Hüzün ve Izdırap En Makbul Duadır

Günümüzde âlem-i İslâm'ın yürek parçalayan durumu karşısında çaresizlikten dolayı hüzün duyma, Allah'a inanmışlığın, Kur'ân'a bağlı olmanın, Efendimiz'e "Muhammedün Resûlullah" demenin gereğidir.

Her mü'minde böylesi bir hüzn-ü daim olmalıdır. Zaman, gülüp oynayacak zaman değildir. Düşünün ki, bir kimse, anne ve babasını aynı günde kaybetmiş, evinde taziye ziyaretlerini kabul ediyor. Ama o, böyle bir ortamda şen şakrak, def vuruyor, gülüp oynuyor. Bu durum o insanın akılsızlığına delâlet etmez mi? Hâlbuki hâlihazırda Müslümanlığın maruz kaldığı gadirler, yıkımlar; annenin, babanın, eşin, çocukların hepsinin birden ölmesinden çok daha büyük bir felakettir.

O zaman denilebilir ki hiç olmazsa günün belli vakitlerinde bu zulüm ve gadirleri mülâhazaya alıp tefekkürde bulunma, kurtuluş yolları için mahzun bir edayla Rabb'imize yalvarıp yakarma "Allah'a daha has mânâda inanmışız." demenin ve ihlâslılar yolunda bulunmanın gereğidir. Dolayısıyla böyle bir dönemde hüzün, o hüzne bağlı bir ızdırap, Kâbe'de yapılan dualardan daha makbuldür, denilebilir. Evet kanaat-i âcizânemce bir kimsenin Arafat'ta el kaldırıp dua etmesinden daha büyük bir dua varsa, o da, ümmet-i Muhammed'in derdiyle kıvrım kıvrım, gece başını seccadeye koyup, "Ne olur Allah'ım, bahtına düştüm. Ümmet-i Muhammed'i bu mezelletten kurtar." diye inim inim inleyerek yaptığı duadır.

Hüzünle tefekkürün kesiştiği, iç içe girdiği konulardan biri de imanımız adına akıbet endişesi mevzuu olsa gerek. Mesela inanan bir gönül "Beni bir akıbet bekliyor ama acaba bu nasıl bir akıbet; su-i akıbet mi yoksa hüsn-ü akıbet mi? Acaba Müslümanlık adına şimdiye kadar çizgimi koruyabildim mi, bundan sonra koruyabilecek miyim?" duygu ve düşüncesi içinde bulunur. Şimdi bu düşüncedeki bir insan sürekli hüzün içinde demektir. Böyle bir hüzne karşı yapılması gerekli olan şey de tefekkür-ü daimidir. Yani o mü'min, "İman adına nasıl derinleşmeli, mârifet adına nasıl enginleşmeli, muhabbet ve zevk-i ruhanî adına Allah'la nasıl bir münasebete geçmeliyim ki su-i akıbetimi hüsn-ü akıbete çevirebileyim?" düşünceleri içinde ızdırap ve hüzünle kıvrım kıvrım kıvranınca bu durum onu tefekküre sevk edecektir.

Böylesi bir tefekkür hüzün kaynaklı, hüzün televvünlü bir tefekkürdür. Onun için büyükler sabah-akşam sık sık: "Allahümme ahsin âkıbetenâ fi'l-umûri küllihâ ve ecirnâ min hizyi'd-dünyâ ve azâbi'l-âhirati- Allah'ım! Yapıp ede geldiğimiz bütün işlerimizin neticesini güzel eyle! Bizleri dünyada rezil rüsva olmaktan ve âhiret azabından koru!" duasını yapmışlardır.

