Dualarımızda Af ve Afiyet İsteme
Allah'tan af ve afiyet istemek, kulluk adına çok büyük önem ifade etmektedir. Nebiler Serveri: "Selullâhel afve vel afiye - Allah'tan af ve afiyet isteyiniz." buyurarak dualarımızda Allah'tan af ve afiyet istememiz gerektiğini belirtmiştir. Allah Resûlü başka bir hadislerinde de af ve afiyetin ne büyük bir nimet olduğunu "Allah size yakîn gibi (bir rivayette de, ihlâs kelimesinden sonra) afiyetten daha büyük bir nimet vermemiştir." buyurarak gösterir. Hz. Ebû Bekir de, kendisini çok önemli sorumlulukların beklediği hilâfet makamına geldiği ilk günlerde îrâd ettiği bir hutbelerinde, hıçkıra hıçkıra ağlar ve: "Ey insanlar! Allah'tan af ve afiyet isteyin." buyurur.
Hadiste ifade edildiği gibi Allah'tan istememiz gereken şeylerin birincisi aftır. Af; Allah'ın insanı affetmesi, muahezeye tâbi tutmaması ve kusurlarını bağışlaması demektir. Allah zaten çok affedici ve bağışlayıcıdır. Nebiler Serveri, Allah'tan affı nasıl isteyeceğimizi bize şu şekilde öğretiyor: "Allahümme inneke afuvvun kerimun tuhibbul afve fa'fu annî - Allahım! Sen çok affedicisin, çok cömertsin, affetmeyi seversin, beni de affet." Kulun Allah'tan af dilemesi, daha baştan onun kusurlarını itiraf ettiğini ve kulluğunu da müdrik olduğunu gösterir. Allah'tan istememiz gereken bir diğer şey de afiyettir. Zira afiyetsiz hayat bazen çekilmez bir hâl alır ve şikâyetlere de sebebiyet verebilir. Kanûnî merhum, sıhhatin önemini şu meşhur mısralarıyla ne güzel ifade eder!
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi."
Sıhhat ve afiyet içinde olmanın bir de kulluk hayatına bakan yönü vardır. Bir kere mükemmel bir ibadet ancak afiyetle arızasız ifade edilebilir. Mü'minin ibadet yaparken kullandığı azaları afiyette olmazsa, ibadetlerini yerine getirmede zorlanabilir. Meselâ böyle birisi gece kalkıp, berzah âleminde kendisi için kût (azık) ve kuvvet olacak, hatta burak hükmüne geçebilecek teheccüdü eda edemez; namazlarını huzur içinde kılamaz ve Allah yolunda rahat koşturamaz. Binaenaleyh mü'min için sıhhat ve afiyet, ibadetlerini tam yerine getirebilme adına Allah'ın ona verdiği önemli birer nimettir.
Bundan daha büyük bir afiyet de borç altında bulunmamaktır. Genel mânâda ne birine medyûn (borçlu) yaşamak ne de -hafizanallah!- borçlu olarak ölüp gitmek; evet, bu durum mü'min için hiç de iyi olmayan bir âkıbettir. Meseleye açıklık getirecek bir misal zikretmek istiyorum: Huzur-u Risâletpenâhîye, bir borçlu cenaze getirilir, Efendimiz: "Borcu var mı?" diye sorar. "Evet" cevabını alınca da: "Buyurun arkadaşınızın namazını siz kılın." der. Oysaki, Efendimiz'in, zina etmiş ve recm edilmiş insanların namazını kıldığını biliyoruz. Bundan, borçlu olarak ölmenin ne kadar fena olduğunu çıkarmak mümkündür. Neyse ki bir sahabi o vefat eden zatın borcunu tekeffül eder ve Allah Resûlü de onun namazını kıldırır.
Borçlu vefat etme meselesi, Allah Resûlü'ne o kadar dokunur ki, bir gün: "Eğer biri borçlu olarak vefat ederse, onun borcunu ödemek bana düşer. Allah, ganimetten bana bir şeyler lütfederse, bütün borçluların borcunu öderim. Ama vefat eden kişi, bir servet geriye bırakırsa o da onun çoluk çocuğunun olsun." buyurmuşlardır.
Evet, yukarıda zikrettiğimiz hadislerde de görüldüğü gibi, borçtan azade olma afiyetler üstü bir afiyettir. Ehl-i tahkikten bazıları, kul hakkı da bir borç olduğundan hareketle şöyle demişlerdir: "Birinin üzerinde arpanın yedide biri kadar dahi kul hakkı varsa, borçlu olduğu zat helâl edeceği âna kadar, borçlu kişi, harp meydanında dahi ölse Cennet'e giremez." Zira borç bizzat kul hakkına girmektedir ve insan şehit de olsa kul hakkından hesaba çekilmedikçe Cennet'e giremez. Ben de şimdiye kadar şehitlerin kul hakkından muaf olduklarına dair bir şey duymadım ve görmedim. Görseydim, çok sevinecek ve kendime şöyle-böyle şehitlik yolu araştıracaktım.
- tarihinde hazırlandı.