Kaza ve Kaderin Mertebeleri
1) İlm-i İlâhî Açısından Kaza ve Kader
İlm-i ilâhî açısından kaza ve kader, kıyamete kadar zuhur edecek bütün eşya ve hâdiselerin plân ve programlarının Allah tarafından tespiti ve bunlara ilmî bir vücut giydirilmesidir. Kâinat yaratılmadan önce, hadisin beyanıyla, "Allah vardı ve başka hiçbir şey mevcut değildi."[1] Bu kevn ü fesad daha yaratılmadan, Allah muhît ve sonsuz ilmiyle her şeyi tespit etti. Bu, her şeyin Allah'ın ilminde tespit ve takdiriydi.[2]
Allah (celle celâluhu), akla gelen her şeyin verâsının verâsının verâsındadır ve O, hiçbir şekilde kullarına benzemez. Fakat, ilm-i ilâhî açısından kaza ve kaderi açıklamak için -hata olmasın- belki şöyle bir misal verebiliriz:
İnsan yapacağı bir şeyi önce zihninde kurar, tahayyül ve tasavvur eder; sonra plân, tasarı ve proje safhası gelir ve böylece ona safha safha mahiyet ve keyfiyet kazandırır. İşte bu, o insanın yapıp, madde âleminde ortaya koyacağı şeyin bir bakıma ilmî vücududur.
2) Kitabet Açısından Kaza ve Kader
İlim plânında tespiti yapılan plân ve projeler mübîn bir Kitap'ta yazılır: "O şerefli Kur'ân da Levh-i Mahfuz'dadır."[3] Kur'ân'da buna, aralarında ufak bir fark olmakla birlikte, İmam-ı Mübîn[4] ve Kitab-ı Mübîn[5] gibi adlar verilir ve başımıza gelecek her şeyin önceden bu Kitap'ta kaydedilmiş olduğu[6] ve Kitap'ta yazılmadık hiçbir şeyin bırakılmadığı anlatılır.[7] Bu esas kitaptır ve kendinde yazılı olan şeylerde hiçbir değişme olmaz. İlm-i ilâhînin mahlûkata müteallik bir unvanı olan Levh-i Mahfuz, tabir caizse, asıl kütük ve orijinal ana kitap gibidir.[8] Bu kitap esas alınarak, sanki istinsahlar yapılmakta ve başka levhalara, defter ve kitaplara yansıtmalar olmakta, misaller çıkarılmaktadır.
Allah'ın (celle celâluhu) bir de Levh-i Mahv ve İsbat isimli kitabı vardır ki[9] yazıp silmeler ve değiştirmeler bu kitapta cereyan eder.
Kitabet, İstinsah ve Çeşitleri
Allah'ın (celle celâluhu) çeşitli devrelerde değişik kitabeti vardır. Ana Kitap'tan alınan nüshaların levhaları, sayfaları, fihristleri kopyalar hâlinde küçük defterlerde istinsah edilir. Teşbihte hata olmasın, meselâ nüfus dairesinde ana kütük bulunur; bu kütükten her bir insan için cebine koysun veya boynuna assın diye örnek bir nüsha çıkartılır. Bunun gibi, her insanın hayatı boyunca yapıp edeceği her şey Ana Kitap'tan istinsah edilerek boynuna asılır.
İstinsah, her bir insanın hayatında yapıp edeceği şeylerin melekler tarafından Ana Kitap'tan alınıp benzerinin yazılması demektir. Bu mevzuda Kur'ân'da, "Şüphesiz Biz, yapageldiklerinizi kaydediyorduk."[10] buyrulmaktadır.