Tefekkürü ve Duaları Umuma Yaymak Gerek

Ancak ben burada durup mevzû ile alâkalı önemli gördüğüm bir hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Elbette ki ferdî akıbetimiz adına tefekkür ve hüzün küçümsenecek bir husus değildir. Fakat şahsî akıbet endişesi ve bundan kaynaklanan hüzün ve tefekkürden daha ziyade; bence asıl önemli olan ruhumuzda bulunan bu hüznü, dimağımızdaki bu tefekkürü başkalarına da aşılama, dert edindiğimiz esasları âlemin derdi hâline getirme, tefekkür ve hüznü herkesin ruhuna duyurma ve böylece bu zımnî ve mânevî duaları küllî birer dua enginliğine ulaştırabilmektir.

Çünkü bilhassa umumu ilgilendiren meselelerde duaların kabulü, o duanın külliyet kesbetmesiyle çok ciddi irtibatlıdır. Vâkıa biliyoruz ki Cenâb-ı Hak, ferdin tek başına yaptığı duaya da icabet buyurmakta, icabet buyuracağını vaat etmektedir. Bir mü'min, ferdî olarak istediği şeyi Allah'ın ona lütfedeceğine inanarak yürekten, halisane isterse Cenâb-ı Hak onun isteğine icabet buyurur. Fakat şu husus da gözden kaçırılmamalıdır ki, külliyet kesbetmiş duaların reddedildiği çok az görülmüştür. Bu sebeple hüzün ve tefekkürümüzün Allah indinde daha bir kıymetli hâle gelmesi, değerler üstü değerlere ulaşması onun umumîleştirilip herkesin meselesi hâline getirilmesiyle yakından alâkalı bir husustur.

Bana göre hüzün ve ızdırap en içten dualardan daha makbul bir duadır. Hele bir de o hüzün başkalarının imanı, başkalarının ebedî hayatını kurtarmak için ise. Denilebilir ki, böyle bir gaye için bir dakika çekilen ızdırap, yüz tane kurban kesmekten, birkaç defa nafile hacca gitmekten daha bereketli bir ameldir. Gönülden ah edenin her ahına icabet edilmiştir. O'na doğru içten yükselen hiçbir ses cevapsız kalmamıştır; el verir ki biz sesimizi, gönlümüzün sesi hâline getirelim.

Peygamber Efendimiz'e (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) "Hüzün Peygamberi" denmesi ne kadar manidardır! Zira O'nun hâli daima hüzünlü idi. Vakıa insanlarla karşılaştığında, sırf onların hatırına tebessüm buyuruyordu. Bûsîrî'nin Kaside-i Bür'esinde ifade ettiği gibi çehresinde tebessüm vardı. Fakat gülme meselesine gelince, O, hayatında üç kere gülmüştü.

Özetle

  • Günümüzde âlem-i İslâm'ın yürek parçalayan durumu karşısında çaresizlikten dolayı hüzün duyma, Allah'a inanmışlığın, Kur'ân'a bağlı olmanın, Efendimiz'e "Muhammedün Resûlullah" demenin gereğidir.
  • Bir kimsenin en büyük duası, ümmet-i Muhammed'in derdiyle, gece başını seccadeye koyup, "Ne olur Allah'ım, bahtına düştüm. Ümmet-i Muhammed'i bu mezelletten kurtar." diye inim inim inleyerek yaptığı duadır.
  • Külliyet kesbetmiş duaların reddedildiği çok az görülmüştür. Hüzün ve tefekkürümüzün Allah indinde daha kıymetli hâle gelmesi, onun herkesin meselesi hâline getirilmesiyle alâkalı bir husustur.

Gelin Günahlara Karşı Tavır Alalım

Hepimizi bekleyen ciddi bir akıbet var. Esved İbn Yezid en-Nehaî'nin mülâhazasıyla diyecek olursak:"İş bildiğiniz gibi değil; çok ama çok ciddi." Hiçbirimizin kabir azabından kurtulma, hesaba, mizana takılmama, sıratı uçarak geçme, mahşeri güvenle aşma adına bir garantisi yok.

