Dualarda Afv ve Âfiyet İsteme
Allah'tan afv ve âfiyet istemek, kulluk adına çok büyük önem ifade etmektedir. Nebiler Serveri: "Selullâhel afve vel âfiye - Allah'tan afv ve âfiyet isteyiniz"[1] buyurarak dualarımızda Allah'tan afv ve âfiyet istememiz gerektiğini belirtmiştir.
Allah Rasulü başka bir hadislerinde de afv ve âfiyetin ne büyük bir nimet olduğunu "Allah size (yakîn gibi) [bir rivayette de] (ihlâs kelimesinden sonra) âfiyetten daha büyük bir nimet vermemiştir."[2] buyurarak gösterir.
Hz. Ebû Bekir de, kendisini çok önemli sorumlulukların beklediği hilafet makamına geldiği ilk günlerde îrâd ettiği bir hutbelerinde, hıçkıra hıçkıra ağlar ve: "Ey insanlar! Allah'tan afv ve âfiyet isteyin." buyurur. Hadiste ifade edildiği gibi Allah'tan istememiz gereken şeylerin birincisi afvdır. Afv; Allah'ın insanı affetmesi, muâhezeye tabi tutmaması ve kusurlarını bağışlaması demektir. Allah zaten çok affedici ve bağışlayıcıdır. Nebîler Serveri, Allah'tan afvı nasıl isteyeceğimizi bize şu şekilde öğretiyor: "Allahümme inneke afuvvun kerimun tuhibbul afve fa'fu annî; Allah'ım! Sen çok affedicisin, çok cömertsin, affetmeyi seversin, beni de affet."[3]
Kulun Allah'tan af dilemesi, daha baştan onun kusurlarını itiraf ettiğini ve kulluğunu da müdrik olduğunu gösterir.
Allah'tan istememiz gereken bir diğer şey de âfiyettir. Zira âfiyetsiz hayat bazen çekilmez bir hâl alır ve şikayetlere de sebebiyet verebilir. Kanûnî merhum, sıhhatin önemini şu meşhur mısralarıyla ne güzel ifade eder!
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi."
Sıhhat ve âfiyet içinde olmanın bir de kulluk hayatına bakan yönü vardır. Bir kere mükemmel bir ibâdet ancak âfiyetle arızasız ifa edilebilir.
Müminin ibâdet yaparken kullandığı azaları âfiyette olmazsa, ibâdetlerini yerine getirmede zorlanabilir. Meselâ böyle birisi gece kalkıp, berzâh âleminde kendisi için kût (azık) ve kuvvet olacak, hatta burak hükmüne geçebilecek teheccüdü eda edemez; namazlarını huzur içinde kılamaz ve Allah yolunda rahat koşturamaz. Binaenaleyh mümin için sıhhat ve âfiyet, ibâdetlerini tam yerine getirebilme adına Allah'ın ona verdiği önemli birer nimetidir.
Bundan daha büyük bir âfiyet de borç altında bulunmamaktır. Genel manada ne birine medyûn (borçlu) yaşamak ne de -hafizanallah!- borçlu olarak ölüp gitmek; evet bu durum mümin için hiç de iyi olmayan bir âkıbettir. Meseleye açıklık getirecek bir misal zikretmek istiyorum:
Huzûr-u risâlet penâhîye, bir borçlu cenaze getirilir, Efendimiz, 'Borcu var mı?' diye sorar. 'Evet' cevabını alınca da; 'Buyurun arkadaşınızın namazını siz kılın, ben kılmıyorum.' der. Oysaki, Efendimizin, zina etmiş ve recm edilmiş insanların namazını kıldığını biliyoruz. Bundan da borçlu olarak ölmenin ne kadar fena olduğunu çıkarmak mümkündür. Neyse ki bir sahabi o vefat eden zatın borcunu tekeffül eder ve Allah Rasulü de onun namazını kıldırır.
Borçlu vefat etme meselesi Allah Rasulü'ne o kadar dokunur ki, bir gün; "Eğer biri borçlu olarak vefat ederse, onun borcunu ödemek bana düşer. Allah, ganimetten bana bir şeyler lutfederse, bütün borçluların borcunu öderim. Ama vefat eden kişi, bir servet geriye bırakırsa o da onun çoluk çocuğunun olsun."[4] buyurmuşlardır.
Evet yukarıda zikrettiğimiz hadislerde de görüldüğü gibi, borçtan azade olma âfiyetler üstü bir âfiyettir. Ehl-i tahkikten bazıları kul hakkı da bir borç olduğundan hareketle şöyle demişlerdir: 'Birinin üzerinde arpanın yedide biri kadar dahi kul hakkı varsa, borçlu olduğu zat helâl edeceği ana kadar, borçlu kişi, harp meydanında dahi ölse cennete giremez.' Zira borç bizzat kul hakkına girmektedir ve insan şehit de olsa kul hakkından hesâba çekilmedikçe cennete giremez. Ben de şimdiye kadar şehitlerin kul hakkından muaf olduklarına dair bir şey duymadım ve görmedim. Görseydim, çok sevinecek ve kendime şöyle-böyle bir şehitlik yolu araştıracaktım.
[1] Buhârî, Cihâd, 112; Müslim, Cihâd, 20.
[2] İbn Mâce, Dua, 5; Müsned, 1/3,4.
[3] Tirmizî, Daavât, 84.
[4] Buharî, Ferâiz, 15; Müslim Ferâiz, 15; Cum'a, 43.
- tarihinde hazırlandı.