İnsanların boyunlarına takılan kitapla, Kirâmen Kâtibîn meleklerinin yazdıkları kitap arasında fark yoktur. Levh-i Mahfuz'daki Ana Kitab'ın bir nüshası olan insanın boynundaki bu kitabın[11] veya nüshanın haricî bir vücudu ve hüviyeti olmayıp, sadece görülmeyen ilmî bir vücudu vardır. Dünya hayatında insan iradesi devreye girer ve onun dışta ağırlığı ve hüviyeti olan davranışlarını bir kitap hâlinde yazarlar. Bu şekilde, insanın ileriye gönderdiği de, geride bıraktığı da hiç bırakılmadan bir bir yazılır.[12]
İşte bu iki kitap birbiriyle karşılaştırıldığında, aralarında hiçbir tenakuz olmayıp, tam bir denklik ve benzerlik bulunduğu görülür. Melekler, "Bizim yazdıklarımız bunlar yâ Rabbi." diyecek olsalar, Cenâb-ı Allah da "Ben de şunları yazmıştım." diye karşılık verecek; Ramazanda hafızların okudukları Kur'ân ile takip edenlerin aynı şeyleri görmesi gibi, Allah'ın (celle celâluhu) Levh-i Mahfuz'dan yazdığı ilmî vücudu olan kitapla, meleklerin insanın davranışlarını kaydettikleri 'fiilî' kitap arasındaki mutabakat müşâhede olunacaktır. Bu da, insanın sergüzeşt-i hayatına ait her şeyin önceden Levh-i Mahfuz'da tespit edilmiş olduğunu göstermektedir. Fakat, kader mevzuunun şu önemli noktası çok iyi kavranmalıdır: İnsan, Levh-i Mahfuz'da önceden tespit edilip yazıldığı için öyle davranmaz; bilakis, dünya hayatında iradesini kullanarak neler yapacağı önceden bilinir ve yazılır. Bunu, net ifadelerle birkaç cümle hâlinde ifade edecek olursak:
Allah (celle celâluhu), sonsuz ilmiyle insanın ne yapacağını önceden bilip Levh-i Mahfuz'da yazmış ve bir nüshasını da onun boynuna asmıştır.
İnsan, bu nüshada yazılanları iradesiyle işler.
Allah (celle celâluhu), insanın işlediklerini yaratır.
Melekler de, insanın işlediklerini bir bir kaydederler.
Melekler kaydeder, çünkü insanın lâfzî, fiilî, iradî davranışlarıyla yazdırdığı kitabı veya çevirdiği hayat filmi öbür âlemde önüne açılıp, kendisine "Oku kitabını!"[13]denilecek ve insan kendi çevirdiği hayat filmini kendi seyredip, itiraza imkân ve mahal bulamayacaktır.
Vicdanda Kitabet: Ruhlar âleminde veya misal âleminde ya da zerreler âlemindeyken bizden söz almak suretiyle Rabbimiz tarafından yazılan bu kitabın görülmez yazılarını vicdanımızda âdeta ruhun gözleriyle görür ve hissederiz. Daha sperm ve zerreler âlemine intikal etmeden evvel bütün zerrelerimize kumanda eden ruhun kendi âleminde kendi kulağı ile duyup, kendi diliyle cevabını verdiği vicdanlara kaydedilen bu kitabet, "Elestü birabbiküm? - Kalû Belâ"[14] âleminde icra edilen kitabettir.
Cenin için Kitabet: İnsan ana rahmine düştüğü an melekler tarafından ayrı bir kitabet ve istinsah yapılır. Melekler, büyük kitap Levh-i Mafhuz'dan onun hissesine düşeni, "saîd mi, şakî mi olacağını vb.!" yazarlar.[15]
3) Meşîet Açısından Kaza ve Kader
Meşîet, Allah'ın (celle celâluhu) isteme ve dilemesinin eşyaya taalluk etmesi ve taalluk ettiği zaman da eşyanın olur hâle gelmesi demektir. Yukarıda ele aldığımız ilk iki meselede Allah'ın (celle celâluhu) her şeyi ilmî plânda tespiti ve çeşitli şekillerde yazması meşîetle olduğu gibi, bundan sonraki 'halk-yaratma' işi de, dilemesi, yani meşîetinin taallukuyla olur.