O zaman ciddi meseleler karşısında ciddi olmamız gerekmez mi? Öyleyse gelin Allah aşkına, günah ve mâsiyete karşı ciddi bir tavır, ciddi bir duruş sergileyelim ve dilimizde bir vird-i zeban hâlinde sürekli "Allah'ım, bize günah işlettirme! Ezkaza hataya düşersek hemen tövbeye hidayet eyle. Sürekli tövbe, inâbe, evbe kurnalarına koşarak arınma yollarına bizi hidayet buyur." diye dua dua yalvaralım; yalvaralım da tek dakika olsun kirli kalmamaya çalışalım.

Gözümüz bakmanın, kulağımız duymanın, ağzımız konuşmanın kirleriyle kirli kalmasın. Hemen tövbe ve istiğfar kurnasıyla arınalım. Her zaman Allah'ın huzuruna çıkacak gibi tertemiz duralım. Nasıl bir büyüğün yanına çıkma öncesinde aynanın karşısına geçip gömleğimizi, kravatımızı düzeltir, birkaç defa ceketimizin yakalarından tutar, omuzlarını düzeltmeye çalışır, kapıya yanaştığımız zaman son bir kere daha kendimizi kontrol ederiz.

Aynen öyle de Âlemlerin Sultanı'nın huzuruna düzgün çıkmamız gerekmez mi? Tam kirlendiğin bir anda düşüverirsen, -nitekim ona düşme ve yuvarlanma denir, gitme denmez- bizi tertemiz yaratan, dünyaya fıtrat-ı selim ile insan mahiyetinde gönderen, hayvanlardan ayırıp bizi akıl, fikir ve şuurla serfiraz kılan Allah'a karşı ayıp olmaz mı? Rabbim hepimizi böyle bir ayıpla öte tarafa gitmekten, bütün sırların ortaya saçılıp döküleceği bir günde rezil ü rüsvay olmaktan muhafaza buyursun!

Ya Seyyidî, ya İlâhî! Marifet erbabı kulların Seni bulduklarında Sen'den başka ne varsa hepsinden yüz çevirmişlerdir. Salih kulların Sen'in fazlınla necâta ermişlerdir. Taksîratı pek çok günahkârlar da "Tövbe, ya Rabb'i!" deyip yine Senin kapına yönelmişlerdir.

Ey affı güzel Rabb'im! Ne olur, affının serinliğini ve marifetinin halâvetini benim ruhuma da duyur ve beni onlarla doyur! Her ne kadar ben bunlara lâyık olmasam bile, haşyetle önünde iki büklüm olup ikâbından sakınılmaya lâyık olan da, mücrimlerin günahlarını bağışlama şanına yaraşan da yalnız Sensin! Âmin!

Haftanın Duası

Rabbimiz! Ne olur, halimize merhamet et; et de nezdinde kurbet kahramanlığını ihraz etmiş seçkinlerin evsaf-ı hasenesiyle bizim ruhlarımızı da güzelleştir.. sevip hoşnut olduğun salih amelleri işlemeye bizleri de muvaffak kıl.. Bu bendelerini de, sürekli Senin kapının aralanmasını bekleyen yüzü yerde, tevazu, mahviyet ve hacâlet kahramanlarından eyle.. bu marifete muhtaç kullarını da marifet tecellilerin ile doyur!.

Sözün Özü

Çehresinde pırıl pırıl bir hayâ ve davranışlarında dupduru bir samimiyet bulunan nesiller yetiştirmek istiyorsak, bedene ait arzu ve isteklerini zarûret çerçevesine hapsetmiş ve hep O'nu seslendirme, O'nunla nefes alıp-verme azmiyle gerilmiş ciddi kimseler olmalıyız. Sonra da, maddî-mânevî hiçbir şey beklemeden, dünyevî-uhrevî hiçbir sevdâya kapılmadan, en içten ve şefkat dolu bir edayla neslimize el uzatmalıyız.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.