardeşlerimize minnet edip onları incitmemeli, üzmemeliyiz.
  • Bazen anlaşılmama, hissedilmeme gibi durumlar karşısında gönül kırgınlığı yaşayabiliriz. Bu durumda içteki duygularımızı ifadeye dökmez ve bastırabilirsek -inşallah- mahzurlu bir tavır ve davranış içine düşmemiş oluruz.
  • Yaptıklarınızı, sizinle beraber koşan insanların başına kakar, minnet mevzuu hâline getirirseniz, bunca iş yapmış olmanıza rağmen bir arpa boyu yol almamış/alamamış olduğunuzu öte tarafta acı acı müşâhede edersiniz.

İhtimaller Üzerine Hüküm Verilmez

Her meselede itidal ve denge çok önemlidir. Hoşgörü konusunda da kalb balansının çok iyi ayarlanması gerekmektedir.

İddia olmayacağı mülâhazasıyla diyorum ki, biz, hoşgörü hususunda dengeli olduğumuza inanıyoruz. Bu itibarladır ki; hoşgörü derken, bunu milletimizin ve ülkemizin geleceğini tehlikeye sokacak, tarihimizi, millî-mânevî değer ve dinamiklerimizi tahribi netice verecek davranışlara karşı hoşgörülü olunması asla söz konusu değildir. Aslında bugünümüz ve yarınımız adına nelerin hoşgörüleceği ve nelerin hoşgörülmeyeceği bellidir. Ama öyle ümit ediyorum ki toplum, zamanla birbiriyle kaynaya kaynaya o dengeye ulaşacaktır. Bugün bize düşen şey, şu demokratik hava içinde, tartışma ve ayrılık konusu meselelerden kaçınarak, bizi toplum olarak, millet olarak birbirimize bağlayan hususları öne çıkarmak suretiyle, herkesi bulunduğu konumda kabûl edip, hoş görmekle işe başlamak isabetli bir yol olsa gerek.

Zaten başkalarının hukukunun söz konusu olduğu bir yerde müsamaha gösterme, kimsenin hakkı değildir. Biz nefsimize ait meselelerde fedakârlıkta bulunabiliriz; ama toplumun hakkını fertlere bağışlamaya gelince, o topluma karşı işlenmiş bir haksızlıktır. Evet, ben cüzdanımı veya sırtımdaki elbiseyi birisine verebilirim; bu bir fedakârlıktır. Ne var ki millete ait bir cüzdanı, millet malını ve kamunun hakkını birisine bağışlamam, zahiren hayır gibi görünse de, temelde zulümdür.

Öte yandan, hükümler muhtemeller üzerine kurulmamalıdır. Eğer hüküm muhtemeller üzerine kurulacak olursa, o takdirde, su-i zanna gidilmiş ve günaha girilmiş olur. Hükümler vukuâta, yani olup bitmiş hadiselere göre verilir. Ortada bir işaret ve delil olmadığı müddetçe, beraat-ı zimmet, yani kişilerin masumiyeti esastır. Bu, bir hukukî disiplindir. O açıdan, bazılarının, siz hoşgörü diyerek millet ve maneviyat aleyhinde her şeyi dinamitliyorsunuz ve bazılarının dümen suyunda gidiyorsunuz gibi dayanaksız ve tamamen sû-i zanna dayanan suçlamaları, nasıl bir bühtandan öteye geçmiyorsa, aynı şekilde, daha başkalarının, şimdi hoşgörü diyorsunuz ama fırsat elinize geçerse şöyle-böyle yaparsınız gibi düşünce ve sözleri de, hiçbir işaret ve delile dayanmayan birer kuruntu olduğundan birer paranoya deyip üzerinde durmamak icap eder.

Şimdi bize düşen şey, savunduğumuz meselelere âlemin inanıp inanmaması değil; samimiyetle inandığımız sevgi ve hoşgörü davasında, Risalet vazifesinin ayları ve güneşleri olan peygamberlerin, o üstünlerden üstün vazifelerini yerine getirirken gösterdikleri azim, sebat ve kararlılığı göstermektir.

Haftanın Duası

Allah'ım, i'tikad, söz ve amel bakımından şanına lâyık olmayan her türlü kusurdan Zatını yüce tutma ve Sana layık olan sıfatları da isbat etme adına dile getirilen sözlerin en güzelleriyle, renk renk, desen desen tesbîh ü takdîs ifadeleriyle Seni anmak istiyorum. Sırf Senin hoşnutluğunu gözeterek ve rızana ermiş bir kul olma ümidi besleyerek Seni tesbîh ü takdîs etmeyi arzuluyorum.

Sözün Özü

İnsan, cismaniyetine bağlı kaldığı, hayvaniyetinin güdümünde yaşadığı; yani yiyip içip yan gelip kulağı üzerine yattığı sürece, mülk âleminin dar çerçevesi içinde sıkışır kalır; kalır da ahsen-i takvîm sırrına mazhar bir varlıkken hayvanlardan da aşağı bir duruma düşer. Fakat o, hayvaniyetten çıkıp cismaniyeti bırakırsa farklı bir mahiyete erer, farklı bir mahiyet kazanır.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.