Şeytanın Sağdan, Soldan ve Daha Başka Çok Değişik Yönlerden Gelip, İnsana Vurması Ne Demektir?
Şeytanın insana çeşitli yönlerden gelişi, onun içinde bulunduğu değişik durumlara göre değişik buudlarda fenalıklara karşı uyarılması mânâsını ifade eder. Mânâ ve muhteva itibarıyla çok buudlu olan insan, bu buudları geliştirmekle, cismaniyetine rağmen Cennet'e ehil hâle gelir. Hatta, daha dünyadayken bile Allah'ın (celle celâluhu) kendisine bahşettiği âdeta melek kanatlarına benzer kanatları sayesinde ruhanîlerle temasa geçer, cinlerle görüşüp konuşur, meleklerle münasebet kurar ve ötelerden vicdanlara esip gelen hakikatleri duyup, hissetmeye muvaffak olur. Buna karşılık, şeytanın da insanın içinde işleteceği birtakım madenler vardır; bütün himmet ve gayretini bu madenleri işletme üzerine teksif edip, insanı yoldan çıkarmak için uğraşır durur o. Evet, bir kısım fayda ve hikmetler için insanın mahiyetine konan şehvet, gazap, öfke, hiddet, akıl, hırs ve inat gibi şeylerden her biri, diyanetle tadil edilmediği takdirde vicdan mekanizması aleyhinde işlettirilebilir.. ve bu işi yapan da şeytandır.
Meselâ, insan nefsanîlik mekanizmasının altında kaldığı sürece, vicdan, yani meleklik mekanizması, bütün erkânıyla ezilip gitmiş demektir. Meleklik inkişaf edince de nefsanîlik, bütün mekanizmasıyla vicdanın emrine girmiş sayılır. Şeytan, insanın özünü bulmasına karşı hep nefis mekanizmasını kullanır. Sözgelimi, vicdan mekanizması veya vicdanın erkânı diyeceğimiz noktalara hiç yanaşmaz veya yanaşamaz; çünkü orada irade vardır; latîfe-i rabbaniye ve şuur vardır. İnsan, iradesini kullanmasını biliyorsa, kendisine şeytan yanaşamaz; şuur ve latîfe-i rabbaniye ile kanatlı ise şeytanî engellere takılmaz ve irfan semalarında pervaz eder durur. Evet, insan kalbinin daima Allah (celle celâluhu) ile doyduğu bu kuşakta kalbin kapıları, her zaman şeytana sürmelidir! Onun bütün velvele ve fırtınaları, dışarıda ve kendine ait sahada cereyan eder.
Şeytanî ve melekî saha, insanın mahiyetinde birbirine o kadar yakındır ki, biri diğerinden her zaman müteessir olabilir. Meselâ, şeytanî tarafta patlayan bombanın radyoaktif tesirleri melekî sahayı da tesiri altına alır. Yukarıda temas ettiğimiz gibi, şeytan şehveti kurcalar ve insanı nefsanîliğe zorlar; aklı kurcalar, cerbezeye sürükler.. keza, insanın hırsını, öfkesini, kibrini, dünyaya tamahını tahrik eder; ağına düşürdüğü kimselerin his ve ruh dünyalarını bulandırmak ve onları kendilerinden uzaklaştırmak ister.
Fakat şeytan, hep fenalıklarını hissettirerek ve fena şeyler yaptırarak üzerimize gelmez. Soldan geldiği gibi sağdan, önden ve arkadan da gelir. Şeytanın, Allah'a (celle celâluhu) karşı o korkunç düşmanlığını ve insanı nasıl baştan çıkaracağına dair terbiyesizce ve küstahça ifadelerini bizzat Kur'ân anlatmaktadır.[1] Şeytan, önden gelir ve insanın ileriye matuf ümitlerini kırar; haşr ü neşri inkâr ettirir; "İslâm dini, vazifesini bitirdi; artık bir daha dirilmeyecek." dedirtir; sinelere yeis atar, geleceği karanlık ve karadelikler, kaoslar gibi gösterir... Arkadan gelir, geçmişle alâkamızı, nur-u nübüvvet ve nur-u vilâyet ile bağlarımızı keser, "Devir değişti, onlar geride kaldı." dedirtir. Yerinde maziye sövdürür ve kökünü inkâr ettirir. Şeytan, bu şekilde geçmiş ve geleceğe ait menfezleri kapatıp, dün ve yarınla alâkalı bütün bağları kopardıktan sonra, bize içi zehir dolu bir düşünce tarzı ve süslü püslü bir hayat felsefesi takdim eder: "Geçmiş gelecek hep masal, bir daha dünyaya gelecek değilsin; geçen de geçti, sen şimdi yaşamana bak ve ömrünü berbat etme!.." der.
