Peygamberimiz'in Gelecekle Alâkalı Haberleri Nübüvvetinin ve Risâletinin Delilleridir

1) Bir insanın, bırakın gelecekle ilgili hâdiseleri, içinde yaşadığı vak'aları bile bütün yönleriyle en ince noktalarına kadar inceleyip anlatması öyle kolay bir mesele değildir. İçinde yaşadığımız zamanla alâkalı hakikat bu iken, en büyük politikacı, sosyolog ve dâhiler dahil, kim 50-100 sene sonrası için kesin ifadelerde bulunabilir? Bu mevzuda yapılsa yapılsa, sebep-netice prensibine, birtakım tarihî kanunlara ve tecrübelere dayanılarak bazı tahminler yapılabilir.

2) Kur'ân'ın ifadesiyle, gaybı Allah'tan başka kimse bilemez; bir de Allah'ın bildirmesiyle nebiler, resûller, bir de Allah'ın hususî lütufta bulunduğu bazı kimseler bilebilir.[1] Evet, ilerde zuhur edecek hâdiseler hakkında kesin söz söylemek, ancak ve ancak Cenâb-ı Allah'a ait bir iştir. Bununla birlikte, şayet bir insan çıkıyor ve aynı sahada çok kesin sözler söylüyorsa, Allah'ın bildirmesine mazhar bir nebi olabilir.

Bu meselenin Kur'ân'da ve Resûlullah'ın hadislerinde pek çok misali varsa da, biz birkaç tanesiyle iktifa edip gerisini okuyucunun araştırmasına bırakacağız:

A. Rûm sûresi 1-5. âyetlerde, Rumlar'ın mağlup oldukları, fakat dokuz yıl içinde galip gelecekleri ve bunun iman edenleri sevindireceği bildirilmektedir. Burada şu birkaç nükteyi bilhassa belirtmemiz icap ediyor:

  • Galip gelme haberi, şartların hiç de müsait olmadığı bir zamanda, yani müthiş bir mağlubiyetin hemen ardından verilmektedir.
  • Böyle bir ihbarın, hilâf-ı vâki ve isabetsiz çıkmasının doğuracağı neticeler maksadın aksini tevlit eder.
  • İçinde yaşadığımız şu zaman diliminde bile, yerine getirilemeyen sözlerin ve vaadlerin kişiyi ne duruma düşürdüğü ortadayken, nübüvvet davasının ispata çalışıldığı bir zamanda gelecek bir hâdiseyi zamanıyla haber vermenin ehemmiyeti izahtan vârestedir.
  • Mü'minlerin sevineceği ihbarı, esasen Bedir zaferine işaret ediyordu. Bedir Savaşı Hicret'ten iki yıl sonra vukû buldu; ihbarın yapıldığı Hicret'ten yedi yıl öncesinde ise mü'minlerin durumu, hiç de yakın gelecekte bir zaferi müjdeleyebilecek şekilde değildi. Evet, çiçekler açarken baharı müjdelemek kolaydır; fakat karın, buzun altında ve kış ortasında bahar müjdesi vermek temkin gerektiren bir husustur.

B. Hemen hemen bütün şartları Müslümanların aleyhine gibi görünen ve sahabenin âdeta infialine yol açan Hudeybiye Musalahası'nın hemen ardından Fetih sûresinin inip Mekke Fethi'nin müjdelenmesi de, yine O'nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah'ın teyidi altında bulunduğunu göstermektedir. Şartların hiç de müsait olmadığı bir zamanda bu sûre, Müslümanlar'ın emniyet içinde Mescid-i Haram'a gireceklerini ve İslâm'ın bütün dinlere üstün geleceğini tam bir kat'iyetle ifade etmektedir.

C. Kılıçların başında döndüğü, üzerine ordular sevkedildiği ve ölümün her an kol gezdiği bir zamanda "Vallâhu ya'sımuke mine'n-nâs"[2] fermanıyla hayatının garanti altında olduğunu söyleyen; müşrikler tarafından öldürülmek üzere takip edildiği ve ayak uçlarına kadar yaklaşıldığı bir zamanda mağarada sadece "İkinin İkincisi"yken arkadaşına "Üzülme, Allah bizimle beraberdir."[3] diyebilen ve gözü dönmüş hasımları kendisini boğmak için âdeta yarışırken, kızına "Tasalanma kızım, Allah babanı zâyi etmeyecektir."[4] tesellisini verebilen bir Zât (sallallâhu aleyhi ve sellem) nebiden başka kim olabilir ki!

