Sen Yaptıklarının Karşılığını Aldın
Kanaatimce insanı Allah'la irtibatı noktasında yanlışlığa sürükleyen en önemli saik, onun mârifetullah hususundaki eksiklik, kusur ve cehaletidir.
Bu durum da kudret sahibi Zât'ın irade ve meşîetinin görülüp bilinmesine; neticeyi var eden Müessir-i Hakikî'nin tesirinin vicdanlarda duyulup hissedilmesine engel teşkil ediyor. Bütün bunların sonucunda neticeyi kendinden bilen, en azından kendine bir pay ayıran kişi, enaniyet ve gurur içine giriyor, yapıp ettiklerini gösterme, duyurma, kendini ifade etme derdine düşüyor, "Ben, ben!" diyerek Ramazan davulu gibi gümlemeye başlıyor.
Kişinin bu hâlini basit ve mücerred enaniyet diye isimlendirecek olursak, kimileri işi biraz daha ileri götürüp mürekkep enaniyete sürükleniyor ve tam bir egoist gibi davranma yoluna giriyor. Sanki kendisi olmasaymış, başka güzel işlerin ortaya çıkması pek mümkün değilmiş gibi kuruntuya, bir aldanmışlığa kapılıyor.
Bazıları daha bir ileri giderek egosantrist bir tavırla kendini beğenme sevdasına tutuluyor, kendi yapıp ettiği şeylerin beğenisiyle hayatını örgülüyor, onları her şey gibi görmeye-göstermeye çalışıyor.
Ve hele bazıları narsist bir edayla, yapıp ettiklerine âşık ve meftûn bir halde, bütün güzelliklerin kendisine ait olduğu vehmiyle oturup kalkıyor, başkalarının yaptığı hiçbir şeyi beğenmiyor, hiçbir güzelliği kabul etmiyor, kendisinden sadır olmayan hiçbir güzele güzel demiyor. Sanki işin içinde o olmasa güzellik adına herhangi bir şeyin ortaya çıkması mümkün değilmiş gibi sapık bir anlayış içinde hayatını sürdürüyor.
Tabiî bu hâle gelmiş bir zavallı bilmiyor ki, bu duygu kademe kademe onu mahvediyor, adım adım kalbini öldürüyor. İşin daha da vahim yanı, bütün bunlara rağmen o, hâlâ yerinde durduğunu zannediyor; zannediyor da içten içe bir firavun, bir narsist kesilmişken kıldığı namaz, yaptığı ibadet, ettiği sohbet ve insanlar üzerinde meydana getirdiği sûrî ve sun'î bir heyecanla kurtulabileceği vehmiyle esfel-i safilîne doğru yuvarlanıp gittiğinin farkına varamıyor.
Allah Dostlarının Hâli
Görüldüğü üzere tehlike baştan sezilip önü alınmazsa -Allah korusun- işin sonu gidip esfel-i safilîne dayanabilir. Bundan dolayıdır ki ehlullah, tahayyül ve tasavvur mertebesinde dahi olsa, nefsanî dürtüler karşısında büyük bir günah işlemiş gibi ürpermiş ve vakit geçirmeksizin hemen onunla mücadeleye girişmişlerdir. Mesela bakıyorsunuz, onlardan biri, "Sübhânallahi ve bihamdihî sübhânallahi'l-azîm Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih eder ve O'na hamd ederim. Azîm olan Allah, her türlü eksiklikten münezzehtir." derken gönlünün derinliklerinden kopup gelen bir edayla, kalbinin sesi olarak ortaya çıkan tesbih u tahmidlerle çevresindeki insanlarda aşk u heyecan uyarıyor, cezb u incizab mevcelenmeleri meydana getiriyor.
Kimileri kendinden geçiyor, kimileri hıçkırıklara boğuluyor. İşte o esnada "Benim zikrim, benim ses ve soluğum vesilesiyle bunlar gerçekleşti..." gibi bir his kalbine hutûr edince zahiren hiç münasebeti yokken, birdenbire o zikrini kesiyor, dehşet verici ve ürperten bir hâlde, belki bütün vücuduyla titreyerek "Estağfirullah ya Rabbi! Estağfirullah ya Rabbi! Estağfirullah ya Rabbi!" deyip inliyor, inleyip içine doğan o anki mülâhazaya karşı ciddi bir isyan ahlâkıyla mücadeleye girişiyor.
Evet, sizin ortaya attığınız tohumlar gözünüzün önünde birdenbire yerden fışkırsa; bir tanesi bin başak verse ve her başak bin buğdaya yürüse... işte bütün bunların neticesinde dahi aklınızın köşesinden "Bu işte bizim de bir dahlimiz var", diye geçecek olursa, büyük bir günah işlemiş gibi istiğfar etmiyorsanız yaptığınız işlerin hepsi "hebâen mensûrâ/toz-duman" hâline gelir, heder olur gider. Kendinize mal ettiğiniz an, bu nimetler elinizden alınır. Hadis-i şerifte de ifade buyrulduğu gibi öbür tarafta; "Sen, yaptıklarını 'yapıyor' desinler diye yaptın ve onlar da dediler. Dolayısıyla sen belli bir darlık içinde yaptıklarının karşılığını aldın. Ahiretin o genişliğine, o enginliğine rağmen burada alacağın bir şey kalmadı." sözüne muhatap olursunuz. O açıdan bu mevzuda donanımımız tam olmalı. Rabb'imizin rızasına muhalif ve O'nu ifade etmeyen mülâhazalar içimizi bulandırdığında yani bütün müspet şeyleri O'na bağlamamız gerekirken bunları kendimize mâl etme gibi gafil, cahil ve nadanlara düşecek bir yanlışlık sürecine girdiğimizde meseleyi hemen orada kesmeli ve derin bir nefis muhasebesiyle soluklanıp "Estağfirullah ya Rabbi! Ben yine kendime takıldım." demeliyiz. Çünkü kendine takılan kat'iyen Allah'a doğru yürüyemez, nefsini ayaklar altına alıp üzerinde raks etmeyen de asla O'na ulaşamaz.