Kur'ân'da ve kâinatta 'meşîet'i çok açık şekilde görür ve hissederiz. Kur'ân'da en çok geçen kelimelerden biri 'şâe' (56 defa) ve muzari şekliyle 'Yeşâü'dür (116 defa).[16] Bu kelimelerle ifade edilen 'doğrudan dileme' olduğu gibi, yaratılışa ait bütün safhaların da, O'nun meşîeti neticesinde tezahür ettiği gayet vâzıh bir biçimde beyan edilir. İleride yapmak istediğimiz bir iş için kullanmamız gereken 'İnşâallah'[17] ibaresi de, "Allah dilerse" demektir.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Kur'ân'da 'meşîet'le ilgili olarak geçen âyetlerin sayısı pek çoktur; meselâ:
"Dilediğini yapandır."[18]
"Yerlerin, göklerin mülkü ve aralarında bulunan her şey Allah'a aittir; O, dilediğini yaratır."[19]
"De ki: Ey mülkün sahibi Allah'ım, Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden mülkü alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin."[20]
"Dilediğine azap eder, dilediğine merhamet eder."[21]
"O dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir."[22]
"Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz."[23]
Görüldüğü gibi meşîet, insan hayatını çepeçevre kuşatmakta ve hayatın bütün cephe ve safhalarında kendini hissettirmektedir. Ayrıca, bütün peygamberlerin beyanlarında ve Kur'ân'ın ifadelerinde müşâhede edilen de hep aynı hakikattir. Kâinat kitabında okuduğumuz ifadeler ve her bir insanın âfâk ve enfüste, yani kâinatta ve kendi nefsinde bulduğu mânâlar da bundan farklı değildir. Aşağıda ele alacağımız üzere, nasıl güneşin doğup batmasına müdahale edemiyorsak, aynı şekilde kalb atışlarımıza, göz kapaklarımızın hareketlerine de müdahale edememekteyiz. Birinci bölümde ele aldığımız imkân, hudûs, intizam, hikmet, gaye ve sanat delilleri, hep omuz omuza verip, bize aynı meşîet ve iradeyi göstermektedir.
Allah'ın (celle celâluhu) meşîet ve iradesi, varda da vardır, yokta da; yani, Allah'ın (celle celâluhu) yok olmasını dilediği yok, var olmasını dilediği de var olur.[24] İmkân delilinde anlatıldığı gibi, âlemin ve eşyanın varlığı ile yokluğu müsavi olup, olanların olmasını, olmayanların da olmamasını tercih eden yine Allah'ın (celle celâluhu) meşîeti, iradesi ve kudretidir.
4) Halk-Yaratılış Açısından Kaza ve Kader
İleride yapacağımız şeyleri önceden bilir ve kafamızda tasarlarız. İkinci safhada, bu tasarılardan plân ve projeler yaparız; yani, kafadaki bu tasarıları kağıda döker, bir mühendis gibi yazar-çizer ve eğer arzu edersek, bu asıl nüshayı çoğaltabildiğimiz kadar çoğaltırız. Üçüncü safhada bu plân ve projeleri eşya hâlinde şekillendirmek, meselâ, bir bina veya bir başka şey yapmak isteriz. Bunu yapmadığımız takdirde ilim plânındaki tasavvurlarımıza dış elbise giydirememiş oluruz. Dördüncü safhada ise, bildiklerimizi pratiğe döker, taşıyla-tuğlasıyla, demiriyle, çimentosuyla, duvarları ve çatısıyla bir bina kuruveririz. Allah'ın (celle celâluhu) yaratması bunların hiçbirine benzemez ve akla gelen her şeyin verâsındadır ama, yine de O'nun (celle celâluhu) ilminde her şeyin bir tasarısı ve plânı vardır ve O, bunları Levh-i Mahfuz'da tespit buyurmuştur. Sonra, zamanın akışında yeri geldikçe bunları Kudret ve Meşîeti'nin taallukuyla ilimden, kudrete, ademden saha-yı vücuda çıkarır; yok iken var eder ve Ana Kitap'taki durumlarına göre, ilmî takdirden fiilen yaratma safhasına geçirir.