D. Kendisinden yaklaşık 2500 yıl önce yaşamış olan Mısır Firavunu'nun cesedinin sonrakilere ibret olsun diye denizden çıkarılıp korunacağını ifade eden[5] bir Zât, ancak bir peygamberdir. Tevrat'ta da yer almayan bu ihbar, 1881 yılında Krallar mezarı keşfedilince aynen gerçekleşmiş ve çürümemiş hâlde bulunan Firavun'un cesedi, asırlar sonrasına da ibret levhası olmak üzere İngiltere'de bir müzede teşhire konmuştur.

E. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), kendisinden sonra vukû bulacak pek çok hâdiseyi, sanki televizyon ekranının karşısına oturmuş da seyrediyor gibi çeşitli teferruatıyla haber vermiş ve verdiği bu haberler aynen çıkmıştır; tabiî, daha çıkacaklar da vardır. Biz yine sadece bir kaç misalle iktifa edeceğiz:

  • Buhârî'nin rivayetinde, daha Mekke'deyken Habbab b. Eret'e "Allah bu Din'i tamamlayacak; düşmanlarını mağlup edecek ve İslâm milleti muzaffer olacaktır. Öyle ki, bir kadın devesine binip, San'a'dan Hadramut'a kadar dört günlük çölü geçecek de, Allah'tan başka kimseden korkmayacaktır."[6] buyurmuş ve daha hulefa-i râşidîn devrinde bu ihbarı aynen gerçekleşmiştir.
  • "Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer'in gittiği yoldan ayrılmayın."[7] buyurarak, hem bu iki sahabiden önce vefat edeceğini haber vermiş, hem de onların hilâfetlerine işaret buyurmuştur.
  • "Benden sonra hilâfet 30 sene sürer ve sonra saltanat olur."[8] buyurmuş ve bu da aynen gerçekleşmiştir.
  • Tirmizî'nin rivayetinde, "Osman, Kur'ân okurken katledilir."[9] buyurmuş ve bu ihbarı da aynen vukû bulmuştur.
  • "Hayber kalesinin fethi Ali'nin eliyle olacak."[10] buyurmuş ve dediği gibi çıkmıştır.
  • Ağır hastalığında ziyaretine gittiği Sa'd b. Ebî Vakkas'a, "Daha çok yaşayacak ve çok kimseler senden fayda görürken, çok kişiler de zarar görecek."[11] buyurmuş ve Sa'd, İranlıların devletini yerle bir ederek bu ihbarın doğruluğunu ortaya koymuştur.
  • Ebû Zerr'in yalnız yaşayıp yalnız öleceğini;[12]
  • Ammar'ın bir fie-i bâğiye tarafından katledilip, son içeceğinin süt olacağını;[13]
  • Sürâka'nın Kisra'nın bileziklerini koluna geçireceğini;[14]
  • Ehl-i Beyt'ten kendinden sonra ilk vefat edenin Hz. Fatıma (radıyallâhu anhâ) olacağını;[15]
  • Ümm-ü Harâm'ın Kıbrıs seferine iştirak edeceğini haber vermiş ve verdiği bu haberler aynen tahakkuk etmiştir.[16]
  • "Siz, Arap olmayan Huz ve Kirman beldeleri ahalileriyle harp etmedikçe kıyamet kopmaz. O kavmin yüzleri kırmızı, burunları yassı, çökük ve gözleri küçüktür; burunları sanki dövülmüş kalkan; ayakkabıları da kıldandır."[17] buyurarak Cengiz istilâsını haber vermiştir.
  • Evet, gelecekteki bir hâdiseyi, o hâdiseye karışacakların yüz, göz ve burun şekillerine varıncaya kadar açıklamak ancak nübüvvetin şuâsıyla olabilir.
  • Bedir Savaşı'ndan evvel, Kureyş müşriklerinin katledilecekleri yerleri mübarek eliyle tek tek işaret etmiş ve bu da aynen meydana gelmiştir.[18]
  • Sakîf kabilesinden bir yalancıyla, bir de kan dökücünün çıkacağını haber vermiş, bilâhare Muhtarü's-Sakafî ile Haccac-ı Zalim bu ihbarı aynen doğrulamışlardır.[19]
  • Ayrıca, İstanbul, Mısır, İran, Hindistan, Kudüs ve Kıbrıs gibi beldelerin fethedileceğini de haber vermişlerdir.[20]

Bütün bunlardan sonra, hiçbir ihbarında en ufak bir hilâf ve yanlış bulunmayan böyle bir Zât'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah tarafından vazifelendirilmiş bir peygamber olduğu hususunda daha şüphe vârid olabilir mi? Ve binler numuneleriyle gelecekten verdiği her bir hâdisenin vukû bulmuş olması, ebedî geleceğin de kat'iyen vukû bulacağına, güneş gibi açık ve parlak bir delil teşkil etmez mi?