Ne Olur Affının Serinliğini Ruhuma Duyur
Ey kudreti sonsuz, merhameti nihayetsiz, bütün âlemlerin yegâne sahibi Yüceler Yücesi Rabb'imiz! Efendiler Efendisi'ne, O'nun nezih ehl-i beytine, seçkinlerden seçkin ashâbına salât ü selam ederek bunları Senden dileniyoruz, Rabb'imiz!
Ey Yücelerden Yüce Rabb'im! Bütün mal ve mansıp sahipleri kapılarını sürmelediler. Sen'in yüce dergâhının kapısı ise asla kapanmaz ve dilekte bulunanlara her zaman açıktır.
Ya Rabbî, Ya İlahî! Yıldızlar gaybûbet âlemine, gözler de uykuya daldılar. Sen ise ey Rabbim, Hayy'sın, Kayyûm'sun; uykudan, uyuklamadan sonsuz defa münezzeh ve müberrâsın.
Ya Rab! Gece, karanlığıyla mevcûdâtın üzerini örtünce döşekler de seriliverdi ve sevenler sevdikleriyle baş başa kaldılar. Sen, Sen'in yolunda, Sana ulaşma istikametinde cehd ü gayret içinde bulunanların biricik sevgilisi, (benim gibi) yalnızlık gurbetine maruz kalanların da yegâne enîsisin!
Ya İlâhî! Ulu dergâhına sığınan bu kimsesiz kulunu kapından kovacak olursan ben gidip hangi kapıya iltica edebilirim ki! İlâhî! Yakınlığından mahrum edersen beni, o zaman ben kimin yakınlığını umabilirim ki! İlâhî! Şayet Sen bana azap etmeyi murad buyurursan, ben biliyorum ki, cezalandırılmaya fazlasıyla müstehakım! Fakat affınla sarıp sarmalarsan, o da Sen'in lütfun ve keremindir.
Ya Seyyidî, ya İlâhî! Marifet erbabı kulların Sen'i bulduklarında Sen'den başka ne varsa hepsinden yüz çevirmişlerdir. Salih kulların Sen'in fazlınla necâta ermişlerdir. Taksîratı pek çok günahkârlar da "Tevbe, ya Rabbi!" deyip yine Senin kapına yönelmişlerdir.
Ey affı güzel Rabb'im! Ne olur, affının serinliğini ve marifetinin halâvetini benim ruhuma da duyur ve beni onlarla doyur! Her ne kadar ben bunlara lâyık olmasam bile, haşyetle önünde iki büklüm olup ikâbından sakınılmaya lâyık olan da, mücrimlerin günahlarını bağışlama şanına yaraşan da yalnız Sen'sin!
Âlemlerin Rabbi Allah'a sonsuz hamd ü senâ, O'nun en büyük elçisi olan Hazreti Muhammed'e (aleyhissalâtü vesselâm), diğer enbiya ve mürselîn efendilerimize, Hakk'ın mükerrem ibâdı olan melâike-i kirama, yer ve gök ehlinden salih kullara da Cenab-ı Allâmü'l-Guyûb'un ilmi ve malûmatı adedince salât ü selam olsun.
Haftanın Duası
Allah'ım, i'tikad, söz ve amel bakımından şanına lâyık olmayan her türlü kusurdan Zat'ını yüce tutma ve Sana layık olan sıfatları da isbat etme adına dile getirilen sözlerin en güzelleriyle, renk renk, desen desen tesbîh ü takdîs ifadeleriyle Seni anmak istiyorum. Sırf Senin hoşnutluğunu gözeterek ve rızana ermiş bir kul olma ümidi besleyerek Seni tesbîh ü takdîs etmeyi arzuluyorum. Bunu nasip eyle Allahım, beni bu devletten mahrum kılma.
Sözün Özü
Dünyanın bir yüzü, Cenâb-ı Hakk'ın güzel isimlerine bakar ve onların aynasıdır. Bu açıdan dünyaya bir meşher, bir seyrangâh; bir kitap, bir seyahat gemisi ve bütün bunların neticesinde Rabb'imizi derin derin murâkabeye alabileceğiniz bir koy nazarıyla bakılabilir. Bu veçhesiyle dünya, Allah'ın sonsuz güzelliklerine, güzelliklerinin tecellilerine sahne vazifesi görüp O'nun muhabbetine vesile olduğundan mezmum değil aksine sevgiye layıktır.
- tarihinde hazırlandı.