Mazi-Hal-İstikbal Yamaçlarında Kısa Bir Gezinti
Mâzi, hâl ve istikbal, zaman kaydı altına giren insanlar için üç ayrı dilimdir ama, meseleye manzar-ı âlâ'dan bakma durumunda olanlar için bir vahidin üç ayrı yüzünden ibarettir.
Zamanı aşmış olanlar için mâzi, hâl ve istikbal belki bir masaldır. Vakıa, masal tabirini Ömer Hayyam şiirlerinde kullanmıştır. O:
'Bir geçmiş gün için beyhude feryat etme,
Bir gelecek günü boşuna yâd etme,
Geçmiş, gelecek masal hep
Eğlenmene bak, ömrünü berbat etme.'
mülâhazasıyla her şeyi, cismaniyeti ve bedeni hesabına değerlendirmiş bir kem talihlidir. Bu, materyalistçe bir tarz-ı telâkkidir. Bizim dünyamızda da, zaman her buuduyla masal sayılabilir. Ama bu, zamanı aşmaya bağlı bir takdirin unvanıdır. Evet insan, zaman üstü olma ufkunu yakalayınca, dünkü Kadir Gecesini gelecek Kadir Gecesiyle aynı anda görmesi mümkündür. Bu sayede hayvaniyetten uzaklaşıp, cismaniyeti bırakan ve bu sayede ruhun derece-i hayatına giren bir seyyah, hayretten hayrete girer ve hep üns yamaçlarında tayeran eder.
Yine bu ufku yakalayan talihliler, 'Vur pençe-yi âlideki şimşir aşkına' yeniçeri türküsünü, aynı coşku, tazelik ve sıcaklığıyla beraber, beş yüz sene evvelki hâliyle İstanbul surları önünde dinleyebilirler. İşte böyle bir durum da hâl (şimdi), geçmişe karışmış ve onunla bütünleşmiş demektir. Öyleyse bir vahidin üç yüzü olan zamanı parçalamadan yaşamak da imkân dahilindedir.
Öte yandan geçmiş, esasen bizi besleyen sağlam bir köktür. Değişik zamanlarda bu kökün üzerindeki sürgünler hırpalanmış, yer yer bazılarında kuruma emaresi görülmüş ve hazan yaşanmıştır. Ancak, geçmiş, çok sağlam olduğu ve sağlam bir zemine oturduğu için yeni sürgünler çıkmış hâl, bir yönüyle bu sürgünlerin yeniden neşv ü nema bulma dönemi ve gelecek de bunun muhit hattında açılışının bir ifadesi olmuştur. Bu yönüyle de biz, zamanın ayrı ayrı üç dilimine baktığımızda, bunları birbirinden ayırmadığımız da olabilir.
Bir dönemde Tevfik Fikret'in,
'Harâbisin, harâbâtî değilsin
Kökün mâzide, âti değilsin.'
demesine karşı Yahya Kemal,
'Ne harâbiyim, ne harâbâtiyim,
Kökü mâzide olan bir âtiyim.'
sözüyle cevap vermiştir. Evet, geçmişi olmayan milletlerin geleceği de olamaz. Zira hâlihazırdaki durumumuz geçmiş üzerinde değişik dalga boylarına ulaşır ve bunlar, aynı zamanda sürgünler hâlinde geleceğe yürür. Mâzisi, kültürü, bir kısım medenî kriterleri ve geçmişi ikame etme düşüncesi olmayan milletlerin, yeni bir gelecek kurmaları da mümkün değildir. Bu açıdan bir milletin ilelebet payidar olması adına geçmişin unutulmaması önemli bir dinamiktir. Evet, mâzi unutulmamalı, hâl çok iyi değerlendirilmeli ve bu sayede geleceğe de sağlam ve emin adımlarla yürünmelidir.
Bahsini ettiğimiz bu üçlü zaman dilimi, yeryüzü mirasçılarının zamanıdır. Bu meseleyi farklı zamanlarda ariz ve amik olarak arz ettiğim için, ilgili yerlere havale ederek sözlerimi merhum Mehmet Âkif'in yapmış olduğu Asr sûresinin manzum meâliyle noktalamak istiyorum:
'Hani Ashab-ı Kiram ayrılalım derken,
Mutlaka sure-yi ve'l-Asr'ı okurmuş neden?
Çünkü meknûn o büyük surede esrar-ı felah
Başta iman-ı hakikî geliyor, sonra salah,
Sonra hak, sonra sebat işte kuzum insanlık.
Bu dördü birleşti mi sende, yoktur sana izmihlâl artık.'
- tarihinde hazırlandı.