Bu itibarla, geçmişe uzanan zaman dilimlerinde yaratılmış bütün eşya ve hâdiseler için, "Demek ki, Levh-i Mahfuz'da böyle takdir edilmiş ve bu takdire göre de yaratılmış." deriz. Buna karşılık, göz, hayal, düşünce ve ruhumuzun uzanamadığı, malumatımızın ulaşıp aşamadığı zamanın gelecek dilimleri için de yine, "Levh-i Mahfuz'da nasıl takdir edilip yazılmışsa, öyle yaratılacak." veya "Nasıl yaratılacaksa, Levh-i Mahfuz'da o şekilde takdir edilip yazılmıştır." deriz.
Bu noktada her Müslümanın, hatta her insanın diyeceği şudur: "Şimdiye kadar ne söylemiş, ne yapmış ve nasıl davranmışsam, hepsi de Allah'ın ilminde ve Ana Kitap'ta aynıyla mevcuttu. Gelecekte söyleyeceğim ve yapacağım her şey -ben bilmesem de- yine Ana Kitap'ta kayıtlıdır. İrademle ne yapacaksam, Allah (celle celâluhu) sonsuz ilmiyle, geçmişimde ve geleceğimde hepsini bildiğinden "İradesiyle şunu şunu şöyle yapacak." diye yazmış bulunmaktadır. Ben bu yazının dışına çıkamam; fakat, onun orada o şekilde yazılmış olması beni zorlamaz; çünkü ben yaptığımı irademle yapıyorum ve Allah (celle celâluhu) da zaten irademle yapacağımı ilm-i ezelîsiyle bilip yazmıştır."
Buna göre ortaya iki tür kader, yaratma ve emretme çıkmaktadır:
1. İnsan iradesinin hiçbir tesir ve fonksiyonunun olmadığı, kâinattaki umumî kader ve yaratma (Emr-i kevnî ve cebrî hilkat) ki bu, Allah'a (celle celâluhu) aittir. Allah mülkün sahibidir, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder; Fail-i Muhtar'dır, neyi isterse onu işler ve kimse O'na hesap soramaz.
Fakat Allah, mutlak mânâda Âdil ve Hâkim'dir. Kullar kendilerine zulmeder de, Allah onlara hiçbir şekilde zulmetmez.[25]
Allah'ın (celle celâluhu) bu şekilde, irademiz ve müdahalemiz dışında kâinattaki emir ve yaratmasında pek çok hikmetler, bu cebrî yaratılışta pek çok gaye, mânâ ve faydalar vardır. Dünyanın dönmesi elimizde değildir ama, bütünüyle lehimizedir. Güneşe, "Işık gönderme" desek bile o, yine de gönderecektir; fakat biz, onun ısı ve ışığı karşısında kendisine ne yakıt gönderiyor, ne ödemede bulunuyor, ne de vergi veriyoruz. Yani güneş, hiç karşılıksız ve tamamen lehimize çalışmaktadır. İçtiklerimizin posasını, başka bir elin mahkûmu olarak böbreklerden süzüp dışarı atıyoruz; aleyhimize mi bu? Bize hiç karşılıksız verilen 24 altın kıymetindeki 24 saatimizden sadece birkaçını o altınları verene veriyor, ama karşılığında dünyada melekleri imrendirecek faziletlerle mücehhez bir karakter ve ahirette ebedî Cennet köşkleri alıyoruz. Ne kadar büyük lütuf! Gül simalar arasında reftare gezdiriliyor, 20. asrın tufanları arasında hilâl çehrelilerle saadet semasının yıldızlarının peşi sıra koşturuluyoruz. Ne de güzel bir kader!
2. İnsan iradesinin nazara alınıp hesaba katıldığı emirler ve yaratma (Emr-i şer'î ve dinî): Namaz, oruç, Allah yolunda mücahede ve fuhşa girmeme gibi.
