Kabirde Geçerli Tek Meta Salih Amellerdir
Efendimiz, bu borcu ödeyemeden âhirete irtihal buyurmuş; ne zaman sonra, Hazreti Ebû Bekir bedelini vererek Nebî yadigârı mübarek zırhı rehin olmaktan kurtarmış ve onu Hazreti Ali'ye emanet etmişti.
Aslında, Resûl-i Ekrem'in irtihal-i dâr-ı bekâ buyurmasından evvel, ümmet-i Muhammed arasında da çok zengin insanlar vardı. Hazreti Osman ve Abdurrahman b. Avf servetinin çokluğuyla meşhur sahabîlerin sadece ikisiydi. Onlardan başka, oldukça geniş imkânlara sahip bulunan, Medine'de ticarete hâkim olan, Kaynuka, Kureyze ve Nadr pazarlarına ağırlığını koyan mü'minler de mevcuttu. Şayet, Habîb-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, onlara azıcık bir imada bulunsaydı, Ashâb-ı Kirâm bütün servetlerini ortaya dökerlerdi.
Nebîler Sultanı'nın uğrunda ruhlarını dahi feda etmeye âmâde bulunan bu hasbîler için servet ü sâmânın, mal-mülkün hiç sözü olmazdı. Küçük bir işaret görselerdi, bütün varlıklarını çok rahatlıkla verebilirlerdi.
Nezâhetin Hülâsâsı (aleyhissalâtü vesselam) ashabından borç almayı istiğna anlayışına muvafık bulmamış; onlardan hiçbir dünya malı istememeyi, risâlet vazifesine karşılık ücret beklememe esasının icabı saymıştır. Din-i Mübîn'i tebliğ ve temsil etmesine, insanlara saadet-i dareyn vesilelerini bildirmesine ve hususiyle sahabeye Cennet yolunu göstermesine mukabil en küçük bir menfaat talep etmediğini bu vakıayla bir kere daha ortaya koymuş ve dava-yı nübüvvetin vârislerine yine hüsn-ü misal olmuştur.
Evet, beklentisizlik Peygamberlik mesleğinin şiarıdır; insanları kurtarmak için kendi hayatını istihkâr ederek her gün ölüp ölüp dirilme, sürekli çalışma, hep koşturma, zahmet çekip meşakkatlere katlanma ama bütün bunlara bedel hiçbir ücret istememe irşad yolunun hususiyetidir. Mevlâ-yı Müteâl, Sultân-ı Rusül Efendimiz'e, "De ki: Sizden bu hizmetim için hiçbir ücret istemiyorum, malınız sizin olsun! Benim ücretim yalnız Allah'a aittir ve O, her şeye şahittir." (Sebe', 34/47) buyururken de, nübüvvetin bu ulvî yönünü nazara vermiştir.
Fakat Resûl-i Ekrem'in bir Yahûdi ile alışverişinde aynı husus söz konusu olamaz. Çünkü o Yahûdi, kendisini O'na minnettar kabul etmemektedir; dolayısıyla, Allah Resûlü'nün ondan borç istemesinin zımnen de olsa risâletine bedel arayışı şeklinde anlaşılması mümkün değildir. Öyleyse, ailesinin iaşesini temin etmek maksadıyla ondan veresiye yiyecek satın alması ve minnet altına girmemek için de borcuna mukabil zırhını rehin bırakması gayet tabiîdir.
Ayrıca, Rehber-i Ekmel Efendimiz'in bu davranışında bazı dinî kaideleri vaz' etmek gibi daha pek çok hikmet gizlidir. Mesela; Allah Resûlü, bu uygulamasıyla, Ehl-i Kitap'la alışveriş yapılabileceğini göstermiştir. Müşriklerle ticarî muamelelerde bulunma yerine, şöyle böyle bir hukuka sahip olan ve mübayaa, rehin ve ipoteke dair bazı kuralları gözeten Ehl-i Kitap'la alışveriş yapmayı tercih etmiştir.
Diğer taraftan, İki Cihân Serveri'nin (aleyhissalâtü vesselam) herkesle bir çeşit münasebet kurup her insanı kazanmaya çalıştığı da hatırdan dûr edilmemelidir. İhtimal, Fazilet Güneşi, bir alışveriş vesilesiyle de olsa, o insanla irtibata geçip onu da iman nuruyla aydınlatmayı dilemiştir. Nitekim Kâinâtın Fahrı Efendimiz, hayat-ı seniyyelerinde İslâm'a sığınan ya da mü'minlere karşı düşmanlık yapmayan herkese iyi davranmış ve onlara ikramda bulunmuştur.
Allah Resûlü'nün zühdü
Meselenin bir diğer yanı, Resûl-i Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) zühdü ve dünya karşısındaki duruşudur. Gerçek İnsân-ı Kâmil, zühde bağlı bir hayat sürme, istikbal endişesi taşımama, mal-mülk biriktirmeme ve tûl-i emele girmeme husûsunda, ailesine yiyecek alabilmek için zırhını rehin verecek kadar titiz yaşamıştır. Hâlbuki dileseydi mal-mülk sahibi olabilirdi ve kimseye borçlanmak zorunda kalmazdı; fakat O, dünyayı sadece bir misafirhane olarak görmüş, onun güzelliklerinden sarf-ı nazar etmiş ve asıl ebedî âleme ait işlere alâka göstermiştir. Habîb-i Edîb (aleyhissalâtü vesselam) Efendimiz, "Benim dünya ile ne alâkam olabilir ki?!. Şu yeryüzündeki hâlim, bir ağacın altında gölgelenip azıcık dinlendikten sonra yoluna devam eden yolcunun hâline benzer." buyurmuş ve şahsî hayatı itibarıyla hiçbir zaman yarınları düşünmemiş, gelecek günler için herhangi bir maddî hazırlık peşine düşmemiştir. Mezar taşlarına nakşedilmesiyle meşhur şu sözler, Allah Resûlü'nün dünyaya bakışının hülâsâsı gibidir:
Çeşm-i ibret ile bak, dünya misafirhânedir,
Bir mukim âdem bulunmaz, ne aceb kâşânedir,
Bir kefendir sermayesi, akibet şah u gedâ,
Pes buna mağrur olan Mecnun değil, ya nedir?
Evet, bir kefenlik sermayesinden dolayı mağrur olma cinnetine düşmeyenler, dünyaya bir misafirhane olarak bakar ve bu hayata değil, ebedî âleme, o âlemin genişliği, derinliği ve ebediyeti ölçüsünde alâka gösterirler. Ecelin ne zaman geleceği belli olmadığından dolayı da ölümün her an kapılarını çalabileceğinin şuuruyla yaşarlar. Dünya malı mezarda beş para etmez; insanın Karun kadar serveti de olsa orada işe yaramaz. Kabirde hora geçebilecek tek kıymetli metâ, sâlih ameldir; çünkü o, ancak sâlih amelleri içine alan bir sandukçadır. Bu itibarla da, akıllı insan, her an karşı karşıya kalabileceği ölüme hazırlıklı olan, beraberinde götüremeyeceği eşyaya bel bağlamayan ve hep öteler hesabına yatırımlar yapan kimsedir.
- tarihinde hazırlandı.