Soldan gelir, insanı açık ve bilinen günah akıntılarına çeker götürür. Beşinci kol faaliyetleri, şeytanın soldan gelip yardımcılarına gördürdüğü faaliyetlerdir. Günümüzde çok yaygın olan bütün haram yolları, şeytanın soldan çarpmasının neticesidir. Burada tek tek bunları sayıp dökerek bâtılı tasvir etmek istemiyoruz...
Evet, şeytanın bir diğer geliş şekli de, suret-i haktan görünmek ve fena şeyleri iyi göstermek suretiyledir ki, bir mü'min için en tehlikeli olanı da budur. Günahlara kapısını kapamış, ibadetine düşkün bir mü'mine şeytan sağdan gelerek kendini beğendirme, muvaffakiyetleri nefsine, fenalık, şer ve hezimetleri de başkalarına nispet ettirme yollarıyla başarı kuşağında ona kayıpların en acılarını tattırır. Evet mü'min, gece teheccüde kalkar; kalkar da, ertesi gün bunu başkalarına anlatırsa, şeytanın sağdan mühim bir darbesine maruz kalmış demektir. Yaptıklarımız ve anlattıklarımızdan ötürü başkaları tarafından medh ü senâ edilmeyi hedefliyor, iş ve hizmet değil de övülmeler hoşumuza gidiyor ve bu övgülerle coşuyorsak, şeytan bizi sağdan vuruyor demektir. Evet, böyle birinin, Kâbe'de tavaf ederken de, cephede en ön saflarda savaş verirken de işi bitiktir.
Ömer bin Abdülaziz (rahmetullâhi aleyh), birine ifade âbidesi bir mektup yazar; sonra da, az çalımlı ve tumturaklı ifadelerle yazdığını fark edince, nefsine bundan pay çıkar mülâhazasıyla tutar, mektubu yırtar.
Yaptığımız işler, vazifeler ve hizmetlerden dolayı nefsimizde bir coşma, bir sevinç meydana geliyorsa, işin içine şeytandan bir şeyler karışmış olabileceği mülâhazasıyla Cenâb-ı Hakk'a yönelmeli ve biatımızı yenilemeliyiz. Evet bize gereken, nefsimizin hoşuna giden şeylere iltifat etmemek; yaptığımızı Allah (celle celâluhu) emrettiği için yapmak, amelin lâzımı olan hazları da ahirete bırakmaktır.
Her insan, Hakk'ın kendisine olan lütuflarını düşünmek ve hangi mertebede olursa olsun, Hakk'ın ihsanlarına mazhariyetin şükrünü eda etmek mecburiyetindedir. O, Allah'a karşı sorumluluk ve şükran vazifesini yerine getirecek, Allah da, engin rahmetinin muktezası olarak, onun niyet ve ihlâsına göre Cennet gibi, ebediyet gibi nimetlerle ihsanlarına ayrı bir derinlik kazandıracaktır.
Bunlardan başka, umumî mânâda, şeytanın sağdan yaklaşıp, büyük meseleleri küçük, küçük meseleleri ise büyük göstermesini de düşünebilirsiniz. Her zaman rastlarsınız; Müslümandır, hacıdır ve caminin müdavimlerindendir. Allah (celle celâluhu), ibadetten ayırmasın. Fakat evinde namaz kılmayan evlâtları vardır; böyle bir durum karşısında kalbi çatlayıp devrilmez de, gelir, camide teferruata ait bir meselenin kavgasını verir.. bazen böyle bir mesele, bid'at bile olabilir. Nesiller, sokaklarda derbeder ve perişandır; hatta bunların içinde onun da oğlu, kızı, torunu vardır; ama gel gör ki, bunları düşünüp üzüleceğine, üzülüp çare arayacağına kalkar, "Camide cenaze bekletilir mi; neden tesbih çekmiyorsunuz; İhlâsları neden okumuyorsunuz?" gibi teferruata ait meselelerin münakaşasını yapar. Bunlar, cenazenin arkasından yedinci, kırkıncı, elli ikinci gecelerdeki şenlikleri kaçırmazlar.. perşembe akşamları nikâh tazelemez ve istiğfar merasimi yapmazsanız, sizi topa tutarlar. Evlerinin en mutena yerinde bir Kur'ân-ı Kerim vardır ama, o hanede hiçbir fert ondan bir şey anlamamaktadır. İşte bu ve benzeri hâller de, şeytanın sağ tokadından da öte sağ kroşeleridir.
[1] A'raf sûresi, 7/17.
- tarihinde hazırlandı.