3) İnsan, yaratılışı icabı peşin ücrete meftun ve istekli olduğundan, ne kadar doyurucu ve mebzul olursa olsun, gelecekle ilgili vaadler kendisini harekete geçirmeye kâfi gelmez.. ve gelecekteki Cennet'in ebedî lezzetlerini dikkate almayıp, elindeki çocuk oyuncağı türünden lezzetlerin kurbanı olur. İşte böyle bir insanî tabiata karşı Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), hiçbir peşin vaadde bulunmadan ölüm ötesi Cennet ve ahiret vaadiyle insanların gönlüne girmiş, onları harekete geçirmiş ve hayatlarını buna göre tanzim etmelerini sağlamıştır. Peşin ücrete mübtela insanı bu tarz bir vaad ve geleceğe ait müjdelerle yönlendirmek, yine peygambere has bir keyfiyet olsa gerektir.

O'nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelecekle ilgili vaad ve müjdelerine inanıp, hayatlarını buna göre tanzim eden ve dünya hayatını istihkarla peşin ücretlere aldanmayanlar, yalnızca sahabeyle de sınırlı kalmamış; on dört asırdır O'nun izinden yürüyüp, getirdiği nizama dilbeste olanlar da, tıpkı ilkler gibi ebedî âlem adına fâni âlemi feda etmekle hem O'nun hakkaniyetini kabul ve teslim etmiş, hem de geleceğin mutlaka geleceğini ve gelecek adına O Sultan (sallallâhu aleyhi ve sellem) ne söylemişse aynen olacağını bilfiil ortaya koymuşlardır.

4) Tarih bilgisi kuvvetli, olup biten hâdiselerden ve tecrübelerden istifade etmesini bilen ve geçmişi iyi değerlendirme güç ve kabiliyetine sahip firasetli insanlar, gelecekle ilgili tahminlerde bulunabilirler; fakat bunlar emareleri belirmiş ve dolayısıyla 'gayb' olmaktan çıkıp, 'şehadet'in sahasına girmiş olan, hava tahmin raporları ve anne karnındaki ceninin durumunun bilinmesi gibi tahminlerdir. Hâlbuki, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) haber verdiği gelecek, hiçbir emaresi olmayan, işaret ve ön alâmetleri ortaya çıkmamış, hatta çıkmak şöyle dursun, mevcut şartlarda gerçekleşmesi hiç de mümkün görülmeyen gelecektir. Böyle bir gelecek hakkında kesin beyanlarda bulunmak, ancak ilâhî talim ve teyidle izah edilebilir.

5) Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), gelecekle ilgili haberlerinde hiçbir zaman "zannederim, umarım, tahmin ederim, belki, büyük ihtimal" gibi şüphe ve zan taşıyan ve aksi de çıkmaya muhtemel ifadeler değil, daima "olacak, göreceksiniz, yapacaksınız" şeklinde tamamen net ve kesin ifadeler kullanmıştır.

6) Bir insanın, bizzat yaşamadığı, tecrübe etmediği, meslek hayatında karşılaşmadığı ve sahasına girmeyen mevzu ve meselelerde gelecek adına konuşması mümkün değildir. Oysa Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) peygamberliğinden önce ne bir ordu teşkil etmiş, ne bir muharebe yapmış, ne bir cemiyet teşkil etmiş; ne bir devlet kurmuş ve ne de büyük fetihlerde bulunmuştu. Böyleyken, O, daha sonra hem her sahada rehber olmuş, hem de gelecekle ilgili kesin ihbarlarda bulunmuştur; bu da ancak peygamberlikle izah edilebilecek ayrı bir husustur.

