Her Peygamber Asrının İdrakine Seslenmiştir
Eşya ve hadiseler, Âdem Nebi'den (aleyhisselâm) İnsanlığın İftihar Tablosu'na (sallallahu aleyhi ve sellem) kadar uzanan çizgide ruh, mana, idrak edilme ve yorumlanma açısından sürekli değişim geçirmiştir. Değişen şartlar her zaman farklı şekillerde toplumlara da aksetmiştir. Bundan dolayı, ayrı ayrı zamanlarda gelen peygamberlerin farklı hususiyetlerle donanmış olması gerekmiştir.
Mesela; bir dönemin şartları ve o devirdeki insanların özellikleri ancak Hazreti Nuh gibi bir resûlün gönderilişine müsait bir zemin teşkil etmişti. Bu itibarla, denebilir ki, şayet aynı dönemde risaletle görevlendirilseydi, Hazreti İsa'nın da Nuh (aleyhisselam)ın hususiyetlerine bürünmüş olarak vazife yapması iktiza ederdi; eğer Hazreti Nuh da onun kavmine gönderilseydi, kendi tabiatının özelliklerini aşıp Mesihiyet ruhuyla hareket etmeye mecbur kalırdı. Günümüze gelinirken süratle küreselleşmeye doğru giden dünyada, bütün insanlığı kucaklayacak ve getirdiği düsturlarla kıyamete kadar beşerin ferdî, ailevî, içtimaî, idarî ve siyasî her türlü problemini çözebilecek âlemşümûl hüviyette bir peygambere ihtiyaç vardı.. ve Allah (celle celâluhu) böyle bir dönemde de o seviyede bir peygamberi, yani Nebîler Serveri Hazreti Muhammed'i (aleyhissalatü vesselâm) gönderdi.
Kur'an-ı Kerim'in peygamberleri anlatışına bakıldığında ve bu seçkin kulların güzîde hayatları incelendiğinde, onların bir kısmında cemâl bazılarında da celâl tecellilerinin öne çıktığı görülecektir. Bilhassa, Hazreti Nuh ve Hazreti Musa çizgisindeki peygamberlerde celâl cemâlin bir adım önündedir; dolayısıyla, onların kısmen sert bir mizaç sergiledikleri müşahede edilecektir.
Nuh aleyhisselâm tebliğ vazifesini eksiksiz yerine getirmiş; yılmadan, yorulmadan devamlı sûrette kavmini Allah'a imân ve kulluk etmeye çağırmış; isyan ederlerse azaba yakalanacakları hususunda ikazlarda bulunmuştu. Fakat pek çokları onun davetine icabet etmedikleri gibi, Allah'a inananlara zulüm ve işkenceden de geri durmamışlardı. Hazreti Nuh'un çağrısına koşanlar birer ikişer çoğaldıkça, münkirler daha bir endişeye kapılmış ve düşmanlıklarını safha safha artırmışlardı. Kavminin bu husumetine rağmen tebliğ ve temsil vazifesine uzun süre devâm ettikten sonra, onların bir türlü imâna gelmeyeceklerini iyice anlayan Nuh aleyhisselâm sonunda şöyle dua etmişti: "Ya Rabbî! Yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bile bırakma! Zira bırakırsan onlar Senin kullarını, Senin yolundan saptırırlar ve sadece kendileri gibi kâfir, ahlâksız çocuklar dünyaya getirip yetiştirirler. Ya Rabbî beni, annemi, babamı ve evime mü'min olarak girenleri, erkek ve kadın bütün mü'minleri affet. O zalimleri ise, daha da beter, daha da perişan eyle!" (Nuh Sûresi 71/26-28).
Cenâb-ı Hak bu Kutlu Nebî'nin duasını kabul buyurmuş ve o kavmin altını üstüne getirmiştir. Fakat Kur'an-ı Hakîm'in bu hadiseyi kıssa ederken kullandığı üslupta göze çarpan, şartlara bağlı bir karakter mevzubahistir; ayetlerde o gün öyle bir peygamberin gerekliliğini vurgulayan bir eda vardır. Dolayısıyla, Hazreti Nuh'un, Allah'ın rızasına muhalif olarak hissiyatını seslendirdiğini düşünmek ve öfkesini öne çıkararak o insanların helakı için beddua ettiğine ihtimal vermek büyük bir hatadır. Ulü'l-Azm bir peygamberin, Mevla-yı Müteâl'in muradının aksine bir arzu ve istekte bulunması düşünülemez. Meseleye, "peygamber de olsa bir insanın öfkesi" şeklinde yaklaşmak kat'iyen doğru değildir; böyle bir yorum çok yanlış bir algılamanın neticesidir. Ayrıca, bir peygamber hakkında değerlendirmede bulunurken çok temkinli davranmak icap eder. Zaten, Allah'ın muradı -kapalı dahi olsa- o istikamette bulunmasaydı, Cenâb-ı Hak, "Ben o şekilde yazmadım, Benim kader planım öyle değil" der ve onun talebini geri çevirirdi. Hâlbuki Yüce Yaratıcı, elçisinin istediğini aynıyla gerçekleştirmiştir. Demek ki, o zamanki şartlar ve o dönemin insanlarının tabiatları öyle gerektirmiştir.
Hazreti Musa Yörüngesi
Benzer hususlar Hazreti Musa için de geçerlidir. Malum olduğu üzere, özellikle sihirbazların iman etmelerinden sonra, Firavun iyice azgınlaşmış, baskı ve zulmünü artırmıştı; Musa (aleyhisselâm)a inananları şehit etmiş, hatta Hazreti Asya'nın da canına kıymıştı. Firavun ve kavmi küfürde ve imansızlıkta ısrâr edince, çeşitli belâlara mübtela olmuşlar; önce şiddetli bir kuraklık ve çetin bir kıtlığa tutulmuşlardı. Sonra da su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğramışlardı. Başlarına belâ geldikçe Hazreti Musa'ya gidip ondan eman dilemiş; fakat belâ kalkınca azgınlıklarına devam etmişlerdi. Nihayet, Hz. Musa şöyle yakarışa geçmişti: "Ey Rabb'imiz! Gerçekten sen Firavun ve kavmine dünya hayatında zinet ve mallar verdin. Öyle ki, netice itibarıyla onlar da, ey Rabb'imiz, (başkalarını) Senin yolundan çevirip saptırıyorlar! Ey Rabb'imiz! Onların mallarını yok et, kalblerini de sıkıp daraltıver; çünkü onlar, o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler." (Yunus Sûresi, 10/88)
Bu ifadeler de Seyyidina Hz. Musa'nın karakterini nazara vermektedir. Musa (aleyhisselam) bîzâr olduğu o kavme karşı böyle beddua etmiştir. Ne var ki, bir peygamberin Cenâb-ı Hak'tan bir işaret almadan o şekilde tazarruda bulunması nübüvvet âdâbıyla telif edilemez. Belki orada Allah'ın emri sarih değildir, fakat mutlaka bir işaret vardır; aksi halde, bir peygamber Allah'ın emrine muhalif hareket ettiği zaman dergâh-ı ilahîden kovulur.
- tarihinde hazırlandı.