Meşîet ve halk, her iki kader ve emre de taalluk eder; yani Allah, irademiz dışında kâinatta cereyan eden hâdiseleri yaratmayı da, insanların iradeleri nazara alınarak emrettiği hâdiseleri, bizzat insanların işlemeleri neticesinde yaratmayı da meşîetiyle ister ve yaratır. Şu kadar ki, bu ikinci şıkta yarattığı bazı fiillerden hoşnut olurken, bazılarından hoşnut olmaz. Meselâ, namazı emreder, yaratmayı diler ve kul iradesiyle devreye girince hoşnut olarak yaratır. Fakat, küfür ve günahı sevmez; ama insan iradesiyle o yöne yönelince de, meşîeti onlara taalluk eder ve yaratır, fakat hoşnut değildir. Bunun gibi, sözgelimi Allah (celle celâluhu) fesat ve zulmü sevmez;[26] fakat insan, iradesiyle bunlara yönelip yapmaya koyulunca da, hoşnut olmamakla beraber bunları da yaratabilir. Dolayısıyla, hayrın yanında -zâhiren veya hakikaten- şer görülen şeyleri de yaratan O'dur.
Evet, bizzat gördüğümüz ve âyetlerden de anladığımız gibi, Allah (celle celâluhu) her şeyin yaratıcısıdır.[27] Ama O, kendimizi dört bir yandan tam bir cebrîlik ve zorlamayla sarılmış da hissetmeyelim, sebeplerin ve irademiz dışında cereyan eden kanun ve hâdiselerin tazyik ve hücumu karşısında boğulmayalım ve irademizi hissedelim diye bize bir menfez, bir açık pencere de bırakmış ve bizi elimiz-kolumuz bağlı, ümitsiz ve mazlum olarak şu âleme fırlatıp atmamıştır. Ve düğmesine basınca dört bir yanımızı aydınlatacak bir ümit feneri veya bizi karanlıklardan aydınlığa, Serâ'dan Süreyya'ya çıkaracak asansörün düğmesi ya da koca fabrikaları çalıştıran, çarkları çevirecek ve avizeleri yakacak bir hareket düğmesi olarak bize bahşettiği bu menfez veya açık pencerenin adı, cüz'î iradedir.
[1] Buhârî, bed'u'l-halk 1.
[2] Bkz.: Hicr sûresi, 15/21.
[3] Büruc sûresi, 85/22.
[4] Yâsîn sûresi, 36/12.
[5] En'âm sûresi, 6/59; Yunus sûresi, 10/61; Hud sûresi, 11/6; Hac sûresi, 22/8; Neml sûresi, 27/75; Lokman sûresi, 31/20; Sebe sûresi, 34/3.
[6] Tevbe sûresi, 9/51.
[7] En'âm sûresi, 6/38.
[8] Ra'd sûresi, 13/39.
[9] Ra'd sûresi, 13/39.
[10] Câsiye sûresi, 45/29.
[11] Bkz.: İsrâ sûresi, 17/13.
[12] Bkz.: Yâsîn sûresi, 36/12.
[13] İsrâ sûresi, 17/14.
[14] A'raf sûresi, 7/172.
[15] Buhârî, hayz 17; enbiyâ 1; kader 1; Müslim, kader 5.
[16] Bkz.: M. F. Abdülbâki, Mu'cemu'l-müfehres li'l-elfâzı'l-Kur'âni'l-Kerim.
[17] Bkz.: Kehf sûresi, 18/24.
[18] Bürûc sûresi, 85/16.
[19] Mâide sûresi, 5/17.
[20] Âl-i İmrân sûresi, 3/26.
[21] Ankebût sûresi, 29/21.
[22] Nahl sûresi, 16/93.
[23] İnsan sûresi, 76/30; Tekvir sûresi, 81/29.
[24] Yâsîn sûresi, 36/82; Ebû Dâvut, edeb 110.
[25] Nisâ sûresi, 4/40; Yunus sûresi, 10/44; Kehf sûresi, 18/49.
[26] Bkz.: Bakara sûresi, 2/205; Âl-i İmrân sûresi, 3/22-57.
[27] En'âm sûresi, 6/102; Ra'd sûresi, 13/16; Zümer sûresi, 39/62; Mü'min sûresi, 40/62.
- tarihinde hazırlandı.