Orta Asya
Asya, kadimden bu yana insanlığın, hususiyle de Âlem-i İslâm'ın kaderinde çok büyük bir rol oynamıştır. Bundan dolayı Asya'nın bahtı üzerinde ısrarla durulmuş ve bu bahtın açılması, meşveret esasına bina edilerek; Asya'nın bahtının miftahı meşveret ve şûradır.' denilmiştir. İslâm'ın ilk infial dönemi, hatta beşinci asra kadar Batı'ya ışık tutan rönesans dönemi, hep tomurcuk tomurcuk Asya'da açmıştır.
Bir yanıyla ilk Müslümanlar Asya'yı hedeflemişlerdi. Evet, daha hicret-i seniyyenin 80-90. senelerinde tâ Buhara'da, ilk mücahitlerin hicret-i seniyyenin 94. senesinde de, Haccac-ı Zalim'in yeğeni Muhammed b. Kasım'ın atlarının nal sesleri tâ Sindabad'da yankılanıyordu.
Bu fâtihler, girdikleri topraklarda maddî fetihle kalmıyor aynı zamanda temsil ettikleri yüce hakikatlerle de gönülleri fethediyorlardı. Evet, gönüller öyle fethedilmiştir ki, Semerkand'lar, Taşkent'ler, Buhara'lar fethedilip, Aral Gölü ve Amuderya'ya ulaşılmış bu ülkelerdeki insanlar Arapça'yı da süratle öğrenerek, ortaya koydukları eserlerle, tâ o devirden günümüze ışık tutan Buharî, Müslim, Neseî, Tirmizî gibi pek çok dâhi imamlar yetiştirmişlerdi.
Evet İslâm, Allah Resûlü (s.a.s)'nden hızını alıp, âdeta bir çağlayan gibi, köpük köpük Arap yarımadasından çıkmış, anilmerkez bir güçle Asya'ya, oradan da bize kadar gelmiştir. Din adına ne biliyorsak, M. Âkif'in, Efendimiz (s.a.s) için
'Dünyâ neye malikse, onun vergisidir hep
Medyûn O'na cem'iyyeti, medyûn O'na ferdi.
Medyûndur o Ma'sûm'a bütün bir beşeriyyet...
Yâ Rab, Mahşerde bizi bu ikrâr ile haşret.'
dediği gibi biz de, hadisiyle, fıkhıyla, kelâmıyla onlara medyunuz. Hanefî mezhebinin akidede imamı İmam Mâturidî Hazretleri, Maveraünnehir'de yetişmiştir. Fıkıhta, ilklerin sonu sayabileceğimiz Merginani'nin Hidaye'sinden Hindistan'dan Pakistan'a, Pakistan'dan Afganistan'a kadar dünyanın dört bir yanında eserleri tedris edilen Serahsî'ye kadar fıkhın o devasa kametlerinin hepsi Asyalıdır. Asya, sadece bunlarla kalmayıp fünûn-u müspeteye de beşiklik etmiştir. Harizmî'ler, bir yönüyle İbn Sina'lar, Endülüs'te tam bin sene tıbbın cerrahî dalına dair kitapları tedris edilen Zehravî'ler.. hep bu dönemin ışık insanlarıdırlar.
Şimdi müsaadenizle, burada bir tespitte bulunmak istiyorum: Anadolumuzun diğer bir adı da 'Küçük Asya'dır. Bu Küçük Asya birçok yönüyle Büyük Asya'ya medyûndur. Zira Büyük Asya, onu besleyip, büyütmüş ve Anadolu'ya askerliğe göndermiştir. O da annesine ve babasına vefa hissiyle tam 9 asır bir dünyanın barbarlığına ve yobazlığına karşı muhafızlık vazifesi görmüştür. Selçuklular, Anadolu'da 8-10 defa Haçlıları göğüslemiş ve âdeta onları eritmişlerdir. Alparslan'la başlayan o kutlu mücadele, hep Müslüman Türk soyuyla devam etmiştir. Koca Selahaddin, Koca Nureddin, Melikşah, Kılıçarslan.. bütün bu insanlar, Haçlılara karşı sînelerini siper etmiş büyük komutanlardır. Daha sonra Osmanlılar, tam altı asır, Haçlı gürûhuna karşı vesayet kanatlarını açıp, bünyesinde bulundurduğu 72 milletten hemen herkesi müdafaa etmiştir.
Bu, bir milletin başka bir millete ne Asya'da, ne Afrika'da, ne de Avrupa yamaçlarında baskı yapması demek değildir. Aynı zamanda bu, bir milletin başka bir milleti kültür emperyalizmi altına alması veya ağabeylik yapma ukalalığı demek de değildir. Biz, bu tür düşüncelerden fersah fersah uzağız. Anadolu insanı, ne Kazak'a, ne Özbek'e, ne Türkmen'e, ne de Kırgız'a, ne Azeri'ye ağabeylik yapma ve 'Size bir şeyler öğretmeye geldik.' cakasına tâlip değildir.
Ben, 13 yaşımdan beri hep Asya steplerini düşünmüş, hicranla iki büklüm olmuşumdur. Ve şimdi oralara vefa borçlarını edâya koşmuş insanımız vasıtasıyla hasret gideriyorum. Biz, duygu, düşünce, anlayış, felsefe ve mantıkta bizimle beraber aynı değerleri paylaşan insanlarla, yolların bizi getirdiği bu son kaderdenk noktada buluşuyor, elimizde olan şeyleri onlara veriyor ve onlardan da maddî-mânevî hiçbir şey beklemiyoruz.. beklemiyoruz zira biz, şimdilerde kardeşlerimizi bulmanın engin sevincini yaşıyoruz.
- tarihinde hazırlandı.