7) Gelecek hakkında sadece tahminde bulunulur, geçmiş hâdiseler ise akılla değil, nakille bilinir. Ortada yazılmış kitaplar, tarihî vesikalar, kazılardan elde edilen dokümanlar ve araştırmalar olmadan geçmiş hakkında nasıl söz söylenebilir. Oysa Efendimiz'in her şeyden önce böylesi vesikalardan faydalanacak okuma-yazması yoktu. İkinci olarak, kendi devrinde, ne günümüzdeki gibi ilimler gelişmişti, ne de ortada doküman ve vesikalar vardı; sonra, kazı zaten söz konusu değildi. Bu durumda O'nun gelecek gibi, geçmiş hakkında da verdiği kesin malumatı peygamberliği ve risaletiyle değil de, ya neyle izah edeceğiz?

Netice: Ümmî bir Zât'ın geçmiş ve gelecekle ilgili, hepsi de doğru haberlerini öğrendikten sonra, O Zât'ı (sallallâhu aleyhi ve sellem) peygamber kabul etmeyen ve muhabbet beslemeyen insan şu iki şıktan birini tercih etmek zorundadır.

  • Ya O Zât, insanüstü keskin bir zeka, nazar, firaset ve alabildiğine geniş ve tesirli bir dehaya sahip olup, geçmiş ve geleceği bir nokta gibi görüp bilmekte; bütün zamanları, en ufak bir sapma ve yanılma ihtimali bulunmadan kucaklamakta, keşfedip tanımakta, şark'ı ve garbıyla, karaları ve denizleriyle bütün mekânları santim santim görüp seyretmekte ve her hâdiseyi, her olup biteni ve olacağı teferruatıyla aynı anda temâşâ edip unutmadan ve karıştırmadan hafızasında tutup nakletmektedir. Bu vasıflar ise nâsûtî değil, lâhûtîdir; ancak Allah'ta (celle celâluhu) bulunur.
  • Ya da O Zât (sallallâhu aleyhi ve sellem), bütün zamanın ve mekânın yaratıcısı ve Rabb'i, sahibi olan Allah (celle celâluhu) tarafından gönderilmiş ve O'nun tasarrufu altında birer mucize olarak bütün bu hallere sahip bir nebidir ve O'nun bütün âlemlere rahmet olarak gönderdiği resûlüdür.[21]

Hakikat bu iken, O'nu (sallallâhu aleyhi ve sellem) "Çok akıllı bir insan; çöl insanına bir şeyler veren zeki ve akıllı bir dâhi" gibi Semt-i Nübüvveti'ne yakışmayan ifadelerle inkâra yeltenenler; ancak zamanımızın genç dimağlarını bu türden zevksiz bir diyalektikle iğvâ ve idlâle çalışan zavallı akılsızlardır.

[1] Bkz.: Cin sûresi, 72/26-27.
[2] "Allah seni, zarar vermek isteyenlerin şerlerinden koruyacaktır." (Mâide sûresi, 5/67)
[3] Tevbe sûresi, 9/40.
[4] Taberî, et-Tarih, 1/553-554.
[5] Bkz.: Yunus sûresi, 10/92.
[6] Buhârî, menâkıb 25; ikrah 1.
[7] Tirmizî, menâkıb 16; İbn Mâce, mukaddime 11.
[8] Tirmizî, fiten 48; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/220-221.
[9] Tirmizî, menâkıb 18. Ayrıca bkz.: İbni Mâce, mukaddime 11; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 6/75, 86, 114, 149; Hâkim, Müstedrek 3/110.
[10] Buhârî, fedâilü'l-ashab 9; Müslim, fedâlü's-sahabe 34.
[11] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/176.
[12] Hâkim, Müstedrek, 3/52; İbni Hişâm, es-Sîratü'n-nebeviyye, 5/204.
[13] Buhârî, cihad 17; Müslim, fiten 70-73; Tirmizî, menâkıb 34; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/5; 6/315.
[14] İbn Hacer, el-İsâbe, 3/41; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, 6/357.
[15] Müslim, fedâilü's-sahabe 98, 99; Buhârî, menâkıb 25.
[16] Buhârî, cihad 3, 8; Müslim, imâre 160-162.
[17] Buhârî, menâkıb 25.
[18] Müslim, cennet 76; Nesâî, cenâiz 117.
[19] Müslim, fezâilü's-sahabe 229; Tirmizî, fiten 44; menâkıb 73; Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, 2/26.
[20] Buhârî, cihad 3, 8; Müslim, imâre 160-162; fiten 19, 38, 78; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/303, 335; Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebîr, 2/38; Hâkim, Müstedrek, 4/468; Deylemî, el-Firdevs bime'sûri'l-hitab, 3/48; Nuaym b. Hammad, el-Fiten, 1/409.
[21] Bkz.: Enbiyâ sûresi, 21/107.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.