Namaz ve eda keyfiyeti
Namaz eda edilirken, mutlaka ta’dil‑i erkâna riayet edilmelidir. Bunun için namazda Kur’ân‑ı Kerim’i uzunca okuyup kıyamı uzatma, rükû ve secdede uzunca durma gibi hususlar çok önemlidir. Bir yönüyle esas makbul olan bu rükünlerin hakkıyla yerine getirilmesi ve meşakkatlerine katlanılmasıdır. Çünkü bu rükünlere hakkıyla riayet etmek, insana her namazda ayrı ayrı buudlar kazandıracaktır. Bundan dolayıdır ki insan, kıldığı namazlarını bir kere daha yorumlamalı; kıyam, rükû ve secdeyi derinlemesine bütün benliğinde duymaya çalışmalıdır. Namazı şekil olarak kılmak, şüphesiz önemli bir meseledir ve hiç kimse basite alamaz. Fakat asıl olan onu “hâşiîn”den[1] olarak eda etmeye çalışmaktır.
Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis‑i şeriflerinde “ihsan” anlatılırken, “Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmek.” olarak ifade edilmekte ve “Sen O’nu görmesen de O, seni görüyor ya!”[2] buyrulmaktadır. Namaz, böylesine engin bir şuurla eda edilmeli, her hâlükârda dikkatli ve huşû içinde kılınmalıdır. Her kılınan namaz, sürekli bir öncesinden farklı bir hava ve farklı bir buudda eda edilmelidir.
Namazın muhtevası, insanların çok engin düşünmelerine vesile olacak kadar geniştir. Namaz kılarken, derinlemesine bir aşk u şevk içinde Allah’ın huzurunda bulunmanın şuurunda olmaktan, onu Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) arkasındaki cemaatten bir fert olarak kıldığını hissetmeye kadar; doğrudan doğruya kendisini meleklerin safları arasında görmekten, bir hamlede bizim ufkumuzu açan, Arş’ın örtüsüne alnını koyuyor gibi onu eda etmeye kadar geniş bir yelpazede namazı duyma şekilleri vardır.
İnsanın buna muvaffak olmasının şart‑ı evveli, namazı tıpkı bir miraç veya miracın gölgesi gibi bilmesi ile mümkündür.[3] Zira o, sadece yatıp kalkmaktan ibaret bir hareketler mecmuası değildir. Mü’min için, her namaz bir miraç vesilesidir. Ve mü’mine düşen de her namazda farklı farklı buudlarda bile olsa miracını tamamlamaktır.
- tarihinde hazırlandı.